AŞKIN BİLİMSEL TARİFİ
Romantizm terimin kökenleri şövalye romantizmi literatüründe söylendiği gibi Ortaçağ şövalyeliğine kadar uzanmaktadır. Romantizm kelimesi anlam olarak da şiirsel demektir. Bu kelime Latince Roma tarzı anlamına gelen romanikustan gelmiştir. Aynı zamanda bu kelime 17’inci yüzyıldan sonra aşk, idealizm, macera ve tutku anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Halk dilinde bir söylenceye göre, evren yaratılmadan önce, yeryüzü yaratılmadan önce yani hiçbir şey yokken, yeryüzünde yaşayacak olan, yaşamış olan ve yaşamakta olan tüm insanların ruhları Berzah denen bilinmeyen bir âlemde yaratıldıktan sonra Tanrı şöyle dedi. Ben sizin yaratıcınız değil miyim? Diye sorduğunda tüm ruhlar Evet, sen bizim yaratıcımızsın dediler. Bütün ruhlar yeryüzü yaratılana kadar bilinmeyen bu âlemde kimilerine göre çok uzun bir süre kimilerine göre ise çok kısa bir süre beklediler. Bilinmeyen bu âlemde bazı ruhlar birbirleriyle etkileşime girdiler. Bazı ruhlar birbirine çok yakınken, bazı ruhlar ise birbirine oldukça uzak kaldılar. Birbirine çok yakın olan ruhların etkileşimi çok güçlü bir bağın oluşmasına neden oldu. İşte bu bağ gelecekte yaşanacak olan aşkların ve dostlukların başlangıcı olduğu söylenir. Aslında bu durumu günlük yaşantımızda birkaç örnekle açıklanabilir. Beklenmedik bir zamanda birbirlerine âşık olan bir çifttin tanışalı çok kısa bir süre geçmesine rağmen sanki seni yıllardır tanıyorum demesi oldukça sık rastlanan bir durumdur. Aynı zamanda 40 yıldır evli olan bir çifttin birbirlerine ilk günkü gibi aynı heyecanı ve aynı duyguları hissettiklerini söylemeleri oldukça manidardır. Ayrıca günlük hayatımızda kafelerde veya herhangi bir yerde tanışan iki adam kısa bir sohbetin ardından çok iyi arkadaş olurlar. Sanki 40 yıllık dost gibi hissederler. Elbette bu olgunun olumsuz bir yönü de vardır. Uzun yıllar birbirlerini tanımalarına rağmen hiçbir konuda anlaşamayan arkadaşlarda mevcuttur. Ayrıca büyük bir aşkla ve tutkuyla evlenen çiftlerin 6 ay sonra ayrıldıkları oldukça sık rastlan bir durumdur. En garip olanı ise kadın veya erkek cinsiyet fark etmez. Bir insan bazen yeni karşılaştığı bir insana veya çok sık gördüğü bir kişiye karşı sebepsiz yere negatif duygular içinde olur. Aynı zamanda onu çok iyi tanımamasına rağmen o insanın her davranışı nedensiz yere itici gelir ve ona karşı asla kanı ısınmaz. Yanında durmaya bile tahammülü yoktur. Ancak o kişiyi neden sevmediği hakkında hiçbir fikri yoktur. Aynı zamanda iç dünyasında o kişiyi neden sevmediğini kendine bile açıklayamaz. Anlatılan bu hikâyenin doğruluğunu kestirmek oldukça zor! Ancak her âşık sevdiği kişiye ruh eşinin olduğu söyler ya da her biten aşkın ardından beklenmedik bir günde güneş gibi doğan bir aşkın sonrasında ruh eşini bulunduğu düşünülür. Bu gerçekten öyle midir? Bilinmez ancak! Gerçek anlamda bunu öğrenmemiz olası gözükmüyor.
