ÖZGÜR İRADELERİN ÖDEDİĞİ AĞIR BEDEL
Öncelikle yazıma Deniz Gezmiş’in mahkeme salonunda Yargıç ile girdiği ilginç bir diyalogla ile başlamak istiyorum. ‘’ Yargıç, Deniz’e neden gülüyorsun diye sordu. Deniz Gezmiş ise, şöyle cevap veriyor olacaktı. Duvarda ADALET yazıyor. Ona gülüyorum.’’
Bugün günlerden 6 Mayıs yani, adaletin simgesi olarak kabul edilen ‘’Themis Heykelinde’’ gözleri bağlı bir kadın figürünün bir elinde kılıcı tutarken diğer elinde ise, dengeli bir teraziyi tutar. Ancak bugün bu terazinin dengesi farklı yönlerde olduğu görülür. Terazinin sol tarafındaki kap en aşağı inmiş, terazinin sağ tarafındaki kap en yükseğe çıktığının görülmesinin nedeni tarihin en karanlık günlerinden birinin yaşandığını göstermesi bir metafordan başka bir şey değildir. Adalete ve özgürlüğe inanan her insanın kalbinde hissettiği acı her 6 Mayıs günü kalplerde bir yerlerde hissedilir.


1968 Kuşağındaki Gençlerin ABD Emperyalizmin Ve İşbirlikçilikleri İle Girdikleri Mücadele
‘’ Muhabirin ilk sorusu şöyleydi. Sizi neden kaçırdıklarını söylediler mi? Amerikan askerin ise şöyle cevap verdiler. Evet, Türkiye’yi kurtarmak istediklerini söylediler. Muhabirin Amerikan askerlerine ikinci sorusu şöyleydi. Sizi erken salıverdiler. Ve onların davranışları dostça mıydı? Muhabirin bu sorusuna Amerikan askerleri şöyle cevap verdiler. Onalar sürekli olarak bize zarar vermek istemediklerini söylüyorlardı. Evet, sanırım bu yüzden bizi serbest bıraktılar.’’
Bu olayın ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşları şehirden uzak dağlara sığınmaya karar verirler. Artık köylülerle ve emekçilerle buluşma vakti gelmişti. Kurtuluşa ulaşmak için dağlardan başlanması gerektiğini düşünüyorlardı. Rivayetlere göre, toplumun bütün kesiminden ve ordunun içinden bile destek göreceklerini düşünüyorlardı. Gençlerin saf ve iyimser düşüncelerine göre ordu gençlerden yana bir darbe yapacaklardı. Yani bu sol bir darbe olacaktı. Ancak onlar yanılıyorlardı. 9 Mart darbe girişimini 12 Mart’ta Menduh Tağmaç Genelkurmay Başkanıydı. Üst kademe bunu öğrendi. Yani içlerinden bazıları haber verdiler. Ve 9 Mart darbesini önlemek adına 12 Mart darbesini yaptıkları söylenir. Aslında, 12 Mart darbesinin özelliği şuydu. 27 Mayıs Anayasasının sağladığı bütün demokratik özgürlükler yani, toplumsal örgütler, sendikal örgütler ve gençliğin kendi içindeki örgütlenmeler veya bütün Üniversiteler de öğrenci dernekleri 12 Mart darbesiyle yok edildi. Artık gençlerin önü kesilmesi gerekiyordu. Bu sırada Deniz Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkarılmış polisten kaçıyorlardı. Ancak 12 Mart darbesinin hemen ardından Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’ a giderken motosikletlerinin bozulmasını ardından ihbarla 16 Kasım 1971′de Gemerek’ te yakalandılar. Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kayseri’ ye getirildi. Ardından Ankara’ ya….! O dönemin İçişleri Bakanı olan Haldun Menteşeoğlu’na götürüldü. Deniz Gezmiş’ in arkadaşları yani, Nurhak grubu Malatya Kürecik Amerikan üssüne gidip Deniz Gezmiş ve Yusuf İnan’ın serbest bırakılması için Amerikan askerlerini esir almayı planlamışlardı. Ancak bu düşündükleri gibi gerçekleşmeyecekti. Elbistan dağlarında yapayalnız tek başlarına kalmışlardı. Arkalarında ise bir ordunun seçkin askerleri vardı. Gençlerin şehirleri bırakıp dağlara yönelmesi iktidarı daha çok öfkelendiriyordu. Bu yürüyüş durdurulmalıydı. Çünkü bu devlete karşı yapılmış bir tehdit olarak görüyorlardı. Dağlardaki bu zorlu yürüyüş ve çıkılan bu yolculukta yorgun bedenler dağlara teslim olmamak için çabalıyordu. Zamanının durduğu bir anda kendileri hiç düşünmedikleri bir çatışmanın içinde bulmuşlardı. İnandıkları davanın bir simgesi olarak gördükleri köylü figürü onları sırtından bıçaklayacaktı. Yani köylülerden biri, bir çoban gençleri ihbar etmişti. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucularından Sinan Cemgil, Apasran Özdoğan ve Kadir Manga Malatya’ daki Nurhak dağlarında girdikleri çatışmada öldürüldüler.
