Header Ads

CHILDREN'S DREAM FAIRY


    Diana Botan’ın düşlerdeki ikinci adı Anna olan bu özel kadınla ben klavye tuşlarının ardındaki sihir ile tanışalı neredeyse üç ay oldu. Bu sihir kalın bir romanın içinde yer alan satırların içinden gün yüzüne çıkan kelimeler ve cümleler gibiydi. Anna Moldovalı çocukların hayallerindeki düş perisi olmuş özel bir kadındı. Aynı zamanda Moldova’nın Chisinau kentinde ‘’Alexandru loan Cuza’’ okulunda engelli ve normal çocuklar için gerçek hayat ile rüyalar arasına büyülü bir köprü kuran gerçek bir düş perisiydi. Anna henüz 16 yaşlarında genç bir kızken Almanya’nın şehirlerinden birinde soğuk bir akşam saatinde, evinin sıcak odasında bir koltuğa oturmuş televizyon kanallarının birinde yeşil çimlerin üzerinde 22 garip adamın bir topun peşinde koşturduğunu gördü. Bu insanların inanılmaz mücadelesini şaşkın gözlerle uzun bir süre izdi. Bu ilginç oyun Anna’yı etkilemişti. O akşamın ardından bu garip oyun ve yeşil çim kokusu genç kızın ruhunu ve kalbini okşayan bir tutku haline gelmişti. Anna’ın futbola olan tutkusu o yaşlarda bir televizyon kanalında ilk kez izlediği bir futbol karşılaşmasında başlamıştı. Futbol spikerlerinin sık sık dile getirdiği efsanelere konu olmuş bir deyim vardır. Futbolun bir ruhu olduğu ve futbol topunun yaşayan bir varlık olduğu söyleniyor. Evet, Futbol topu kendisi dilediğinde o iki direk arasındaki devasa kalenin içindeki ağlarla buluşuyor. Ancak eğer futbol topu bunu istemezse, ne yaparsan yap asla 7,32 metre uzunluğu, 2,44 metre yüksekliği olan kalenin içindeki ağlar ile topu buluşturamazsınız. Bu neredeyse imkânsız hale gelir. Yıllar yılları kovaladı ancak yeşil çimlerin üzerinde her iki kalenin önlerinde oradan buraya yuvarlanan futbol topunu takip eden mavi gözler ve heyecanla kalp atışları hızla atarken ayrıca kalp ritimlerine göre yüz ifadesi değişiyordu. Sanki futbolun ruhu güzel yüzüne yansıyordu. Bu yaşanan heyecan dolu anları Anna’ın kalbinde ilk günlerdeki yaşadığı heyecan gibi yaşatıyordu. Yıllar içinde o genç kızın futbol tutkusu bir aşka dönüşmüştü. Anna, ‘’Alexandru loan Cuza’’ okulunda 12 ile 17 yaş arasındaki çocukların ev ödevlerine yardımcı oluyor. aynı zamanda İngilizce dersler veriyordu. Ancak Anna’ın zihnini meşgul eden düşüncelerin içinde müthiş bir fikri vardı. Yıllardır kalbinde yaşattığı futbol tutkusu ve çocuklara olan sevgisi bu fikrin temelini oluşturuyordu. Anna Okul içinde futbol tutkusu olan çocuklarla birlikte spora ve futbol sevgisini aşılamak amacıyla ‘’küçük futbol taraftarlarının kulübü’’ adında bir kulübün 2019 tarihinde kurulmasında öncülük yapmış, ayrıca üç yıl önce Anna’ın müthiş fikri ile birlikte Alexandru loan Cuza okulundaki yöneticilerin katkısıyla çocukların hayalleri gerçeğe dönüşmüştü. Anna’ın fikri antrenörler, Moldovalı futbolcular ile çocukları bir araya getiren proje, aynı zamanda çocukların hayallerine kurulan bu büyülü köprü Moldova’ın ilk ve tek sihirli köprüsü olmuştu. Anna yorucu bir günün ardından akşam eve döndüğünde ve yatağa uzandığı zaman tüm bedeni yorgun, kalbi mutlu ve huzurlu ve Anna’ın zihninden akan düşünceler de ise, çocukların futbol ile ilgili sorduğu ilginç sorular, çocukların okulda geçirdikleri unutulmaz futbol aktiviteleri, antrenörler ve futbolcular çocuklarla buluştukları anlarda çocukların yüzlerine yansıyan harika tebessümler vardı. Anna’ın zihninde canlana bu tebessümlerin her bir karesi canlanıyordu. Aynı zamanda bu düşünceler bir yerden bir yere akarken, huzur dolu kalbi ile uykuya kalıyordu. Evet, Dünya’da yaşanan birçok kötü şeyin içinde bir nur gibi parlayan bir güzelliği görmek harika bir şey, ancak bu güzelliğin bir parçası olmak işte bu özel bir şeydir.