Aşk kalbini ziyaret eden davetsiz bir misafir gibidir. Daima beklenmedik bir anda ortaya çalar. O an geldiğinde hiç olmadığı kadar kalbinin hızlı çarptığını fark ettiğin zaman artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz çünkü o insanın etkisi altına girmişindir. Zaman hiç olmadığı kadar yavaşlar ve etrafında yaşanan her şey anlamsız hale gelir. Farklı bir düşün içinde onun gülüşü, sesi, fiziği, yüzü, saçları ve gözleri seni büyülediğini hissedersin ve geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktığını anladığında artık her şey için çok geçtir. Aşk duygusunun bir tarifi olmadığı söylenir. Ancak insanlara bu soru sorulduğunda hiçbir insan aynı cevabı vermediği görürmüştür. Öte yandan gerçekten aşk duygusunu yaşayan bir insanla bu duyguyu hiç yaşamamış bir insanın birbirlerini anlamaları mümkün değildir. Gerçekten de aşk nedir? Aşk bir duygudan ibaret mi? Beyinde gerçekleşen kimyasal bir süreç mi? Yoksa başka bir şey mi? Yazının başında söylediğim gibi bu olguyu tarif edebilmek için kitaplar ve şiirler yazıldı. Sayısız filmler ve oyunlar yapıldı. Şarkılar bestelendi.
‘’insanlar yeryüzüne ayak bastığından beri duygularımızı, ilişkilerimizi ve kültürümüzü ele geçiren bu duygu gerçekten tanımlanabildi mi?’’
2017 tarihinde bu soru üzerine yapılan söyleyişi de Biyolojik Antropolog Helen Fisher şunları söylemişti.
Helen Fisher’a göre âşık olan bir kişide ki her şey ve onun tüm özellikleri özel bir anlam kazandığını söylüyor. Yani onun giyim tarzı diğer kişilerin giyim tarzından farklıdır. Yaşadığı şehir, sokak ve ev sevdiği kitaplar ve filmler o insan ile ilgili her şey özelleşiyor aynı zamanda o insanda sevmediğiniz birçok özellik olmasına rağmen bu olumsuz özellikler bırakılıp ve onun olumlu taraflarına bakılmaktadır. Aşk duygusundan kaynaklan çok güçlü enerji ruhsal dalgalanmalara neden olmaktadır. Bir ilişkide her şey yolundayken büyük bir zevk ve inanılmaz duygular içinde olursun ancak o insan bir gün size mesaj göndermediğinde ve sizi aramadığında veya mesajlarımıza cevap vermediğinde inanılmaz bir umutsuzluk hissedilmektedir. Öte yandan aşk fiziksel olarak da ağız kuruluğuna, karında Kelebekler uçuşmasına, dizlerin çözülmesine, ayrılık endişesine, cinsel isteğe ve duygusal birliğe neden olmaktadır. O insanı elde etmek için çok yüksek bir motivasyon içinde girme söz konusudur. Bu nedenle daha önce asla yapmadığınız akla hayale gelmeyecek şeyler yapılmaktadır. Aynı zamanda aşk DNA’mızı yarınlara taşımak için bir kişi ile çiftleşme sürecini başlatan bir içgüdüdür. Bilim insanları aşkın beyin biyokimyasında ki büyük ölçülebilir değişiklerden kaynaklandığını söylemektedirler. Erkeklerde ve kadınlarda cinsel istek hem östrojen hem de testosteron tarafından düzenlenmektedir. Heyecan ve mutluluk duyulduğu zaman salgılanan adrenalin dopamin ve serotonin de bu anda devreye girmektedir. Ancak ilişkinin başlangıcında aşıkların kanında oksitosin ne kadar fazla ise aşkın o kadar uzun sürdüğünü yaşanan deneyimler göstermektedir. Bilim insanları bir insanın aşık olup olmadığını artık beyni tarayarak görebildiklerini söylüyorlar.
