GÖLGELERİN İÇİNDEKİ SESSİZLİK - SERKAN DAĞLI





SERKAN DAĞLI

GÖLGELERİN İÇİNDEKİ SESSİZLİK 





OD Kitap ROMAN

Gölgelerin İçindeki Sessizlik

Serkan Dağlı

ISBN

978-625-6028-09-8

Yayın Koordinatörü

Mahmut Töre

Genel Yayın Yönetmeni

A. Furkan Karatopraklı

1. Baskı Nisan/2024 Ankara

Osman Sami Solak , İvedikköy Mah. 1492. Cad No:39/8 Efe

Plaza Yenimahalle/Ankara

Sertifika No:

70810

©2024 Od Kitap Yayıncılık

Merkez Mh. Hasat Sk. No:52/1 Mecidiyeköy/İstanbul

iletisim@odkitap.com / 0 552 849 53 60

Sertifika No:

67662

Tüm yayın hakları saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılan kısa alıntılar dışında yazar ve yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.





Belki zihninizin karanlık sokaklarında korkularınızdan kaçabilir ya da saklanabilirsiniz. Ancak günün birinde herkes kaçınılmaz korkularıyla yüzleşmek zorundadır.





BİRİNCİ BÖLÜM

HEYECAN VERİCİ SÖMESTİR TATİLİ

 

 

A

ralık ayının iliklerine kadar uzanan soğuğunda sıradan bir günün öğleden sonrası, dört yakın arkadaş üniversite yerleşkesindeki kafede oturuyorlardı. Yerleşkenin en popüler kafesinde üçlü, dörtlü ve beşerli gruplar halinde oturan gençlerin bir kısmı karton bardaklardan çay ve kahvelerini içerken, bir kısmı da karışık tost eşliğinde kola içip birbirleriyle derin sohbete dalıp gitmişlerdi. Bu sırada bazı tutkulu çiftler, göz göze ve el ele tutuşarak kafenin göze çarpmayan alanlarında öğle yemeğinin tadını çıkarıyorlardı. Ülkenin öğrenciler şehri olarak görülen Anadolu’nun yüreğinde yer alan üniversitesinin farklı fakültelerinde eğitim gören Berkant, Zeynep, Arda ve Burcu aynı çatı altında buluşarak güzel bir arkadaşlık grubu oluşturmuşlardı. Berkant İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümü ikinci sınıf öğrencisi, Zeynep Eczacılık Fakültesi üçüncü sınıf öğrenci, Arda Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi ve Burcu ise üniversite de ilk yılıydı. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümüne yeni kayıt yaptırmış çömez bir öğrenciydi. Üniversitenin ilk günlerinde Burcu’nun, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi giriş kapısının karşısındaki ikinci kata çıkan merdivenin sol köşesindeki kahve makinesinin önünde Berkant’la tanışmasının üzerinden aylar geçmişti. Ama Burcu ile Berkant’ın tanışması oldukça tatsız ve gergin başlamıştı. Fakültenin giriş kapısının karşısında bulunan merdivenlerin sol köşede öylece duran kahve makinesinin yan tarafında fakültenin bahçesine bakan bir pencere vardı. Kahve makinesi bu pencere ve üst katlardaki dersliklere çıkan merdivenlerin tam ortasında bulunuyordu. Berkant, kahve makinesinin sunduğu sayısız alternatif kahveden birini seçtiğinde arkasında birinin olduğunu fark etmemişti. O kadar dalgındı ki, belki de günün ilk ışığındaki sevimsiz sabah dersleri ona ağır geliyordu. Belki de uyuşuk gözleri kahve makinesinin sunduğu sayısız alternatifin içinde kaybolmuştu. Her durumda arkasında oldukça sert mizaçlı bir kızın olduğundan habersiz kahve makinesinin önündeki karton bardaktaki kahveye uzandı ve hızla önüne döndüğünde fakültenin boylu boyunca uzanan koridorlarında çığlık sesleri yankılanıyordu. Burcu’nun beyaz gömleğin yakalarının biraz aşasına dökülen sıcak kahvenin etkisiyle şöyle bağırdı:        

‘’Geri zekâlı! Önüne baksana…’’

Acı içinde çantasından çıkardığı selpakla üzerine dökülen kahveyi silerken bir yandan da bağırıp çağırmaya devam etti. Burcu’nun zaten sert bir mizacı vardı ama o kadar öfkeliydi ki çatık kaşları her zamankinden daha sert görünüyordu.

Berkant, ‘’Çok özür dilerim. İstemeden oldu. Bir anlığına arkamda olduğunuzu fark etmedim.’’ dedi. Mahcup olmuş tavrıyla!

‘’Tabii ki de istemeden oldu. Üzerime kasten sıcak kahveyi dökecek durumda değilsin herhalde. Biraz daha dikkatli olun lütfen.’’ diye karşılık verdi. Burcu. Öfkeli sessiyle!

Burcu, delikanlının mahcup olmuş yüz ifadesine aldırış etmeden ve lafını söyler söylemez Berkant’ın yanından hızla uzaklaştı. Hızla uzaklaşan kızın arkasından şaşkınlıkla baka kalan Berkant’ın mahcup olmuş yüz ifadesi vardı. Berkant, yüzünde beliren kızarıklığın etkisini kalbinde hissettiği utancı üzerinde taşıyordu ama ‘’Ne kadar kaba ve tuhaf bir kızmış öyle! ’’ diye içinden geçirmekten de geri durmadı.   

Berkant, öğle tatilinde arkadaşlarının yanına giderken fakültenin giriş kapısından dışarı çıktığında o sabah tanıştığı sert mizaçlı öfkeli kızı tekrar gördüğünde anlaşılmaz şekilde birden endişeye kapıldı. Ama yine de dik duruşundan ödün verecek değildi. Yavaşça kıza doğru yürümeye başladı ve koridorlarda geçen sayısız günlerinin ardından ilk kez adrenalin bu kadar çok yükseldiğini hissetti. Düzensiz kan basıncına aldırış etmeden yavaş adımlarla kıza doğru yürümeye devam etti. Kıza yaklaştıkça kalbinde anlam vermediği bir kıpırtı belirdi. Sanki sabahın 07:00’sinde kulak tırmalayan çalar saatin sesini işitiyor gibiydi. İçinden bir yerlerden gelen tıkırtıların sesi delicesine yükseliyordu. ‘’Sert mizaçlı kızla sohbet etmeyi ve onunla tanışmayı ne kadar arzuladığını aklından geçirdi ama bu nasıl olabilirdi ki? Üstelik hatun hala çok öfkeli görünüyordu.’’ diye düşündü.

Orada burada koşturan birçok öğrencinin arasında birbirlerine doğru yürürlerken, kız delikanlıya göre nispeten daha hızlı adımlar atarak yürüyordu. Birbirlerine iyice yaklaştılar ve neredeyse yüz yüze gelmişlerdi. Berkant kızla göz teması kurduğunda beyaz gömleğinin üzerindeki kahve lekesini görünce birdenbire yeniden endişeye kapıldı ama o kısacık anda tüm cesaretini toplayıp utangaç bir tavırla şunları söyledi:

‘’Merhaba! Bugün çok talihsiz bir kaza geçirdik ve çok üzgünüm. Sizden tekrar özür dilemek isterim.’’

Sert mizacıyla Burcu, kaşlarını çatarak genç adama bir süreliğine baktı ve Berkant’ı tepeden tırnağa süzmesinin ardından delikanlının mahcup olmuş gözlerini, kırmızı elma gibi kızarmış yanaklarını fark edince sert mizacının altında bir yerlere gizlenmiş olan yumuşak kalbi birden belirerek sıcak gülümsemesiyle delikanlıya şöyle cevap verdi:

‘’Ah, önemli değil! Bu sadece bir kazaydı. Sanırım, size çok kaba davrandım. Asıl ben, sizden özür dilemek istiyorum.’’