Ann’ın Futbol Tutkusu 

    Anna’ın yıllar önce izlediği ilk futbol maçının ardından başlayan futbol tutkusu, Anna’ın 2011 yılının Mayıs ayında ‘’Futbol, Hayaller ve Gerçek’’ adlı yayınlanan kitabı sadece kütüphane raflarını süsleyen bir kitap değildi. Bu emek uzun bir sürecin ardından iyi bir araştırma sonucunda ortaya çıkan aynı zamanda saygıyı hak eden değerli bir kitaptı. Bu kitabın zengin içeriğinde, Moldova Cumhuriyeti Milli Futbol Takımının oynadığı oyun, koçlar ve milli futbolcuların sahaya yansıttıkları performansları ve futbolun saha içi sistemi gibi; ‘’Futbol, Hayaller ve Gerçek’’ adlı kitabın birçok satır aralığından seçilen bazı başlıkların sadece birkaç örneğinden biridir. Anna’ın futbol hakkındaki fikirlerini, düşüncelerini ve iyi bir araştırmanın sonucunu yansıtan bu kitap üzerinde Moldova Futbol Federasyonu uzun yıllar çalışarak bu değerli eserden yararlanmıştır. Aynı zamanda Anna Moldova’da futbol hakkında bir kitap yazan ilk kadın olma özelliğini taşıyordu. Anna, çocukların düş perisi mi? Yoksa Futbolun düş perisi mi? olduğuna karar vermek oldukça zor görünüyor ancak Anna Futbolun büyüsünü ve ruhunu kalbinde hissetmiş nadir kadınlardan sadece biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

Anna’ın Moldova Ve Türk Futbolu Hakkındaki Düşünceleri 
Sorulan birkaç soru üzerine, Anna öncelikle sözlerine şöyle başladı. ‘’Korona virüsünün etkileri tüm dünyada olduğu gibi Moldova futbolunu ve normal hayatı oldukça kötü etkiledi. Öncelikle milli takım maçlarını çoğunlukla yurtdışında oynadık. Ulusal bölümümüzde birçok oyun veya etkinlik iptal edildi. Ve taraftarı olmayan maçları gerçekten çok kötü buluyorum. Taraftar yok, normal oyun yok. Futbol akademilerinde oynayan çocuklar oyun oynayamıyor, antrenman yapamıyorlar, ve Anna sözlerine şöyle devam etti. Bence Moldova'nın futbolda gidecek uzun bir yolu var, belki yıllar sonra. Moldavya futbolunda normal bir seviyeye ulaşmak için birçok şey değiştirilmeli ve yapılmalıdır. Ve sadece kendini futbola adamış, futbolu seven ve ona herhangi bir yolsuzluk olmadan yatırım yapan insanlarla, Avrupa'ya ya da diğerine ulaşana kadar futbolun Moldova Cumhuriyeti'nden çok daha iyi olduğu (daha önce Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan) dünyanın bazı bölgelerinde, diğer ülkelerden çok şey öğrenmemiz gerekiyor. Ve Futbol milli takımımızın baş antrenörü Engin Fırat'ımız var. Bence geldiğinden beri takımımızı daha yükseğe çıkarmak için mümkün olan ve olmayan her şeyi yapıyor. Türk ve Alman futbolu ile futbolda çok tecrübesi var. Ve sanırım Moldova futbol tarihimizde ayak izlerini bırakacak. Ama genel olarak, Türk futbolunun buradan çok daha iyi ve çok sayıda fırsata sahip olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Türkiye Süper Liginde bir Türk takımında oynayan bir Moldavya oyuncumuz var. Adı Alexandru Epureanu. Ve Anna, Türk oyuncu olarak Hakan Şükür’ü tanıyorum. Ve yıllar önce milli takımımıza karşı oynamıştı.’’ Dedi.