Bir teoriye göre balayından sonra ilk 7 yıl içinde çiftler arasında aşkın belirleyiciliği ortadan kaldığı söyleniyor yani bu duygu tamamen kaybolduğu belirtiliyor. Ancak birçok bilim insanlarına göre bu durumun bakış açısıyla ilgili olduğu söylüyorlar çünkü aşk duygusu bir dizi farklı etkiye yol açıyor yani yüksek bağlılık, sadakat duygusu ve alışma bunun sonucunda ise aşkılar kendilerini sevdiği insanlarla bir bütün olarak görmekteler. Ortadan kesilmiş iki yarım elma gibi….,! Bu durumda bu duygunun ne kadar yüce bir duygu olduğu söylenebilir. Zaten bu duygunun kısa ömürlü olması da mümkün olmadığı gözüküyor ancak bu etkilerden herhangi biri ciddi bir nedenden dolayı yok olduğunda, yani aşık olduğu insanın aslında düşündüğü gibi biri olmadığı ortaya çıktığında ise bu alışkanlıklardan da vazgeçirebiliyor. Bu anlarda duygusal düzeyde sevginin kimyası değişerek o insana karşı daha önce hissettiği aşk duygusu kaybolup, aynı insana hiçbir şey hissedemiyor ancak aşk hayatımızın sonuna kadar da sürebiliyor. Bu sadece filmlerde ve romanlarda adı geçek efsanevi isimlerden ibaret değil. Çünkü aşk olgusu gerçek bir şeydir. Helen Fisher’in başka bir çalışmasında ortalama 20 yıllık evli çifttin hala ilk günkü gibi aşık olduklarını söyleyen 60 yaşlarındaki 15 çiftin beyin taraması yapıldı. Yoğun romantik aşkı tetikleyen bölgelerin hepsi hala aktif olduğu görüldü. Muhtemelen sonsuz aşk bir efsaneden ibaret olmadığını söylüyor Fisher ancak doğru insanı seçmek koşuluyla bu mümkün olabiliyor.
İlk Bakışta Aşk Gerçek Mi? Yoksa Masalsı Bir Şey Mi?
Bilim insanları tarafından yıllardır tartışılan diğer ilginç konu ise şudur. İlk bakışta aşk gerçek mi? Yoksa masalsı bir şey midir? Bazı bilim insanları İlk bakışta aşkın olmadığını şu varsayımla savunurlar o insanı ilk kez gördüğün zaman onun fiziksel özellikleri hakkında fikir sahibi olursun o anda hissedilen duygunun aşk değil şehvet duygusu olduğu söylenir. O anda muhtemelen aşırı derecede dopamin artılının uyandırdığı şehvet duygusu olabileceğine dayandırılmaktadır. Diğer varsayımı destekleyen Helen Fisher ve diğer bilim insanlarına göre ilk bakışta aşkın var olduğunu söylemekle birlikte bunu kanıtlanın da oldukça kolay olduğunu söylüyorlar. O anda gerçekleşen şeyin beyin tarafından karşıdaki insanın aşk merkezindeki en hassas noktalarla tam olarak örtüştüğünü hesaplanmasıdır. Bu olgu insanların arayıp bulacağı bir şey değil öyle veya böyle bazen bu kendiliğinden gerçekleşen bir şeydir. Tanımadığımız bir insanla ilk kez tanıştığımızda içgüdüsel olarak içimizde stres, korku ve merak uyanmaktadır. Bunun adı ise neofobi’dir. Ancak aşk sayesinde bu problemin üstesinden gelindiği söylenmektedir. Çünkü o kadar da seçici olmanın anlamsız olduğunu öğrendik. Peki, bunu nasıl öğrenmiş olabiliriz. Aşk beynin olumsuz duyguları ve eleştirel bakışı ile ilgili bölümünü