‘’Hayır, hayır! Ben çok dikkatsiz davrandım ve gerçekten çok üzgünüm.’’ dedikten sonra Berkant, sözlerine şöyle devam etti:

‘’Bu arada ben Berkant!’’

‘’Ben de Burcu!’’ dedi. Tatlı gülümsemesiyle! Kız.

‘’Sizinle tanıştığıma gerçekten çok memnun oldum.’’ diye devam etti. 

‘’Arkadaşlarımın yanına gidiyordum. Yerleşkedeki kafede beni bekliyorlar. Bize eşlik ederseniz çok memnun olurum. Siz de arkadaşlarımla tanışırsınız. Yaşadığımız tatsız kazadan sonra size kahve ısmarlamak isterim.’’ dedi. Berkant. Utangaç bir tavırla!

Burcu, delikanlının mahcup olmuş gözlerine bakarak ‘’Elbette! Neden olmasın ki? Çok isterim.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek.

Böylelikle Berkant ve Burcu, yaşanan talihsiz kazanın ardından kısa sürede çok yakın arkadaş olmuşlardı ama arkadaşlığın ötesinde Berkant’ın kalbi, omuzlarına kadar düşen dalgalı siyah saçlı, kar beyazı tenli, kalın kırmızı dudaklı, çimen gözlü, uzun ve ince yapılı kıza karşı biraz farklı atıyordu. İlk tanıştıkları gün delikanlı mı kızı yaktı? Yoksa kız mı delikanlıyı yaktı? İşin aslı kimin kimi yaktığı belli değildi doğrusu. Burcu elbette Berkant’ın ona olan hislerini biliyordu ama her ikisi de kendilerine biçilen rolü oynuyordu. Aslında Burcu, ilk tanıştıkları andan itibaren ona karşı öfkenin ötesinde bir şeyler olduğunu biliyordu. Bazen aklında beliren düşüncelere Berkant da dâhil oluyordu. Ama gözlerinin gördüğü şey, geniş omuzlu, uzun boylu, ela gözlü, kısa kahverengi saçlı, beyaz tenli ve kirli sakallı, yakışıklı bir çocuktu.

Ama…?

Burcu’nun aklında beliren profil bu muydu? Ama belki de daha fazlasını arıyordu. Belki de sert mizacının altında yatan kırılganlık güçlüydü. Her iki durumda da kalplerde hissedilen gizli duygular henüz ifşa edilmemişti. Burcu ve Berkant’ın arkadaşlığı bu duygularla devam ederken yakın arkadaşları Arda ve Zeynep’in ilişkisi bambaşka bir hikâyenin konusuydu. Dersliklerde öğretilen bitmek bilmeyen can sıkıcı dersler ve zorlu sınavlardan, bilgi alışverişlerinden ve sosyal ilişkilerden farklı olarak üniversite yerleşkelerinde, tutkulu aşkların hiç eksik olmadığı, nefes kesen dört yıllık bir serüvendi. Bu serüvenin içinde kaybolan çiftlerden biride Arda ile Zeynep’ti. Uzun soluklu arkadaşlığın ardından vize ile final sınavları arasında başlayan aşkların aksine birbirlerini sevdiklerini anlamaları biraz zaman almıştı. Ama doktora öğrencilerinin İki sınav arasında başlayan aşklarda, kızlar sınavlarda daima çok başarılı olurken delikanlılar ise oldukça başarısız olmasının nedeni hakkında yazılan sayısız tez üniversite kütüphane raflarında yerini koruyordu. Yerleşkelerde yaşanan uzun soluklu her bir aşkın etkisi kişilere göre farklılık gösteren hikâyelerden sadece biriydi. İşte bu serüven böyle bir günde başlamıştı ve Arda’nın kalbi beline kadar uzanan düz sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli ve ince kırmızı dudaklı kız için deli gibi atarken Zeynep de uzun siyah saçlı, esmer tenli delikanlıya gönlünü kaptırmıştı.  

Final sınavları haftasına girilmesine çok da uzun bir süre kalmamıştı. Dersler günden güne yoğunlaşsa da öğrencilerin çoğu buna aldırış etmeyecek rahattı. Çünkü her öğrenci şunu biliyordu ki, final sınavlarına 24 saat kala endişe verici saatlerin başladığı tarih henüz gelmemişti. Öğle tatilinde dört yakın arkadaş her zamanki gibi üniversite yerleşkesinde bulunan Gökkuşağı kafede buluşmuşlardı. Arda ve Zeynep, bulutların üzerinde dans ediyormuşçasına el ele tutuşarak kafenin kapısından içeri girdiklerinde arkadaşları çoktan oradaydı. Burcu ve Berkant’ın yan yana oturup sohbet ettikleri masaya doğru yöneldiler. Arkadaşlarına selam vermelerinin ardından masanın karşısındaki sandalyelere oturduklarında asık suratlı bir yüz buldular.

‘’Nerede kaldınız? Burada yarım saattir sizi bekliyoruz.’’ dedi. Burcu. Asabi tavrıyla!  

Bunun üzerine Arda, Berkant’ın tek kelime etmesine izin vermeden şu cevabı verdi:

‘’Burcu hanım! Hemen de kızıyorsun öyle. Bugün neyin var senin? Zeynep’in kütüphanede yapması gereken bazı işler vardı. Bu yüzden biraz geciktik işte.’’

‘’Evet, öyle!’’ dedi. Zeynep. Müdahale ederek.

‘’Tamam, tamam!’’ diyerek cevap verdi. Burcu. Çatık kaşlarıyla!

‘’Ah, arkadaşlar!’’ diyerek sözlerine başlayan Berkant, ardından sözlerini şöyle sürdürdü:

‘’Bırakın şimdi bu saçma muhabbeti de, size harika bir haberim var.’’

‘’Anlamsız tartışmaların ortasında ortaya çıkan ilginç fikirleri ve beklenmedik sürprizleri gerçekten severim. Peki, ne haberiymiş bu böyle?’’ diyerek heyecanlı sessiyle arkadaşına sordu. Zeynep.

Burcu, kaşlarını çatmış, gözlerini arkadaşına dikmiş, Berkant’ın ağzından çıkacak sözü merakla beklerken, Arda arkadaşı Zeynep’in sorusunu tekrarlayarak heyecanla ‘’Cidden ne haberi?’’ diye sordu.

‘’Arkadaşlar! Hemen üzerime gelmeyin.’’ diyerek karşılık verdi. Berkant. Daha sonra tatlı gülümsemesi belirerek sözlerine şöyle sürdürdü:

‘’Tamam, anlatacağım ama öncelikle siparişlerinizi verin. Bu kadar aceleci davranmaya gerek yok. Bilirsiniz. Aceleci işe, monarşi yönetimle karışır.’’

Birden asık yüzü değişen Burcu, bir süre gülmesinin ardından neşeyle arkadaşına şöyle cevap verdi:

‘’Ah, Berkant! Çok tatlısın ama az önce bahsettiğin atasözünü yanlış söylediğinin farkında mısın? Bildiğim kadarıyla bu atasözü, ‘aceleci işe, şeytan karışır.’ olacaktı. Bugün espri anlayışının müthiş olduğunu söyleyebilirim. Ama zevzekliği bir kenara bırakıp bir an önce asıl konuya girsen iyi olur. Herkes gibi ben de nasıl bir sürprizle karşılaşacağımı merak ediyorum doğrusu.’’

‘’Hiçbir atasözü olduğu gibi görünmez.’’ diye yanıtladı. Berkant. Yüzünde beliren alaycı gülümsemesiyle!

‘’Yapma dostum! Şimdi hiç sırası değil. Burcu, haklı! Ne söyleyeceksen söyle artık! Ne zaman yüzünde böyle sırıtma belirse son derece ilginç olayların içinde kendimizi buluyoruz.’’ diye çıkıştı. Arda.