Elbette, Türk futbolu hakkında birkaç söz söylemek gerekirse, korona virüsü Dünya ve Avrupa futbolunu oldukça olumsuz yönde etkilediği bir gerçek, ancak korona virüsünün Türk futboluna olan etkisi, Futbol Kulüp Başkanlarının ekosunu tatmin eden transfer politikalarını oldukça etkilendiği söylenebilir. Futbol Kulübü Başkanları ve yöneticilerin sadece taraftarının cebindeki parayı düşünürken taraftalar ise sevdiği futbol takımın bir parçası olduğunu hissederek maddi ve manevi olarak destekler ve futbolun ruhunu kalplerinde hissederler. Futbol seyircisi kesinlikle sinema, tiyatro veya opera seyirciler gibi değildir. Futbol duygusal bir oyundur. Zaten insan da duygusal bir varlıktır. Bu döngü böyle devam eder. Elbette, bu durum Türkiye’ye özgü bir durum değil, ancak Türkiye’de futbolseverlerin duyguları ile birlikte cebinde taşıdığı paranın son kuruşuna kadar sömürülüyorlar. Elbette bu sistemin oyun kurucu devlet olduğu görülüyor. Ve TFF ve Futbol Kulüp Başkanları kurulan düzenin küçük bir parçası olduğu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Futbol Kulüp Başkanları en fazla 3 yıl Kulüp Başkanlığı yapıyor ve geriye bıraktığı tek şey ise enkaz oluyor. Çünkü kulüp kasasından harcadıkları milyon dolarlar kendi paraları değil. Geriye sadece borç batağına bırakılan Futbol kulüpleri oluyor. Türkiye’de futbolcular kazandıkları milyon dolarlardan 1 Sent vergi bile ödemiyorlar. Ancak bu vergileri ödeyen Futbol kulüpleri oluyor. Elbette bu kâğıt üzerinde böyle, Türkiye üç büyükler diye adlandırılan Futbol kulüpleri harcadıkları milyon dolarlık transfer ücretlerini ve futbolcu maaşlarının vergisini düzenli bir şekilde ödenmiyor. Devlet asgari ücretle çalışan bir işçinin kazancının her ay vergisini düzenli bir şekilde alıyor. Kimsenin gözünün yaşına bakmadan çatır çatır vergisini alıyor. Ancak futbol kulüpleri söz konusu olduğunda her şey değişiyor. Sorulması gereken soru şu, Avrupa Devletleri, Avrupa futbol kulüplerinden ve futbolcularından vergileri çatır çatır alıyor. Ve af diye bir şey yok. Fakat Türkiye ‘de bu sistem tersine işliyor. Türkiye futboldan kazanılan kazancın vergisi konusunda neden bu kadar iyimser bakıyor. Bunun cevabını bu yazıyı okuyan insanların hayal gücüne bırakıyorum. Eski Galatasaray Başkanı saygın işadamı Ünal Aysal döneminde bir depoda bulunan bir tır dolusu GS Store ürünleri gizemli bir şekilde kayboldu. Ve bu sır perdesi bir türlü aydınlatamadı. Belki de Ünal Aysal Galatasaray Lisesi mezunu olduğundan dolayı olabilir. Bilinmiyor ancak bilinen tek şey bu sır perdesinin Galatasaray Divan kurulunda örtbas edilmesiydi. Örneğin, 1980’li yıllarda Devlet televizyonu TRT’de bazı Türkiye liginin bazı maçlar canlı yayınlanıyordu. Bu durum Özel televizyonlar kuruluna kadar devam etti. Türkiye’nin ilk özel televizyonu Star TV’idi. Ve Star TV 1994 yılında başlayan UEFA Şampiyonlar Liginin yayın haklarını alarak 2000’li yılların sonlarında kadar salı ve çarşamba günleri canlı naklen maç yayınları ve harika Şampiyonlar Ligi spor programları yaptılar. 