Hükümet Ve Türk Ordusu Tarafından Gerçekleştirilen Kızıldere Operasyonu
Türk Yargı Sisteminin Adalet Anlayışı

O dönemde öyle bir ortam oluşturulmuştu ki, sıkıyönetim ilan edilmiş ve kamuoyu, basın ve halk baskı altındaydı. Devamlı gözaltılar ve devamlı tutuklamalar oluyorken aynı zamanda yargılamalar yapılıyordu. Bu ortamı anlayabilmek için 17 Mayıs 1971 yılında Başbakanlık bildiresi altında yayınlanan bildiriyi tekrar gözden geçirmek gerekir. Bu bildiride şu ifadeler geçiyordu. Biz yeni yasalar hazırlıyoruz. Bu yasalara göre, bize saklanan o insanları haber vermeyenleri idam cezası ile yargılayacağız. Bunun için çıkaracağımız yasalar geriye yürüyecek şeklinde olacaktır. Bu bildiri hukuk ve düzen tanımayan bir zihniyet tarafından hazırlandığı ortaya çıkıyordu. İşte böyle bir ortan içinde Deniz Gezmiş davası başlıyordu.
Evet, özgürlükleri arayan bir avuç gençlere şöyle diyorlardı. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu! Öyle bir ordu hayal edin ki, topları, tankları, uçakları ve tüfekleri olmayan ve sadece 30 ya da 40 kişiden oluşan devasa bir ordu Anayasal düzeni bozuyor olsun! Anayasal düzeni bozduğu söylenen Deniz Gezmiş’ in sahip olduğu kırık dökük silahı bile üzerine bir taşla vurulduğunda çalışan bir silah olduğu söyleniyor. Bu ordunun önderi olan Deniz Gezmiş hiç kimseyi öldürmemişti. Bu ordunun tek silahı vardı. Bu da fikir ve düşüncelerden başka bir şey değildi. Aslında onların korktuğu tek şey de buydu. Evet, herkesin korktuğu bir şey olduğu söylenir. Faşistlerin korktuğu şey ise, daima özgür iradeler olmuştur.
‘’Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman saklamayız. Hangi şartlarda olursak olalım bunu açıkça söyleriz. Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak, düşüncelerimizi her zaman açıkça ifade ederiz. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizi de temize çıkaracaktır, buna da inanıyoruz. Profesyonel devrimci bugünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir. İddianamede 'fikir özgürlüğünü ve anayasayı paravan yapanlar, önceleri Atatürkçü geçinirken onun fikir ve şahsiyetiyle küçük görmeye başladılar' şeklinde ve Sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı' şeklinde bir cümle mevcuttur, bunu kesin olarak reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmezler. Bu kasten tahrif edilmek isteniyor. Bu cümle art niyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. 35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken, bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı bugün çok şaşırırdı. Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir. Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık. Bu sebeple anayasal bir davranışta bulunduk. Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyorum. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.’’