Daha sonra Arda, arkadaşının kendisine cevap vermesine izin vermeden hızla ayağa kalkıp büfeye doğru yöneldi ve kendisine kahve, Zeynep’e kola aldıktan sonra arkadaşlarının yanına döndüğünde Zeynep heyecanla şunları söyledi:

‘’Tamam, içeceklerimiz de geldi. Hadi anlat bakalım. Seni dinliyoruz Berkant. Cidden çok meraklandım.’’     

Berkant, konuşmasına başlamadan önce çayından bir yudum içti ve daha sonra arkadaşlarının meraklı gözlerine son kez bakarak heyecanla şunları söyledi:

‘’Arkadaşlar! Büyükbabamdan babama kalan İzmir Karagöl yakınlarında müstakil ev vardı. Şu anda bu ev kullanılmıyor. Ev göle yakın güzel bir yerde. Ben de zorlu final sınavlarından önce birkaç gün orada birlikte takılırız diye düşündüm. Elbette, yarıyıl tatilinde de gidebiliriz ama sınavlardan önce gitmenin daha iyi olacağını düşünüyorum. Çünkü orası birkaç gün kafa dağıtılacak en güzel yerlerden biri.’’

‘’Peki, ne düşünüyorsunuz?’’

 Adeta heyecandan gözü parıldayan Zeynep, mutlulukla ‘’Berkant, bu gerçekten harika bir fikir.’’ derken Arda’nın yüzünde beliren mutluluk ifadesiyle şunları söyledi:

‘’Kesinlikle Berkant’a katılıyorum. Zorlu sınav haftası öncesinde bu kısa tatil gerçekten bize çok iyi gelecektir.’’

Berkant, tek kelime etmeden sessizce çayını yudumlayan Burcu’ya dönerek, ‘’Sen çok sessiz kaldın. Hiçbir şey demeden orada öylece oturuyorsun. Niyetin pek anlaşılmıyor. Peki, sen ne düşünüyorsun?’’ diye sordu.

‘’Arkadaşlar! Bu çok iyi fikir ama ben, sizinle birlikte gelemem çünkü derslerimi kaçırmak istemiyorum. Bunun yanı sıra ileride devamsızlık sorunu da yaşamak istemem. Yarıyıl tatilini ailemle geçireceğim için sizinle gelmem zaten mümkün değil. Üzgünüm.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Hadi ama Burcu! Birkaç ders kaçırdığın için bir şey kaybetmezsin. Sadece birkaç günden bahsediyoruz. Üstelik bütün derslere katılınca ekstradan not verilmiyor. Bence bu kadar ucuz bahanelere sığınmana gerek yok. Bizimle gelmek istemiyorsun. Tamam, öyleyse! O zaman hiçbir yere gitmiyoruz. Çünkü bu anlamsız olur.’’ dedi. Berkant. Hüzünlü sesiyle!

‘’Berkant, ne alakası var? Bensiz de eğlenebilirsiniz. Gidin ve eğlenin işte. Doğrusunu söylemek gerekirse evet sizinle gelmek istemiyorum çünkü şu anda tatil havasında değilim.’’ diye karşılık verdi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Pes valla! Burcu! Sensiz eğlenebileceğimizi gerçekten düşündüğüne inanamıyorum. Bunun üzerine söyleyebileceğim bir sözüm yok.’’ dedi. Zeynep. Sert tavrıyla!

‘’Bence de!’’ dedi. Arkadaşlarına katılarak. Arda.

‘’O halde hiçbir yere gitmiyoruz.’’ diye devam etti.

‘’Arkadaşlar! Benim yüzümden harika tatilinizden olmayın lütfen. Beni neden anlamak istemiyorsunuz. Kendimi havamda hissetmiyorum. Ayrıca bana psikolojik baskı yapmayı da bırakın artık. Ben gelmiyorum.’’ dedi. Son derece kararlı tavrıyla! Burcu.

‘’Psikolojik baskı mı? Sen neden bahsediyorsun Burcu? Kimsenin sana baskı kurduğu falan yok. Artık iyice kırıcı olmaya başladın. Tamam! Neyse, unutun gitsin. Artık benim de tatile çıkacak havam kalmadı zaten.’’ diye karşılık verdi. Berkant. Öfkeli sesiyle!

‘’Burcu, kızım ya! İllaki oyun bozanlık yapacaksın. Bizim, nerede görülmüş sensiz bir organizasyon yaptığımız? Neyse seni zorla tatile götürecek halimiz yok. Gerçekten de kimse de tatil hevesi falan kalmadı.’’ diyerek serzenişte bulundu. Zeynep.

Gergin geçen dakikaların ardından uzun süre ortalık derin bir sessizliğe büründü. Herkesin yüzü düşmüştü ve kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bunun üzerine Burcu arkadaşlarının yüzlerine tek tek baktığında onların gerçekten de üzgün olduklarını ve kesinlikle numara yapmadıklarını gördüğünde birden katı kalbi yumuşayarak yüzünde tatlı gülümsemesi belirerek şöyle dedi:

‘’Tamam, tamam! Ne zaman gidiyoruz?’’

Yüzünde beliren tatlı gülümsemesi ve arkadaşlarının kararlı ısrarları karşısında yelkenleri suya indirse de içten içe hala İzmir’e gitmek istemiyordu. Sadece arkadaşlarının heveslerini kursağında bırakmak kendisine ağır gelmişti.        

‘’Sonunda!’’ dedi. Mutlulukla! Berkant.

Yüzünde beliren kocaman Gülümseme ifadesiyle, ‘’Burcu’nun bu kadar kolay ikna olacağını düşünmemiştim. Beklediğimden kolay oldu.’’ diye devam etti.

Bu sözlerin ardından herkes kahkahalara boğuldu ve kahkaha sesi o kadar yüksekti ki kafedeki diğer öğrencilerin dikkatini çekecek kadar rahatsız ediciydi ama onlar buna pek aldırış etmediler. Kıkırdamaları uzun süre sürdü gitti.

Bu sırada Burcu kaşlarını tekrar çatarak eski sert tavrına geri döndü ve tüm ciddiyetiyle şunları söyledi:

‘’Sanırım vazgeçmek için çok geç değil. Bana psikolojik baskı uygulayarak beni kandırmaya çalıştığınızı zaten biliyordum. İzmir’e gitmeyi gerçekten istemiyorum.’’

Arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında Berkant bir anda öne çıkıp endişeyle şunları söyledi:

‘’Bu sadece bir şakaydı. Burcu neden böyle davranıyorsun ki? Anlamıyorum.’’

Burcu’nun yüzünde yeniden o tatlı gülümseme belirirken şunları söyledi:

‘’Sevgili arkadaşlarımın endişeli ve şaşkın bakışlarına bakmak gerçekten çok eğlenceliydi. Sadece sizin tepkinizi biraz ölçmek istedim. Üstelik şaka yapan hep siz olacak değilsiniz ya. Bir nokta da kendi sıramı kullanmam gerekiyordu.’’

‘’Tanrım! Burcu, sen şaka yapma lütfen! Zaten şaka yapıp yapmadığın hiç belli olmadığı gibi çoğu zaman seni anlamakta güçlük çekiyorum. Gerçek niyetini anlamak gerçekten güç!’’ diyerek karşılık verdi. Arda.

‘’Bence de!’’ dedi. Zeynep.

‘’Arkadaşlar! Size katılmakla birlikte bu kız bir gün benim psikolojimi ciddi anlamda bozacak ve beni tımarhaneye kapatacaklar.’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

Burcu, Berkant’ın hafifçe kolunu sıkarak ‘’Sen rahat ol Berkant. Seni bugüne kadar tımarhaneye kapatmadıklarına göre bundan sonra da böyle bir şey olabileceğini sanmıyorum.’’ dedi.