1994 yılında Şampiyonlar Ligi eleme maçında Galatasaray’ın Manchester United FC elemesi sonucunda UEFA Şampiyonlar Ligi statüsünü değiştirmesine neden olmuştu. Zaman akıyor, Dünya’da her şey değişiyor ancak sömürgeciler ve sömürünler asla değişmiyor. Değişen bu dönemde Türk futbolunun problemi korona virüsü ya da başka bir şey değil. Türk futbolunun sorunu son 15 yıldır kokuşmuş siyasetin yeşil sahalarda bulaşmış olmasıdır. Günümüzde kulüp takımlarının formalarını giyen futbolcular yerine takım elbiseli politikacı abilerin yeşil sahalardaki mücadelesini izliyoruz. Türk futbolunda her zaman bir siyaset vardı. Aynı zamanda Dünya ve Avrupa futbolunda da siyaset mevcut, ancak son 15 yılda siyasetçiler futbolun ruhunu öldürdüler. Büyük kulüplerin milyonlarca dolardan oluşan vergi borçları bazı dönemlerde sistematik olarak ya silindi ya da ötelendi. Elbette, bu kulüp başkanının hükümetle olan ilişkisine göre şekillenen bir durumdur. Süper ligde mücadele eden Belediye futbol kulüplerinin milyon dolarlar harcayarak en popüler futbolcuları hangi kaynaklarla transfer edebildiği merak konusu olmasının dışında ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bu futbolculara ödenen paralar Belediye futbol kulüplerin kasasından mı çıkıyor yoksa halkın cebinden mi çıkıyor. Bunu bilmiyoruz çünkü bu devlet sırrı…! Örneğin, eski Barcelona’lı yıldız futbolcu Arda Turan; Aynı zamanda bu Belediye futbol kulüplerinin günlük yevmiye karşılığında 50 kişiden oluşan bu taraftarlar tribünlerde Mehter marşı çalmaları bu durumu daha da ilginç hale getiriyor. Ancak bu proje takımı geçen yıl Türkiye Süper liginde şampiyon oldu. 50 kişiden oluşan taraftarlar şampiyonluk kutlaması yaptılar mı bilinmiyor. Ancak Türkiye Futbol Federasyonu ilginç bir karar alarak 18 takımlı Süper lig, bu sezon 21 takıma yükseltirdi. Ve alt ligden gelen üç takım ilave edildi. Böylece Türkiye Süper ligi 21 takımlı oldu. Ve bu sezon dört takım küme düşecek ve 20 takımlı bir lig olarak devam edecek. Bu ilginç kararın gerekçesi ise küme düşen üç takım korona yüzünden çok fazla etkilendi. Ancak şampiyonluk mücadelesi veren takımlar Galatasaray SK, Trabzonspor, Sivas spor ve Beşiktaş JK korona virüsünden hiç etkilenmedi. Sonunda İstanbul Başakşehir FK şampiyon oldu. Süper lig puan durumunu gösteren tablodaki alt takımlar yani küme düşme mücadelesi veren takımlar korona virüsünden çok fazla etkilendiler. Ancak Üst takımlar yani şampiyonluk mücadelesi veren takımlar hiç etkilenmedi. Ancak ilginç olan durum bu değil. Şaşırtıcı bir şekilde büyük kulüplerin hiç biri bu duruma itiraz etmediler ve bu kararı memnuniyetle karşıladılar. Elbette, Türk futbolunda yaşanan gariplikler bununla sınırlı değil. Beşiktaş JK’ünü borç batağına sokarak uçurumun kenarına kadar getiren Yıldırım Demirören’i hükümet 26 Şubat 2012 tarihinde Bağımsız Türkiye Futbol Federasyonunun 41. başkanı olarak resmen atadı.