devre dışı bırakmaktadır. Aslında bu durumu bir deyimle açıklamak daha anlamlı bir hale geliyor. Aşkın gözleri gördür deyimin bilimsel karşılığı olduğu söylenebilir. Aynı zamanda aşk karşıdaki insanla her yakınlaşmada ve karşılaşmada o kişiyi ödüllendiriyor yani serotonin, dopamin ve oksitosin gibi insanı mutlu eden hormonlar iki yabancı insan arasındaki sosyal mesafeyi tamamen ortadan kaldırmaktadır ardından bu durumdan oluşan stres hem bedenimizde hem de beynimizde bazı değişiklere neden olmaktadır. Bu değişikler insanda endişe, uykusuzluk, avuçların terlemesi ve iştahsızlık gibi durumlar söz konusudur. Ancak o insanla ilgili olan her şey en ince ayrıntısına kadar hatırlanır bunun nedeni ise nöradrenalin denilen bir hormondan kaynaklanır. Fakat bu durum bazen çok tehlikeli boyutlara dönüşebiliyor. Özellikle tutku ve saplantıdan sorumlu dopaminin aşırı derecede salgılanması halinde bu kişiyi kara sevda denilen bir rahatsızlığa yol açıyor ve bu durum beyne oldukça zarar veren rahatsızlara yakalanmasına sebep olmaktadır. Bu insanın akli dengesini bozarak çılgınca şeyler yapmasına neden oluyor. Bu tür durumlarda mutluluk hormonu olan serotonin salgılanmasının yüzde 40 azalmasından dolayı kişi depresyona girmektedir. Kadınlar ve Erkekler üzerinde fonksiyonel emar kullanılarak yapılan çalışmalarda kara sevdaya tutulan erkeklerde beynin bir bölgesinde aktivite gösterirken, kadınlarda ise üç bölgesinde yoğun aktivite varlığı tespit edilmiştir. Yani kadınların yaşadığı psikolojik ve duygusal hasar erkeklere göre daha ağır olduğunu göstermiştir. Kara sevda denen şey tedavi gerektiren bir rahatsızlıktır. Ancak bazı bilim insanları aşkın kendisinin de bir takıntı olduğu görüşünü savunurlar. Öte yandan bu stres kadınlarda oksitosin salgılanmasını tetiklemektedir. Çünkü beyin kendisini stres ve acıdan korumaya çalışmaktadır. Fakat oksitosin zaten bağlanma ve güven hormonudur. Uzmanlar ilk randevunun romantik olmamasını tavsiye ediyorlar. Yani romantik bir akşam yemeği gibi aktivitelerden kaçınılması gerekiyor. Bu tür romantik ortamlar yerine Örneğin, buz pistinde birlikte paten ile kaymak gibi ekstremal aktiviteler denenmelidir. Çünkü bu sırada yaşanacak tesadüfen el dokunuşları oksitosinin daha sağlıklı bir şekilde salgılanmasını sağlamış olacaktır.
Romantik Aşk Duygusunun Etkileri
Romantik aşk duygusunun etkisi her insanda farklı bir his mi uyandırıyor. Bazı bilim insanlarına göre elbette hayır…! Nöroloji açıdan bu duygu insandan insana değişmemektedir. Fakat aşk duygusuna ulaşma yolları ve süreleri farklılık gösterebiliyor. Uzun zamandır bir arada vakit geçirmelerine rağmen insanların birbirlerine âşık olmaları oldukça uzun zaman alabiliyor. Ancak bazı insanlarda bu durumun aksine aşk duygusu hemen başlayabiliyor. Bu ilişkilerde çok fazla ihtiraslı ya da daha soğuk olma söz konusudur.