‘’Tamam! Sanırım bu kadar şaka hepimiz için yeterli. Aslında! Açıkçası hala İzmir’e gitmek istemiyorum. Ama sizi kıracak da değilim. Üstelik bu durumda oyunbozan taraf ben olmak istemem çünkü sevgili arkadaşlarımın bu hadiseyi daima başıma kakacağına eminim. Aynı zamanda biraz da eğlenmek istedim o kadar. Ama yüzünüzdeki şaşkın ifade cidden çok tatlıydı.’’ diye devam etti.

‘’Eğlenmene sevindim.’’ dedi. Zeynep. Manalı bir bakış atarak.

‘’Teşekkürler! Ne kadar eğlendim bilemezsin.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Burcu.

‘’Burcu! Gerçekten de vazgeçtiğini sanmıştım. Senin sağın solun belli olmaz. Aklından geçenleri kestirmek zaten güç!’’ dedi. Arda.

‘’Al benden de o kadar!’’ diye karşılık verdi. Berkant. 

‘’Tamam arkadaşlar! Bu sadece bir şakaydı. Bunu daha fazla uzatmanın bir manası yok. Sevgili arkadaşlarımla dört gözle tatile çıkacağımız günü bekleyeceğim. Çünkü keyifli birkaç gün geçireceğim.’’ diye karşılık verdi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

Gergin sohbetin kahkahalarla sona ermesinin ardından Burcu ve arkadaşları dağılarak öğleden sonraki derslerine katılmak üzere sınıflarına doğru yola koyuldular.

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

KORKUTUCU PATİKA

 

 

N

ihayet İzmir yolculuğuna çıkma vakti gelmişti ve dört yakın arkadaş, tüm hazırlıkları tamamladıktan sonra Ocak ayının soğuk bir gününde, sabah saat sekiz sularında kiraladıkları arabayla yola koyuldular. Keyifli geçen saatlerin ardından İzmir şehir merkezine vardıklarında onları kasvetli ve kapalı bir hava karşıladı ve saat öğleden sonra 14.00’ü gösteriyordu. İzmir, Eskişehir’e göre nispeten daha sıcaktı. Ama yine de soğuğun etkisini iliklerine kadar hissediliyorlardı.

‘’Arkadaşlar! Acıkan var mı? Sizi bilmem ama ben çok açıktım. Bence bir şeyler yesek hiç de fena olmaz.’’ dedi. Zeynep.

‘’Ah, evet! Bu iyi olurdu. Boş mideyle sohbet bile edilmiyor. Gerçekten!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Kesinlikle!’’ dedi. Berkant.

‘’Özellikle araba kullanırken!’’ diye devam ett


Dört arkadaş şehir merkezinde ilk gördükleri restorana doluştular ve Burcu dışında herkes aynı siparişi vermişlerdi. Burcu sandviç ekmeğinde et döner ve kola siparişi verirken diğerleri de sandviç ekmeğinde ızgara köfte ve içecek olarak da ayran siparişi vermişlerdi. Yorucu geçen yolculuklarında ne kadar bitkin düştükleri sandviçlerini çabucak bitirmelerinden belliydi. Lezzetli sandviçlerin tadını çıkardıktan sonra tekrar yola koyuldular. Uzun soluklu yorucu yolculuğun çoğunu tamamlamışlardı ama hala gidilecek kilometrelerce mesafe vardı. Leziz sandviçler derken soğuk ama temiz sahil havasının ardından arabanın arka koltuğuna iyice yayılan Zeynep ile Burcu, kız kıza koyu bir sohbete tutuşmuşlardı ve konuşmalarında zaman zaman anlaşılmaz fısıltılar duyuluyordu. Bu fısıltılı sözcüklerin içinden kıkırdamalar ve gülüşmeler kulakları tırmalayan çan seslerine benziyordu. Arabayı kullanan Berkant ve Arda arka koltukta yaşanan gizemli sohbete ve kıkırdamalara aldırış etmeden kendi aralarında sohbet ederlerken birden hararetli futbol sohbetine girdiklerinin farkında değildi. Türkiye’de futbol sohbetleri denilince akla gelen ilk izlenimler genel de şöyleydi:

‘’Yeşil sahalarda kıyasıya geçen müthiş mücadeleler ve çok sevdikleri futbol kulüplerinde oynayan futbolcularının muhasebesini tutan taraftarlar! Hükümetin atadığı Futbol Federasyon Başkanlarının sıra dışı kararları! Sıra dışı rekabetin yaşandığı müsabakalar sonunda çıkan çılgın skorların ardından takımlarına ve yönetimine ıslık çalarak tepki gösteren kendi taraftarlarını yumruklayan eğitimli, güzel konuşan ve şık giyimli Futbol Kulübü Başkanları! Müsabakalar da yaşanan korkunç tribün olayları ve her hafta sonu akşam saat 20:45 sularında kamuoyunda tartışmalara neden olan müthiş hakem performansları! Türk futbolunun vazgeçilmez parçası olan eski hakem yorumcularının televizyon ekranlarında akıl almaz iddiaları bir yana, geçmişte yeşil sahalarda yorumladıkları pozisyonların, televizyon ekranlarında yorumladıkları pozisyonlarla aynı doğrulukta yorumlamalarının etkisi kamuoyunda olağanüstü bir şaşkınlık yarattığı aşikârdı.’’

Dolayısıyla iki yakın arkadaşın sıradan olağan sohbetleri futbola döndüğünde, diğer futbol ülkelerindeki tartışmalardan farklı olarak Boğaz'ın her iki yakasındaki tartışmalarda gerilimin en üst düzeye ulaşması an meselesiydi. Neyse ki Arda ile Berkant’ın arasında geçen futbol sohbeti daha istikrarlı bir şekilde ilerliyordu. Uzun soluklu molanın ardından yola yeni koyulmalarının üzerinden çok fazla zaman geçmemesine rağmen sıkıcı futbol zırvalıklarından bir an önce kurtulmak isteyen Arda, konuyu değiştirerek şunları söyledi:

‘’Berkant, dostum! Sence ne kadar yolumuz kaldı?’’

‘’Yola yeni çıktık ve sanırım yaklaşık iki saatlik bir yolumuz var.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Arka koltukta oturan Zeynep bıkkın bir ifadeyle, ‘’Öyle görünüyor ki, daha gidecek çok yolumuz var. Bu yol hiç biter mi?’’ diye serzenişte bulundu.   

‘’Biter Zeynep biter!’’ diye yanıtladı. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Bu yol öyle ya da böyle bitecek ama bana öyle geliyor ki bu yolculuk düşündüğümden daha uzun sürecek gibi geliyor.’’ dedi. Çatık kaşları ve sert sesiyle! Burcu.

‘’O değil de! Umarım kalacağımız ev konforlu ve iyi durumdadır.’’ dedi. Endişeli sesiyle! Zeynep.

‘’Ben de öyle umuyorum.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Daha önce de söylediğim gibi ev, büyük babam ve büyük annemin vefatından bu yana kullanılmıyor. Yıllardır oraya gitmedim. Evin son durumunu da bilmiyorum. Bunu yakında göreceğiz zaten.’’ diye devam etti.

Arda başını arka koltuğa çevirip Zeynep'e döndü ve şöyle dedi:

 ‘’Canım! Bence endişelenecek bir şey yok. Bu arada ev ne kadar kötü olabilir ki? Ev muhtemelen biraz kirli ve tozludur. Yorucu yolculuğun üzerine biraz temizlik yapacağız. Bu kesin. Ama biz dört kişiyiz ve bu çok da fazla zamanımızı almaz. Burada önemli olan şey, göl kenarında keyifli ve huzurlu saatler geçireceğimizdir.’’ 

‘’Öyle ama! Yine de bilmiyorum işte.’’ diye yanıtladı. Zeynep.