Türk futbolseverleri Demirören başkanlığında birçok ilginç olaya şahit oldu. Yaşanan en ilginç hikâye şöyle başlamıştı. Türkiye Futbol Federasyonu 2011-2012 sezonunda bir kez uygulanmak üzere play-off uygulaması getirdi. Şampiyon olan takımla birlikte ligin ilk 4 sırasında bitiren takımlar tekrar şampiyonluk grubu adı altında mücadele ettiler. Amaç ise Lig TV’nin yüksek bir bedelle satın aldıkları yayın ihalesinin masraflarını çıkarabilmekti. Lig bittiğinde Galatasaray SK en yakın rakibi Fenerbahçe’ye 9 puan, Trabzonspor’a 21 puan ve Beşiktaş JK ise 22 puan fark atarak şampiyon oldu. Ancak bu 4 takım farklı bir mücadelenin içine girdiler. Bu mücadelenin adına da Süper final adı denildi. Son mücadele Fenerbahçe’nin kendi stadyumu olacaktı. Yani Kadıköy cehenneminde…! Ancak bu ifade yanlış anlaşılmasın; Rakip takımlara karşı oynadığı harika futbolla ve rakip oyuncaların bir cehennemde olduklarını hissini yaşatan Ali Sami Yen cehenneminden bahsetmiyorum. Galatasaraylı taraftarlarının popüler bir sloganı var. ‘’Wellcome to hell’’ Yıllar önce İtalyan futbolcu Paolo Maldini, eski Ali Sami Yen Stadyumu’nun atmosferi hakkında şöyle demişti. ‘’Kimse bana o statta 20.000 kişi olduğuna inandıramaz’’ Hayır, kastettiğim bu değil. Evet, Kadıköy cehennemi sadece Galatasaray için geçerli yani 21 sezondur o statta Galatasaray Fenerbahçe’yi yenemedi. Elbette bu Fenerbahçe’nin müthiş oyunundan veya taraftar baskısından dolayı değil. Bu tamamen politik oyunlarla ilgili bir şey; Bir dönem Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırımının Fenerbahçe ile Galatasaray derbisi öncesi Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda büyü yaptırdığına dair ilginç nesneler bulunduğuna dair ana akım medyada ciddi haberler çıkmıştı. Ancak bu sadece rivayetten başka bir şey değildi. Uzun yılların ardından Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım tekrar başkan seçilememiş ve Kadıköy büyüsünün bozulması da çok gecikmedi. Geçen sezon Galatasaray Kadıköy’de sadece skor olarak değil oyun olarak Fenerbahçe’yi ezmişti. Maçın ilk yarım saatlik diliminde 5- 0 öne geçmesi içten bile değildi. Ancak 21 sezon sonra deplasmanda Galatasaray harika bir oyunla Fenerbahçe’yi 3- 1 yendi. Bu derbide Aziz Yıldırım yoktu ama karakteri hala Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde yaşamaya devam ediyordu. Yeni Fenerbahçe Başkanı Ali Koç anlamsız bir şekilde yenilgiyi hazmedemediği için alt tribündeki insanlara saldırdı. Sanki Ali koç, Aziz Yıldırımın bıraktığı mirası devralmış gibiydi. 

    Evet, Süper final maçı Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi 18 yıldır yenemediği Kadıköy cehenneminde oynanacaktı. Ancak Galatasaray SK Kadıköy deplasmanından 1 puan alması halinde bir sezonda ikinci kez şampiyonluğunu ilan edecekti. TFF bir hafta öncesinden aldığı ilginç bir kararla Süper finali kazanan takıma kupayı Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda vereceğini açıkladılar. Ancak Galatasaray SK taraftarları hariç hiç kimse Galatasaray’ın şampiyon olacağını aklının ucundan bile geçirmiyordu. Herkes Fenerbahçe’nin şampiyon olacağına emindi. Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarı olsun olmasın herkes tarafından neredeyse ülkenin yarısı ile birlikte TFF Başkanı Demirören, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe taraftarı olan Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçe’nin şampiyon olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. TFF Başkanı Demirören şeref tribünlerine şampiyonluk kupasını gururla getirdi. Fenerbahçeliler için rüya gibi başlayan gecenin sonunda acı bir tablo ile karşılaşmışlardı. Fenerbahçe ile Galatasaray maçı berabere bitmiş ve Galatasaray SK Fenerbahçe’nin kendi mabedin de tekrar şampiyon olmuştu. Ancak şaşırtıcı olan bu değildi. Galatasaray’ın hak ederek kazandığı şampiyonluk kupasını Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ben kendi stadyumunda Galatasaray’a şampiyonluk kupasını verdirmem dedi. Bir süre sonra TFF Başkanı Demirören’den bir açıklama geldi. Açıklama ise şöyleydi. Şampiyonluk kupasını yarın Galatasaray’ın kendi stadyumun olan Ali Sami Yen’de verilecek. Elbette, Galatasaraylı yöneticiler bunu kabul etmedi. Neredeyse 1 saat geçmişti taraftarlar stadyumu terk etmiş Galatasaraylı futbolcular ise soyunma odasının koridorlarında şampiyonluk kupasını bekliyordu. Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumu çevresinde ise Türkiye’de hafta boyunca televizyonlarda yayınlanan spor programlarında Fenerbahçe’yi favori gösterilmesinin ötesinde kesin kazanacağına yönelik fanatik konuşmaların yapıldığı spor programlarının yanı sıra neredeyse toplumun çoğu Fenerbahçe’nin kazanacağından emindi. Bu durumda Fenerbahçeli taraftarlarını beklentisini yüksek seviyelere çıkarmıştı. Ama Fenerbahçeli taraftarları ve TFF Başkanı Demirören bu skoru beklemiyordu. Bu beklentinin sonundaki hayal kırıklığı Fenerbahçe taraftarlarını çıldırttı. Aslında bu sadece futbol maçıydı. Ancak kokuşmuş siyasetin sonucunda Fenerbahçeli taraftarlar polis araçlarını ve GS Store mağazalarını yaktılar. Caddeleri savaş alanına çevirdiler. Ve Galatasaraylı futbolcular hala soyunma odasında şampiyonluk kupasını verilmesini bekliyorlardı. Ve TFF’ den yeni bir teklif geldi. Kupayı soyunma odasında verelim. Galatasaray bunu hemen ret etti. Çünkü biz bu kupayı soyunma odasında kazanmadık. Kadıköy’ün çimlerinin üzerinde kupamızı alacağız. Yoksa sabaha kadar beklemeye hazırız. Dediler. Ak Partiye yakın bir Galatasaraylı yöneticisi Recep Tayyip Erdoğan’ı aradı. Ve şöyle dedi. Sayın Erdoğan hak ettiğimiz kupayı bize vermiyorlar lütfen buna müdahale edin. Kısa bir süre sonra TFF’ den bir açıklama daha geldi. Şampiyonluk kupasını 10 dakika sonra Galatasaray’a vereceğiz. Ancak Şükrü Saraçoğlu Stadyumun ışıkları yakılmamıştı. Şükrü Saraçoğlu stadyumun çimlerinin üzerinde ve karanlığın içinde ışık gibi parlayan şampiyonluk kupasını Galatasaray kaptanı gururla kaldırdı. Böyle bir rezillik dünyanın neresinde olmuştur. Bilinmez ancak 12 Mayıs 2012 tarihinde maalesef bu rezillik yaşandı. TFF Demirören döneminde Galatasaray SK birçok kupa kazandı. Ancak Demirören kupa törenlerinde çeşitli bahaneler söyleyerek katılmadı. Hafızalarda kalan ise Galatasaray’ın kazandığı Türkiye kupası töreninde Demirören Galatasaraylı futbolculara sırasıyla altın madalyonlarını veriyordu. Ve o an, tarihi bir an yaşandı. Sıra Galatasaraylı futbolcu Felipe Melo’ya gelmişti. Demirören tokalaşmak için Melo’ya elini uzattı ancak Melo, Demirören’in elini sıkmayarak protesto etti.

    Galatasaray’ın efsane futbolcusu Hakan Şükür futbolu Galatasaray’da bıraktıktan sonra Ak partinin desteği ile Türkiye’de Spor Bakanı olmuştu. Ancak bir süre sonra ilginç bir şekilde vatan haini ilan edildi. Ve ABD’ne kaçtı. Türk halkı şaşırtıcı bir şekilde ülkeden kaçtıktan sonra Hakan Şükür’ün vatan haini olduğunu öğrendi. Günümüzde ise GS TV’de bile onun adı anılmıyor. Bu Anna’ın tanıdığı Türk futbolculardan birinin acı sonuydu. Son 15 yılın Türk futbolu bu tarz saçmalıklarla ve politik oyunlarla geçti. Elbette, son 15 yılda inşa edilen modern stadyumlarından önceki dönemlerde Türk Milli takımı ve Türk futbolu bazı dönemlerde harika başarılar elde etti. Aynı zamanda bu dönemlerde Türkiye ‘de futbolun ruhu eski stadyumların taş bloklardan oluşan tribünlerde