Oxford Üniversitesi deneysel psikoloji bölümünde sosyal ve evrimsel Sinir Bilimci Araştırma Grubunun Başkanı olan İngiliz antronopolog Robin Dunbar aşkın çevremizde bir koruyucu tutmanın bir yolu olarak ortaya çıktığını düşünüyor. Fakat bu araştırma sonucunda tek eşliğinde bağlanmanın çok daha sonra 1,8 milyon yıl önce ortaya çıktığını göstermektedir. Fakat aşk son derecede eski bir olgudur. Helen Fisher ise aşk duygusu milyonlarca yıl önce türümüzü devam ettirmek için verildiğini ve aynı zamanda çiftleşme sürecini başlatmak için geliştirildiğini belirtiyor. Memelerin % 97’si yavrularını birlikte büyütmek için çiftleşmezler. Robin Dunbar bu durumu şöyle açıklıyor. İnsanlar genel anlamda duygularını kelimelerle ifade etme konusunda oldukça zorlanırlar ya da duygularını kelimelere dökemezler. Aynı zamanda yaşadıklarını anlayamadan yaşarlar ve bu duyguları en iyi ifade eden insanlar şüphesiz şairlerdir. Bu yüzden insanlar şiir okumaları gerekir. Böylece şairlerin aracılığıyla kendi duygularını anlamaya çalışmaları gerekmektedir.
Aşk Acısının Veya Ayrılık Acısının Fiziksel Etkileri
Hayvanlarda Romantik Aşk Duygusu Olabilir Mi?
Romantik Aşk Duygusu Ve İhanet
- İlk gerekçe; Bu tamamen cinsel nedenlerle ilgilidir. Tahrik edilme veya farklı partnerlere sahip olma arzusu içinde olmak.
- İkinci gerekçe; Bu duygusallık ile ilgilidir. Çiftlerden birinin evliliğinde yaşayamadığı tutkuyu dışarıda arama arzusudur.
- Üçüncü gerekçe; Kişi kendi öz güvenini kazanılması adına daha güzel ve saygın bir partner bulma arzusudur.
- Dördüncü gerekçe; Bu dış faktörlerle ilgili bir durumdur. Yani kariyer basamakları hızlı atımlarla çıkma arzusu ya da daha önceden uğradığı bir ihanetin intikam alma isteği ile ilgilidir.
Aşkın evrimsel nedenleri hakkında yapılan çalışmalarda bilim insanları primatları incelediler. Şempanze ve Babunların çok eşli olduğu Gibon ve Marmoset gibi maymunların tek eşli oldukları ortaya çıkmaktadır. Fakat çeşitlilik bu kadarla sınırlı kalmamıştır. Bazı hayvanlarda erkekler bazı hayvanlarda ise dişiler çok eşli olduğu anlaşılmıştır. Ancak en şaşırtıcı olanı ise insanlardır. Türümüz çok eşli olmasına rağmen tek eşli eğilimi göstermektedir. Bunun nedeni ise insanların kurdukları sosyal yaşam tarzıdır. Atalarımızın veya ilkel çağlarda yaşayan insanların avcı ve toplayıcı oldukları dönemlerde mülkiye çekirdek aile kavramı diye bir şey yoktu. Çocuklar ise bütün sürünün himayesi altında olurlardı. Bazı bilim insanlarına göre aşk evlilikleri ve çekirdek aile kavramları insanların yerleşik yaşama (Neolitik dönem) geçmeleri ile başlamıştır. Aynı zamanda mülkiyet, kültür ve ahlak kavramları da yerleşik yaşama geçtikten sonra bir anlam kazanmış oldu. Eski çağlarda yaşayan atalarımız arasındaki aşk ve bağlanma duyguları, sadakat ve aldatma ihtimalinin dışlanmasına yönelik bir sözleşme olmasıdır. Bu nedenle insan evrimi biyolojisi ile kültür arasındaki bir çatışmaya işaret etmektedir. Evet, sadık olmak bir erdemdir. Ancak vahşi doğanın içinde ve bize miras kalan bilinçdışında erdem bulunmamaktadır. Buranın çalışma biçimi ahlak dışı olmasıdır.