Burcu, her zamanki sert bir mizacıyla Zeynep’e dönerek şöyle dedi:

‘’Zeynep! Endişelenmeyi bırak artık. Hep birlikte harika bir tatil geçireceğiz işte. Bunu istemiyor muydunuz? İşte hep beraberiz.’’

‘’Aslında Zeynep’in derdi evin kirli olup olmamasından çok uzun ve yorucu yolculuktan yakınıyor.’’ dedi. Arda.

‘’Haksız da sayılmaz.’’ diye cevap verdi. Berkant.

‘’Bu yorucu yolculuğun üzerine temizlik yapmak endişe verici! Bunu ben de düşünmüyor değilim. Ama kısa sürede evi temizledikten sonra Berkant’ın dediği gibi harika birkaç günümüz olacak.’’ diye devam etti.   

‘’Tamam, tamam! Sustum. Artık benimle uğraşmayı bırak!’’ dedi. Zeynep.

Yoğun nüfuslu karayollarını geride bırakıp, dağın içinden geçen uzun soluklu tünel yolunun ardından otoyolun sağında ya da solunda kalan belirli mesafelerdeki müstakil evlerin sayısı da azalıyordu. Kalacakları eve yaklaştıklarında iki tarafı sık ağaçlarla çevrili tek şeritli otoyolda ilerlerken küçük çakıl taşlarının üzerinden geçen araba lastiklerinin sesi dışında derin bir sessizlik içinde yolculuklarına devam ettiler. Yorucu yolculuğun ardından nihayet kalacakları eve vardıklarında hava kararmıştı ve neredeyse akşam olmuştu. Yol boyunca hafif başlayan yağmur şiddetini artırdı. Korkutucu ve yoğun gök gürültüsü kulakları tırmalarken, seyrek ağaçların ötesindeki tepelere ve dağlara art arda düşen şimşekler adeta gökyüzünü aydınlatıyordu. Berkant, Zeynep ve Arda heyecanla arabadan inerek evin girişine giden çamurlu yolda yürümeye başladılar. Bu sırada Berkant arkadaşlarına mutlulukla seslenerek şunları söyledi:

‘’Arkadaşlar! İşte kalacağımız ev burası. Ayrıca bakın! Ormanın içinden göle giden yol burası! Yaklaşık 300 metre ileride muazzam bir göl manzaralı bizi bekliyor olacak.’’

‘’Burası düşündüğünde de güzel bir yermiş. Meşakkatli yolculuğun ardından cidden buna değdi doğrusu.’’ diyerek karşılık verdi. Zeynep.

‘’Evet!’’ dedi. Berkant.  

‘’Aslında burayı yazın görmelisiniz. Burada çok güzel günlerim geçti.’’ diye devam etti.

Evin önünde herkes heyecanla etrafa bakınırken Arda birden endişeye kapılarak, ‘’Bu arada Burcu nerede?’’ diye sordu.

‘’Onu en son arabanın önünde görmüştüm ve Burcu'nun peşimizden geldiğini sanıyordum.’’ diye yanıtladı. Gözlerindeki anlaşılmaz, donuk ifadesiyle! Zeynep.

‘’Tamam, ama bu kız nerede?’’ dedi. Öfkeli sesiyle! Berkant.

O sırada Berkant’ın aklına düşen korkunç düşüncelerin etkisine teslim olmuştu. Ruhunun derinliklerinden gelen kaygı hissi onu sıkıştırırken çaresizce kendi kendine mırıldanıyordu:

‘’Ah Tanrım!’’

‘’Nerede bu kız?’’

Berkant, Arda ve Zeynep ayrı bölgelere dağılarak Burcu'yu aramaya koyuldular. Arkadaşlarının dakikalarca bağırışlarına rağmen Burcu’dan hiçbir cevap gelmemişti. Gökyüzü giderek kararıyor ve yağmur şiddetini artırıyordu. Bu da yetmezmiş gibi akşam saatlerinde soğuk havanın etkisi daha da şiddetli hissedilmeye başlanmıştı. Gölün kuzeyinden gelen korkunç rüzgârın uğultusu ağaçların yapraklarını çılgınca sağa sola savururken, yere çarpan yağmur damlaları da hızla evin bahçesinin bazı alanlarında küçük göletler oluşturmuştu. Tüm bu olumsuz koşulların getirdiği zorluklara rağmen Burcu'nun arkadaşları, soğuk havaya ve yağmura aldırış etmeden arama çalışmalarını sürdürmeye çalışıyorlardı ama dakikalar ilerledikçe umutlar da tükenmeye başlamıştı ki, Berkant ve Arda’nın kulaklarında Zeynep’in korkunç çığlıklarını ve bağrışlarını işittiler.

‘’Hey, çocuklar!’’

‘’Yardım edin!’’

‘’Yardım edin!’’

Zeynep’in bağırışlarını duyan arkadaşları hemen yanına koştular ama Arda ve Berkant'ın kalpleri, yağmur damlalarının ağaç yapraklarına çarpma sesinin ritminden daha hızlı atıyormuş gibiydi. Nefes nefese kalmış Berkant endişeli sessiyle şöyle dedi:

‘’Zeynep! Ne oldu?‘’

‘’Burcu, Burcu!’’ diye karşılık verdi. Boğuk sesiyle! Zeynep.

‘’O nerede? Burcu, nerede?’’ diye tekrar sordu. Son derece endişe dolu sessiyle! Berkant.

‘’Bakın işte! Orada!’’ diye yanıtladı. Zeynep.

Burcu, evin bahçesinin önündeki arabanın 30 metre doğusunda, seyrek ağaçların arkasındaki patika yolunun üzerinde hiç hareket etmeden ayakta öylece duruyor ve kirpiklerinden düşen yağmur damlaları yanaklarından, soluk kırmızı dudaklarından ve çenesinden aşağı süzülerek ayakkabılarına çarpıyordu. Geniş iri gözbebeklerindeki donuk bakışlarıyla çalıların arasındaki bir şeye gözleri takılıp kalmış o şeye bakıyordu. Omuzlarına kadar uzanan siyah saçları tamamen ıslaktı ve yüzü solgundu. Dehşet içindeki gözlere bakan arkadaşlarının yüz ifadeleri, yüreklerindeki ürperti ve şaşkın bakışlarının ardındaki kaygı adeta yüzlerine yansıyordu. Berkant, usulce Burcu’ya yaklaşarak şöyle seslendi:

’’Burcu, iyi misin?’’

‘’Burada ne yapıyorsun?’’

 Arkadaşlarının tüm cabalarına rağmen Burcu hiçbir cevap vermeden hala aynı yöne doğru bakıyordu.

‘’Burcu, iyi misin?’’ diye tekrar seslendi. Berkant 

Burcu, soluk yüzündeki donuk bakışlarıyla tek tek arkadaşlarını süzdü ve birden Berkant’ın boynuna sımsıkı sarılarak kendi kendine şöyle mırıldanmaya başladı:

‘’Hadi hemen buradan gidelim.’'

‘’Hemen gidelim.’’

‘’Bu lanet yerden hemen gidelim.’’

Berkant ve Burcu birbirlerine sarılırken Berkant arkadaşlarıyla göz teması kurarak birbirlerine şaşkın ve endişe dolu gözlerle bakıyorlardı. O anda akıllarına düşen hiçbir mantıklı açıklama yoktu. Sadece kısa süreliğine birbirlerine bakmakla yetinmişlerdi. 

Daha sonra Berkant, kızın solgun yüzünün sağ yanağına ve ıslak saçlarının birleştiği bölgeye şefkatle dokundu ve şöyle dedi:

‘’Burcu, iyi misin?’’

‘’Sana ne oldu böyle? Bize ne olduğunu anlat lütfen!’’

‘’Hadi gidelim bu lanet yerden. Hem de hemen!’’ diye karşılık verdi. Titreyen dudaklarından çıkan boğuk sesiyle! Burcu.