Bu düzen ve yargı sistemi üç gencin idamına ve geri kalan gençlere ise, ağırlaştırılmış hapis cezasını uygun görülmüştü. Adalet son sözünü söylemiş artık bu konu meclise taşınıyor olacaktı. İdamların onaylanmaması için ülke çapında imza kampanyası başlatılmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına Amerikan askerlerini kaçırdıkları zaman İsmet İnönü’nün gençlere şu çağrıyı yapmıştı. ‘’Kesinlikle bu askerleri öldürmeyin her şeyin bir çaresi bulunur.’’ İsmet Paşa’nın bu sözleri ve mecliste söylediği sözleri elbette yeterli olmayacaktı. Çünkü O, Mustafa Kemal değildi. İsmet İnönü harekete geçerek meclisteki görüşmelerde şunları söylüyordu.‘’ Ben siyasi suçlarda idam cezasına karşıyım ve haydi gelin bunu kaldıralım.’’ Çağrısını yapmıştı. Ancak Buna ilk karşı çıkanda AP Genel başkanı Süleyman Demirel olmuştu. Demirel’e göre, bu gençler demokrasiyi ve Anayasal düzeni yok etmeye çalışan büyük bir örgüt olduğunu mecliste söylerken arka sıralardan AP Milletvekilleri tarafından asalım onları diye sesler işitiliyordu. Bu işitilen seslerin içinden insanın kanını bile donduran üçe üç tezahüratları yapılıyordu. Maalesef bunlar zabıtlar da geçen tarihi gerçeklerdi. Mecliste yapılan oylamada Süleyman Demirel, İsmet Sezgin, Alpaslan Türkeş, Hüseyin Balan ve Yusuf Ulusoy idama evet oyu verirken, Necmettin Erbakan, Osman Bölükbaşı ve Seyfi Günbeştan oylamaya katılmayan o dönemin siyasetçilerinden bir kaçıydı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit hayır oyu vermişlerdi. O günkü Meclis tutanaklarına göre, TBMM’sinde 450 üyeden oylamaya 323 Milletvekilinin katılmıştı. 273 Milletvekili Evet oyu verirken 48 Milletvekili hayır oyu vererek idam cezasına karşı çıkmıştı. Ancak kazanan Adalet Partisinin Milletvekilleri oluyordu. AP Milletvekillerinin adalet anlayışına göre, gururla şunu söylüyorlardı. Üç sizden ve üç bizden…! Onlar Demokratik hakları olan Evet oylarını gururla vermişlerdi. İsmet İnönü ise artık tahammülüm kalmadı diyerek meclisi terk ediyordu.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu adı verilen büyük örgüt çökeltilmişti. Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ‘’ 6 Mayıs 1972 ‘’ tarihinde O gençlerin ellerine kelepçe vuruldu ve ayaklarına ise pranga vurulmuş bir şekilde bir pencerenin arkasından bir sandalyenin üzerine oturtularak sıranın kendisine gelmesini beklediler. Tek tek arkadaşlarının idamları seyrettirdiler. Gençler, kendi idamlarını böyle bekleyerek ölümü kucakladılar. Ancak onurlu bir şekilde…..!
Deniz Gezmiş’in son sözleri şöyleydi. ‘’ Yaşasın tam bağımsız Türkiye, Yaşasın Marksizm Leninizm’in yüce ideolojisi, Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının bağımsız mücadelesi, Kahrolsun emperyalizm, Yaşasın işçiler ve köylüler.‘’
Bu sözler Deniz Gezmiş’ in son sözleriydi. Günümüzde vicdanı olan ve özgürlük mücadelesi veren her bir bireyin Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının fikir ve düşünceleri özgür iradelerde ve kalplerde yaşamaya devam edecektir. Çünkü Fikir ve düşünceler asla öldürülemez…! Türk yargısı ise her 6 Mayıs günü bu utancın izlerini insanlık var olduğu sürece taşımaya devam edecektir.

Great articies 👏👏
YanıtlaSil