taraftarların kalbinde yaşıyordu. Sabahın erken saatlerinde 10 binlerce kişinin başlarında favori futbol takımlarının renklerini taşıyan kartondan yapılmış şapkaları giyen taraftarlar eski stadyumların önünde uzun bir bekleyişin ardından stadyumlara girdikten sonra bir ellerinde favori futbol takımlarının renklerini taşıyan bayraklar diğer ellerinde ise yarım ekmek arası köfte ve ayran oluyordu. Soğuk taş blokların üzerine koydukları kartonun üzerine oturarak maç saati bekliyorlardı. Takımlar saha çıktıklarında 90 dakika boyunca soğuk taş blokların bıraktığı izlerin bir anlamı kalmıyordu. Eski nesil, rant uğruna yapılan modern stadyumları dolduran taraftardan daha şanslıydı. Çünkü kadim zamanlarda futbolun ruhunu ve heyecanın gerçekten kalplerinde yaşamışlardı. Bunlardan biride Galatasaray Lisesi öğrencilerinden biri olan Ali Sami Yen’di. Galatasaray Lisesi öğrenciler tarafından 1905 yılında Galatasaray Spor Kulübü kurdular. Ali Sami Yen ve arkadaşları Galatasaray’ın kuruluş amacını şöyle söylediler. ‘’Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek’’ 100 yıla aşkın varlığını sürdüren Galatasaray spor kulübü Türkiye’nin en iyi markası olmayı başardılar. 100 yıllık Galatasaray tarihinde müzesini kupalarla doldurmuş ve harika başarılara imza atmış bir spor kulübü Galatasaray, aynı zamanda Galatasaray tarihi boyunca muhteşem Türk ve yabancı uyruklu futbolcular Galatasaray formasını terlettiler. Galatasaray’ın en özel ve efsane futbolcusu elbette ‘’Taçsız Kral Metin Oktay’dı.’’ Bir gün Metin Oktay’ın karısı kocasına şöyle bir soru sordu. Galatasaray mı? Yoksa Ben mi? Metin Oktay’ın cevabı ise kısa ve netti. Galatasaray..! Ve Metin Oktay eşinden ayrıldı. Çünkü onun tek aşkı Galatasaray’dı. 1957 yılında Fenerbahçeli bir yöneticinin Metin Oktay’a astronomik bir transfer teklifinde bulundu. Metin Oktay’ın cevabı ise ‘’ Bizi sevenleri üzmeyelim baba’’ diyerek kibarca teklifi ret etmişti. Tanju Çolak, Cevad Prekazi, Hakan Şükür ve Gheorghe Hagi gibi bazı efsanevi futbolcular 1984 ile 2000’li yıllar arasında Galatasaray formasını terlettiler. Bu dönemin en müthiş futbolcusu şüphe yok ki, Gheorghe Hagi’idi. Aslında gelmiş geçmiş en müthiş futbolcularından biri olduğunu söylemek abartılı bir ifade olmazdı. Hagi bir röportajda sorulan bir soru üzerine şöyle cevap verdi. Muhabir; Sizin için Karpatların Maradona’sı olduğunuzu söyleniyor. Hagi; Hayır, bana yakıştırılan bu lakabı sevmiyorum. Ben Maradona değilim. Ve Ben sadece Hagi’yim. Bu özel futbolcu 5 yıl boyunca Galatasaray formasını terletti. Bu dönemlerde Türk futbolu gerçekten de futbolun ruhunu hissettiği dönemlerdi. Türk futbolu hakkında günümüzden geçmişe doğru küçük bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuktan çıkarılacak çıkarım. Türk futbolunun ruhunu öldüren şey, elbette korona virüsü olmadığı açıkça görülüyor. Bu virüs tedavisi olmayan farklı bir şey ….!


Anna’ın Moldova Futbolunun Geleceği Hakkındaki Düşünceleri;
Anna'ın kalbi kırılmış, düşünceli ve endişeli gözlerle sözlerine şöyle başlıyor; ‘’Söylemesi zor. Görünüşe göre bazen ilerliyoruz, ama bazen aşağı iniyoruz. Ve bu bizi yıllar ve yıllar takip ediyor. Bir değişime, temiz havaya ihtiyacımız var. Böylece gelecek nesil futbolumuzla gurur duyduğunu söyleyebilir. Kötü olan şey, yıllar geçtikçe insanların takımlarımızı ve genel olarak futbolu çok az desteklemesi. Ve adreslerinde sadece kötü sözler duyuyorum. Tamamen hayal kırıklığına uğradılar. Ve futbolumuzdaki gerçek durumu yansıtabilecek sporla ilgili neredeyse hiç televizyonumuz veya basınımız yok. Çoğu yalan yazmak için para alıyor. Bu gerçekten üzücü. Ve bir koç ya da futbolcu yalan okuduğunda sinirlenir ya