Arda araya girerek, ‘’Tamam Berkant! Daha fazla kızı zorlama! Yeter artık!’’ dedi.

Hızla patika yoldan ayrılıp eve doğru yürümeye koyuldular ve evin önüne geldiklerinde Zeynep, Burcu'ya sarılarak onunla konuşmaya çalışırken, Arda ve Berkant da kenara çekilip birbirleriyle olup biteni konuşmaya başladılar:

‘’Burcu’nun durumu hiçte iyi görünmüyor. Berkant şimdi ne yapacağız?’’ diye sordu. Endişeli sessiyle! Arda.

‘’Bilmiyorum.’’ dedi. Düşünceli bir tavırla! Berkant.

‘’Bu kız çok kötü bir şey yaşamış ama ne? Hiçbir fikrim yok. Ama Burcu kolay kolay bu duruma düşecek biri değil. Mutlaka çok kötü bir şey yaşamış olmalı! Berkant, sence ne olmuş olabilir?’’

‘’Haklısın! Burcu’yu bu kadar çok korkutan şey ne olabilir? Hiçbir fikrim yok. Belki de vahşi, yırtıcı bir hayvanla karşılaşmış olabilir? Ama çocukluğumdan beri yaz aylarında birçok kez büyük babam ve büyük annemi defalarca ziyarete giderdim. Burada hiç öyle korkutucu bir olayla karşılaşmadım. Burcu’yu bulduğumuz patika bahsettiğim göle giden yollardan biriydi ama bu yolu çok sık kullandığımız yollardan biri değildi. Genellikle az önce size gösterdiğim yoldan göle giderdik. Çünkü bu yol daha yakındı.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Bilmiyorum dostum. Ama Burcu'nun gerçekten korktuğu belli, gözlerindeki o korkuyu gördüm. Evet, belki vahşi bir hayvan görmüş olabilir. Yılan, akrep ya da örümcek benzeri hayvanlar işte! Bilmiyorum Berkant. Tamam, Burcu tuhaf bir kız ve anlaşılması da zor bir insan olabilir ama kesinlikle yelkenleri kolayca suya indirecek biri değildir. Onun ne kadar çetin bir ceviz olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Onu ilk defa böyle görüyorum.’’ dedi. Arda.

Kafası son derece karışmış halde, ‘’Evet!’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Evet, haklısın! Burcu çetin ve biraz da kaçık bir kızdır. Yılan benzeri zehirli hayvanlardan biriyle karşılaştığını hayal ediyorum ve asla bu kadar korkabileceğini sanmıyorum. Çünkü yılanın görünüşünden korkmak yerine, kendisini ısırmasından endişe duyacak kadar bilinçlidir. Zaten de böyle bir durum söz konusu değil. Bence bu işte başka bir iş var. Ama benim anlayamadığım şey hangi ara arabadan indi ve biz bunu fark etmedik. Neden evin önünden bu kadar uzaktaki o patikaya gitti? Bunu neden yaptı ki? Bunu gerçekten anlayamıyorum.’’ diye devam etti.

‘’Evet, ben de bunu düşünüyordum ve hiç anlam veremiyorum. Tamam neyse! Bunları daha sonra konuşuruz. Hadi, kızların yanına gidelim artık. Onları daha fazla yalnız bırakmasak iyi olur.’’

'’Sanırım, haklısın!’’ diye yanıtladı. Berkant.

O anda göz teması kuran Zeynep ile Arda birbirlerine bakmaya devam ettiler. Zeynep, dayanamayıp öfkeyle şöyle dedi:

Berkant ve Arda kızların yanına geldiğinde Berkant, Burcu’ya bakıp tekrar ‘’Burcu! Nasılsın?’ diye sordu. Ama Berkant’ın aldığı yanıt sarsıcıydı. Çünkü sert bakışlarının ardındaki dehşete düşmüş gözlerden başka bir şey göremiyordu. O anda göz teması kuran Zeynep ile Arda birbirlerine endişeyle bakmaya devam ettiler. Sonunda Zeynep daha fazla dayanamayıp öfkeli sessiyle şöyle çıkıştı:

‘’Burada sırılsıklam olduk. Üstelik hava da kararıyor. Artık eve gidelim mi?’’

Berkant evin giriş kapısına yöneldi ve cebinden çıkardığı eski anahtarı giriş kapısının anahtar deliğine sokarak evin kapısını yavaşça açtı. Ama kapı gıcırdamasının ürkütücü ve sinir bozucu sesiyle açılan kapı, zaten gergin olan sinirleri daha da gergin hale getirmişti. Eve ilk ayak basan kişi Berkant oldu. Daha sonra Zeynep, Burcu'ya sarılarak eve girdi. Arda da yavaş adımlarla arkalarından yürüyerek eve girdi. Berkant kapı girişinin sağ tarafındaki elektrik panosuna dönüp tüm elektrik anahtarlarını yukarı kaldırarak evin ışıklarını açtığında Berkant ve arkadaşları evin eski bir köy evi olmasına rağmen oldukça büyük ve derli toplu olduğunu gördü. Ama uzun yıllardır kullanılmayan ev oldukça kötü durumdaydı ve kanepelerin üzerine serilen siyah ve farklı renkteki örtüler ve yere yayılan halılar toz içindeydi. Aynı zamanda duvarların köşelerinden yere kadar uzanan devasa örümcek ağları görülebiliyordu. Ayrıca Berkant ışıkları açtığı sırada halıların üzerinde gezinen hamamböcekleri evin kenarlarına ve koltuk altlarına doğru kaçışıyorlardı.

Evin iç giriş kapısından başlayan koridor, karşıdaki eski ahşap pencereye kadar uzanıyordu. Bu koridor geniş ve uzun dikdörtgen bir salon gibiydi. Bu eski ahşap pencere evin arka bahçesine bakıyordu. Evin arka bahçesinde sararmış çimenlerin ve çamurlu toprağın üzerinde belirli aralıklarla elma ağaçları vardı. Evin giriş kapısından başlayan koridorun sağında ve solunda farklı odalar sıralanıyordu. Giriş kapısından başlayan koridorun sağ tarafında banyolu ve mutfaklı odalar bulunuyordu. Koridorun sol tarafında birbirine bitişik iki ayrı oda vardı ve aynı zamanda tüm odalar oldukça büyüktü ve odalardaki mobilyalar eski ama iş görecek kadar iyi görünüyordu. İki ayrı odanın bitişik olduğu koridorun sol tarafında eski ama büyük bir soba tüm ihtişamıyla göze çarpıyordu. Evin arka bahçesine bakan eski ahşap pencerenin yanındaki odaya yılan gibi kıvrılarak giren soba boruları, evin neredeyse her yerini kaplıyor gibiydi. Ama soba hararetle yanarken koridorun sağındaki odaların diğerlerine göre daha soğuk olacağı kesin görünüyordu. Banyo ile dış kapı girişi arasındaki oda için yapacak hiçbir şey yoktu. Çünkü evin en soğuk yeri orasıydı. Elektrikli soba dışında odayı ısıtmak güç görünüyordu. Sobanın karşısında büyük bir kanepe bulunurken, koridorun sol tarafında soba ile giriş kapısı arasında bir yemek masası da vardı. Arda ve Zeynep’in evi ilk gördüklerinde akıllarındaki ev profilinden uzak görünse de gözlerinde o kadar da korkutucu görünmüyordu. Burcu'nun aklından neler geçtiğini tahmin etmek zor olsa da, ev ya da başka hiçbir şeyi umursamadığı yüzündeki ifadeden belliydi.

Berkant, Zeynep’e seslenerek ‘’Hadi Burcu’yu şu kanepeye yatıralım ve biraz dinlensin.’’ dedi.

‘’Tamam!’’ diye cevap verdi. Zeynep.