Aşkın İnsan Beynindeki Etkilerini Gösteren Deneyler
Bilim insanlarının aşkın insan beynindeki etkilerini gösteren araştırmalarından biride New York Einstein Türk kolejinde nöroloji profesörü Lucy L. Brown önderliğinde şaşırtıcı ve ilginç bir deney yapıldı. Bir sabah âşık olduklarını düşünen çiftlerin araştırma merkezine gelmeleri istenen bir ilan verildi. Fakat bu çiftlere beyin taraması yapılmadan önce bazı soruların yanıtlanması için form kâğıtları verildi. Bilim insanları bu çiftlerin gerçekten âşık olduklarına emin olunması gerekiyordu. Bu formda aşık çiftlere sorulan bazı sorular,
- Birbirinize sık sık dokunuyor musunuz?
- Aynı eşyaları kullanıyor musunuz?
- Birbirinizin gözlerine bakıyor musunuz?
Bu tür soruların yanıtlarına evet diyenler gerçek âşıklar oldukları belirlendi. Deney sırasında sevdikleri insanların fotoğrafı gösterirdi. Aynı zamanda o kişiyi düşünmeleri istendi. Bu sırada beyinlerde olan her şey net bir şekilde izlenirken bu sırada beyinde bazı değişikler meydana geliyordu. En çok hareketli olan bölüm ise beynin su portakal serum denilen bölgesinde gerçekleşmişti. Bu beynimizin en eski parçalarından biri olmasının dışında temel ihtiyaçlarımızdan sorumludur. Yani yemek, su, oksijen ve uyku gibi en temel ihtiyaçlarımızdan meydana gelmektedir. Bu ihtiyaçlardan her hangi biri karşılanmadığında yaşamamız son bulmaktadır. Lucy L. Brown’a göre aşkında temel ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu ortaya koyuyor. Bilim insanları aşk duygusunu neden olan hormonları doğru bir şekilde kontrol ederek beyinde suni yoldan aşk yaratılıp yaratılmayacağını öğrenmeye çalışırdı. Ancak bunun mümkün olmadığı anlaşıldı. Bir insana karşı güçlü cinsel duygular hissedebilir. Fakat o insanın diğer insanlardan daha fazla sevilmesi, beyin kimyasında daha fazlası gerektirmektedir.
Saint Petersburg Devlet Üniversitesinden Profesör Konstantin Korotkov ekibi ile birlikte aşkın beyindeki etkisini sıra dışı bir deney ile kanıtladı. Yapılan deneyde birbiriyle duygusal bir bağı olmayan genç bir erkek ve bir kadın kaplı bir odaya gönderildi. Vücutlarına sadece enerji düzeylerini görebilecek vericiler yerleştirildikten sonra ilişkiye girmeleri istendi. Bu deneyin sonucunda ise duygusuz bir ilişki sırasında her iki kişide yüksek enerji harcadı. Özellikle erkeğin bütün enerji kadına geçti. Böyle durumlarda her iki tarafta enerji kaybederek bitkin düşer ve bazen de mide kalkması hissedilir. Bu deney birçok ayrı insanlar üzerinde defalarca denendi ancak her seferinde aynı sonucu verdiği gözlemlendi. Enerji düzeyi önce hızla yükseliyor ve daha sonra büyük bir hızla düşüyordu. Âşık çiftlerin enerji düzeyi göstergelerinde ise enerji hem eşit hem de daha yüksek ve asla düşmüyordu. Bilim insanlarına göre bu durum tam anlamıyla tatmindi. Deneyin sonucunda her iki kişide çok özel bir şey yaşadıkları hissini deneyimleniyor. Aynı zamanda romantik aşk duygusu devam ettiği sürece her defasında bu büyülü anlar devam ediyor.
Aslında bu duygunun çoğalma içgüdüsüyle hiçbir ilgisi olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalındığı anlaşılıyor. Çünkü o çoğalma ihtiyacı olmayan insanlara da uğrayan bir şey. Öyleyse, bu şey her neyse hissedebildiğimiz ancak anamadığımız bambaşka bir gizem olduğu ortaya çıkıyor. Bu herkesin çok iyi tanıdığı ve kendine göre ifade edebildiği kadarıyla bir kavramdan başka bir şey değil. Yani bu sadece aşk…..!
Hiç yorum yok