da sinirlenir. Ve onları anlıyorum. Bu tür okumalardan sonra bazıları röportaj vermek istemiyor ya da çok nadir oluyor. Benim bakış açım, dürüst olmanız gerektiği, örneğin ben dürüstüm. Kitabımı yazmaya başladığımda bana sadece gerçeği yazmamı söyleyen birçok antrenör ve futbolcu ile temas halindeydim. Tabii ki yaptım. Ve hala bugüne kadar sadece futbolumuz hakkındaki gerçeği yazıyorum. Ama son zamanlarda ben ve Chisinau'dan okulumuz Alexandru Ioan Cuza hakkında yalanlar yazan bir gazetecide de yalanlarla aynı şey oldu. Moldfooball sitesi - gazeteci Lavrentii Aniscenco ile birlikte, okulumuzda çocuklarımız ve futbolcularla yapılan toplantılar hakkında yalanlar yazdı. İznimiz olmadan bir oyuncuyla tanıştığımızdan fotoğraflarımızı aldık. Çocukları ve futbolcuları birleştirme fikrinin bana ve okula ait olduğundan bahsetmedi. Ama bir futbol kulübüne ait olduğunu yazdı ki bu büyük bir yalan. Ve son futbolcunun ona bunu söylediğini. Yine bir yalan, çünkü Moldova'nın Straseni şehrinden Codru Lozova'dan futbolcu (orta saha) Marian Puiu'yu tanıyorum. Tiraspol'dan Codru Lozova ile Dinamo Auto arasındaki maçtan sonra ilk tanıştığımda bana kim olduğumu sordu. Ona kendimden, projemden ve çocukları ve futbolcuları bir araya getirme fikrimi anlattım. Ve çocuklarla yaptığımız toplantılardan birine konuk olma davetimi kabul etti. Moldova Cumhuriyeti'nin bu türden sadece yalan yazan gazetecilere sahip olması utanç verici. Ama Avrupa'da veya dünyada neredeyse aynı olduğunu düşünüyorum. Ve düşüncelerimi bitirmek için, gerçekten kötü bazı oyunlar izlediğimde hayal kırıklığına uğradım. Ya da antrenörlerimizin ve oyuncularımızın sahada veya hayatta onları takip eden ve destekleyen kişilere saygısı olmayan kötü davranışları. Bu, futbolumuzda sorun olan başka bir şey. Ama bence bunların hepsi ebeveynlerden, evden ve bir çocuğun eğitiminden geliyor.’’

Anna Moldova spor medyasını haklı olarak eleştiriyor. Ancak O Türk spor medyasını tanımıyor. Eğer Anna Türk spor medyasının içinde yer almış olsaydı. Ya bu yapbozun bir parçası olurdu ya da kalbindeki futbol heyecanı tamamen biterdi. Çünkü Türk spor medyası yalanlar üzerine kurulmuş bir düzenin içinde yer alıyor. Türkiye’de kadınların çoğu futboldan nefret eder. Çok az kadın futbolun ruhunu keşfetmiştir. Anna da bu kadınlardan biri ancak o farklı bir ülkede yaşıyor. O Farklı bir kültürün içinde, fakat futbolun ruhu ayrım yapmaz aynı zamanda Futbol tüm farklı kalpleri birleştiren bir özelliği vardır. Bu nedenle futbol tüm dünyada heyecan verici bir spordur. Bende Anna gibi, çocuklu yaşlarda futbolun ruhunu keşfeden insanlardan biriydim. Kısa bir dönem amatör futbol kulübünün tozlu toprak sahalarında futbol oynadım. Aynı zamanda halı sahalarda futbol oynadım. Yıllardır Galatasaray SK ve Avrupa futbolunu takip ettim ve Ali Sami Yen tribünlerinden Galatasaray’ın efsane olmuş futbolcularını izleyen şanslı taraftarlardan biriyim. Örneğin, Gheorghe Hagi…! Ancak artık futbolun heyecanını kalbimde hissetmiyorum. Çünkü Türkiye’deki kokuşmuş siyaset futbolun ruhunu ve heyecanını öldürdü. Futbolun ruhu ve heyecanı bu coğrafyaya tekrar geri döner mi bilmiyorum. Bence bu uzak bir olasılık gibi gözüküyor. Sanırım hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Anna’ın kalbinde taşıdığı futbol aşkını Moldova’da minik bedenlerin içindeki kalplerine futbolun ruhunu ateşleyen kıvılcımı balattı. Ve Anna o çocukların hayallerinde yaşayan düş perisi oldu. Bu yeryüzünde yaşanan kötü şeylerin içinde var olan bir güzelliktir. Tıpkı karanlıkta yanan bir ışık gibi..! Bu güzelliğin bir parçası olmak heyecan verici bir şey......!



Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.