 Arda hemen kanepenin tozlu siyah örtüsünü kaldırdı ve kanepeyi biraz temizledikten sonra Burcu yatağa uzandı. Zeynep, Berkant'ın koridorun sağ tarafındaki odadan getirdiği battaniyeyle Burcu'nun üzerini örttü. Çok geçmeden Burcu uykuya dalarken Berkant, Arda ve Zeynep yemek masasının önündeki sandalyelere oturdular. Berkant cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara aldı ve ardından sigara paketini arkadaşlarına uzattı. Arda ve Berkant birer sigara yakarken Zeynep, ‘’Hayır, teşekkür ederim.’’ diye cevap verdi.

Berkant, aklında beliren karmaşık soruların etkisiyle elinde tüten sigarasını iki dudağının arasına getirip derinden bir-iki fırt çekmesinin ardından sözlerine şöyle başladı:

‘’Arkadaşlar! Burcu'nun o patikada başına her ne geldiyse bunu sonra konuşuruz. Öncelikle gördüğünüz gibi ev oldukça kötü görünüyor. Bir an önce iş bölümü yaparak evi temizlememiz lazım.’’

‘’İyi, tamam da! Ben çok üşüdüm. Cidden evin içerisi dışarıdan daha soğuk!’’ dedi. Zeynep.

‘’Evet, gerçekten öyle!’’ diye yanıtladı. Arda.

 Berkant gülümseyerek, ‘’Dert ettiğiniz şeye bakın! Sorun değil! Evin girişindeki merdiven altında küçük bir depo bulunuyor. Orada bize yetecek kadar odun var. Zaten annem buraya gelmeden önce bana yakacak odundan bahsetmişti.’’ dedi.

Bunun üzerine Zeynep birden sevinçle şöyle dedi:

‘’Süper! Bu harika!’’

‘’Her ne yapacaksak bir an önce yapalım. Çünkü dayanacak gücüm kalmadı ve artık dinlemek istiyorum.’’ diye devam etti.

‘’Tamam öyleyse! Ben odun getireyim ve sobanın bakımını yaparım! Biri mutfağı temizlesin, diğeri de oturma odası ve odaların tozunu alsın. Ben de sobayı yaktıktan sonra size katılacağım.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Tamam, ben mutfağı temizlerim.’’ dedi. Zeynep.

‘’Ben de etrafın tozunu alacağım. Yerleri falan süpürürüm işte.’’ diyerek cevap verdi. Arda.

‘’O halde! Tamam öyleyse! Hadi şimdi iş başına!’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

Zeynep gülümseyerek, ‘’Şimdi mutfağa gidiyorum ve mutfağı görmek için sabırsızlanıyorum.’’ dedikten sonra hızla mutfağa yöneldi.

Berkant, ‘’Ben de artık soba işini halletsem iyi olacak. Gerçekten de evin içi buz gibi!’’ dediğinde Arda, aklındaki düşünceleri gün yüzüne çıkaran ifadesi belirerek şöyle dedi:

‘’Bu iyi olur Berkant!’’  

Tam bu sırada Arda ve Berkant mutfaktan gelen bir gürültü işittiler. Kulak kabarttıklarında Zeynep’in korkunç çığlıklarıydı bu.

‘’Tanrım! Yine ne oldu acaba?’’ dedi. Berkant.

Berkant ve Arda kısa süreliğine birbirlerine baktıktan sonra kaygı ve korku arasında gidip gelen karmakarışık duygularla telaşla mutfağa koştular. Her ikisi de sabırları tükenmiş halde adeta aynı anda konuşarak şöyle dediler:

‘’Ne oldu Zeynep? İyi misin?’’

 Sandalyenin tepesine çıkan Zeynep korku dolu gözleriyle şöyle karşılık verdi:

‘’Orada!’’

‘’Bakın! İşte orada!’’

Şaşkınlıkla, ‘’Ne var orada?’’ diye sordu. Berkant.

Bunun üzerine Arda, ‘’Tatlım! Gösterdiğin yerde hiçbir şey yok ki? Sen neden bahsediyorsun?’’ dedi.   

İri gözleri adeta yuvalarından fırlayacak hale gelen Zeynep şöyle cevap verdi:

‘’Mutfak tezgâhının altına girmiş olmalı!’’

’’Tezgâhın altına giren şey de nedir?’’ diyerek tekrar sordu. Arda. İyice tükenen sabrıyla! 

‘’Ne olacak ki? Tabi ki de kocaman bir fare! Neredeyse bir kedi kadar büyüktü. Devasa bir fareydi işte. Nereden geldiğini anlamadan birden ayaklarıma dolandı.’’

‘’Ah, Tanrım! Tamam tamam! Ortalığı neden birbirine kattığın şimdi anlaşıldı.’’ dedi. Tüm ciddi tavrıyla! Arda.

Bunun üzerine Arda, sert bir ifadeyle Zeynep’e döndü ve onun elinden tutup sandalyenin tepesinden indirmesinin ardından Zeynep, birdenbire Arda’nın boynuna öyle bir atıldı ki sanki her zamankinden daha farklı sarılıyordu. Bu gürültü patırtıda uyanan Burcu, uykulu boğuk sessiyle içeriden şöyle seslendi:

‘’Bu gürültü patırtı da nedir? Orada neler oluyor öyle?’’

‘’Ah hayır! Aman ne güzel! Bir odadan diğerine sürüklenip gidiyoruz.’’ diyerek Berkant kendi kendine mırıldandı. Ardından aceleyle Burcu’nun yanına koştu.

Burcu, yanında biten arkadaşını karşısında görünce zorlukla açtığı uykulu gözleriyle, ‘’Berkant! Mutfaktaki seste ne böyle? Neler yapıyorsunuz?’’ diye sorduğunda Berkant, gülümseyerek şöyle cevap verdi:

‘’Önemli bir şey yok. Sadece Zeynep mutfakta aniden beliren sevimli kediyi görünce biraz korktu. Bilirsin. Kız refleksi işte! Sen uyumaya devam et.’’

Burcu, kısa süre Berkant’a baktı ve ağırlaşan gözlerine yenik düşerek tekrar derin bir uykuya daldı. Burcu’nun uyduğuna emin olan Berkant tekrar mutfağa döndü.

Berkant mutfağa girer girmez Arda’ya dönerek, ‘’Hadi şu devasa fareye bakalım.’’ dedi.

‘’Tamam, bakalım da! Burcu nasıl?’’ diye sordu. Arda.

‘’Burcu, iyi durumda! Tekrar uyudu işte. Zeynep’in aniden önünde sevimli bir kedi belirdiğini görünce biraz korktuğunu söyledim.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Berkant dostum! Senin şu parlak zekâna hayranım.’’ dedi. Kahkaha atarak! Arda.

‘’O anda bu aklıma geldi işte. Sevimli bir kediden bahsederken tekrar uykuya dalması hiç de zor olmadı.’’ diye yanıtladı. Berkant. Sırıtarak.     

‘’Berkant! Dalga geçmeyi bırak artık. Kocaman bir fareydi işte! Ne kedisi?’’ diye çıkıştı Zeynep. Öfkeli sessiyle!

‘’İyi, Tamam öyleyse! Bakalım şu dev fareye!’’ dedi. Berkant.

Arda ve Berkant uzun süre mutfak tezgâhının altına bakındılar ama görünürde hiçbir şey yoktu. Tam umutların tükendiği sırada Arda tezgâhın altında bir kıpırtı gördü.

‘’Eh işte orada! Bak! Minik dostumuz orada geziniyor.’’ dedi. Tatlı gülümsemesiyle! Arda.

‘’Hani nerede?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Tam köşede bize bakıyor görmüyor musun?’’

‘’Evet, evet! Şimdi gördüm. Düşündüğümden daha da küçükmüş.’’ dedi. Berkant. Alaycı gülümsemesiyle!

Zeynep’in gördüğü dev fare aslında sevimli minik bembeyaz bir fındık faresiydi. Bu duruma oldukça bozulan Arda, Zeynep’e dönerek şöyle çıkıştı:

‘’Zeynep! Devasa dediğin fare bu mu? O kadar işimizin arasında boş yere yaygara çıkartıyorsun. Her şeyi geçtim. Başına kötü bir şey geldiğini sandım.’’

‘’Arda! Tamam, üzgünüm. Ne yapayım? Gözüme gerçekten çok büyük göründü. Farelerden ne kadar çok korktuğumu biliyorsun.’’ diyerek karşılık verdi. Zeynep.

Berkant, Arda’ya dönerek ‘’Tamam, sakin ol dostum. Kız korkuyor işte. Zaten bütün kızlar farelerden korkar. Bu çok da şaşırtıcı değil. Bu hayvanları pek hoşlandığımı söyleyemem ama artık işe koyulsak iyi olur. Yapılacak birçok iş var.’’ dedi.

Zeynep, mahcup olmuş yüz ifadesiyle üzüntüsünü bir kez daha dile getirdikten sonra kararlı bir tavırla şöyle dedi: 

‘’Artık mutfağı asla temizleyemem.’’

‘’Sorun değil!’’ dedi. Arda. Sert tavrıyla!

‘’Ben mutfağı temizlerim. Sen de diğer işleri yaparsın.’’ diye devam etti.

Bunun üzerine Zeynep, tek kelime etmeden sert bakışlarıyla ona bakarak karşılık vermesinin ardından duvara dayalı kahverengi ahşaptan yapılmış bir merdiven Arda'nın gözüne ilişti. Mutfak girişinin tam karşısındaki merdiven, buzdolabının biraz ilerisinde mutfak tezgâhının yanında dış bahçeye bakan pencerenin sağ tarafında, duvara dayalı ahşap merdiven çatı katına uzanıyordu. Tavana sabitlenmiş ahşaptan kare şeklinde bir kapak vardı. Kapak rengi tavan rengiyle aynı olduğundan birbirlerinden ayırt edilmesi zor görünüyordu. Sadece dikkatli bakıldığında bembeyaz tavanın içinde kendini belli ediyordu.

Arda, mutfak tezgâhının karşısındaki masanın önünde yan yana duran Zeynep ve Berkant'a dönerek merakla şöyle dedi:

‘’Berkant! Tavandaki bu kapak nereye açılıyor?’’

‘’Nereye çıkacak? Tabii ki de çatı katına çıkıyor. Ama kapak içeriye doğru açılıyor. Çatı katının yüksekliği çok alçak olduğundan dolayı sadece çömelerek girilebiliyor. Ayrıca çatının ortasına doğru ilerledikçe yükseklik artıyor.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Bana öyle geliyor ki burası oldukça ürkütücü bir yere benziyor.’’ dedi. Zeynep.

 ‘’Muhtemelen öyle! Çocukken buradan her zaman korkmuşumdur. Çatı katları genellikle hoş yerler olmuyor. Evet, biraz ürkütücü bir yer olduğu söylenebilir. Elbette! En azından benim çocukluğumda öyleydi.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Gerçekten burayı çok merak ettim. Berkant! Kısa süreliğine çatı katına bakmama izin verir misin?’’ diye sordu. Arda.

‘’Elbette dostum! Dilediğin kadar orada vakit geçirebilirsin. Ama orada ne görmeyi umuyorsun ki anlamadım. Sanırım, çatı katı pislikten geçirmiyordur.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Sadece bakmak istiyorum.’’ diye karşılık vermesinin ardından Arda, çatı katı merdivenlerinin basamaklarını çıktı ve çatı katına açılan kapağı yavaşça açtıktan sonra kulakları tırmalayan gıcırtı sesi işitildi. Başını çatı katına doğru uzattı ve vücudunun çoğunu yukarı doğru çekti. Etraf göz gözü görünmeyecek kadar karanlıktı. Elindeki feneri açıp etrafa bakındı ama kir ve tozdan başka bir şey göremedi. Yeniden dikkatle etrafına bakındığında sevimli fındık faresinin aksine birkaç büyük sıçanın sağa sola koştuğunu gördü. Bunun üzerine Arda, daha fazla abartmaması gerektiğini düşünerek hemen vücudunu yavaşça içeri doğru çekerek çatı katının kapağını kapattı. Arda ahşap merdivenlerden indiğinde Berkant'a baktı ve ‘’Gerçekten hiç de hoş bir yer değilmiş.’’ dedi.

‘’Elbette değil!’’ diye karşılık verdi. Berkant. Yüzüne yansıyan gülümsemeyle!

‘’Peki, ne gördün?’’ diye sordu. Merakla! Zeynep.

Arda yüzündeki sırıtma ifadesiyle, ‘’Ne göreceğim canım! Kir ve tozdan başka ne görebilirim ki?’’ dedikten sonra Zeynep’e çaktırmadan Berkant’a göz kırptı.   

‘’Bence bu kadar şamata yeter. Burada gereğinden fazla oyalandık. Artık işe koyulalım. Ben şimdi odun almaya gidiyorum.’’ dedi. Berkant.

Berkant, evin çıkış kapısına doğru hızla yönelmesiyle Zeynep ve Arda da işe koyulmuşlardı. Arda mutfağı temizlerken Zeynep’te odaları süpürüp etrafın tozunu alıyordu. Elektrikli süpürgenin çıkardığı yüksek sese rağmen Burcu hâlâ uyanmamıştı. Son üç saatin sonunda Berkant sobayı yakmasıyla evin içi iyice ısınmıştı. Aynı zamanda mutfak ve tüm odalar iyice temizlenmiş, yorucu ve tatsız geçen saatlerin ardından akşam yemeği için sofra da hazırlanmıştı. Hazırlanan harika görünümlü sofranın düzeni şöyleydi.

Menemen yemeği masanın üzerinde dört ayrı tabağa bölüştürülerek her tabağın sağ tarafına çatal, kaşık ve bardaklar özenle yerleştirildi. Çatal bıçak takımının yanında kola, fanta gibi gazlı içecekler bulunurken, masanın ortasında çoban salatası ve patates kızartması, ketçap, mayonez, karabiber ve tuz vardı. Ayrıca spagetti sobanın üzerinde sıcak olarak servis edilmeyi bekliyordu.

Son hazırlıklar tamamlandıktan sonra Zeynep, tatlı gülümsemesiyle masanın önünde bekleyen Arda ve Berkant’a dönerek şunları söyledi:

‘’Çocuklar! Nihayet artık her şey hazır! Bu kadar zorlu bir günün ardından keyifli bir akşam yemeği bizi bekliyor.’’

“Tanrım! Bu akşam yemek yiyeceğimize inanamıyorum. Sofra da gerçekten iyi görünüyor ama artık uyuyan güzeli uyandırmamız gerekiyor.’’ dedi. Arda.

‘’Sanırım öyle!’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Tamam, ben şimdi Burcu’yu uyandırmaya gidiyorum. Arkadaşlar! Siz de masaya oturun.’’ dedi. Zeynep.

Berkant ve Arda masanın önündeki sandalyelere yan yana oturduklarında Zeynep, Burcu'nun yanına giderek Burcu’nun omzuna hafifçe dokundu ve o nazik sesiyle arkadaşına seslendi:

‘’Hey! Uyan artık uykucu kız! Hadi, akşam yemeği hazır! Seni bekliyoruz.’’

Gözlerini hafifçe açan Burcu, arkadaşına baktı ve tatlı gülümsemeyle ‘’Tamam tamam! Uyandım canım. Sen masaya otur. Ben de şimdi geliyorum.’’ diye cevap verdi.

Burcu, önce banyo gitti ve ardından sallanarak masaya doğru yönelirken eski korkunç halinden hiçbir belirti yoktu. Belli ki iyi bir uyku ona yaramış gibi görünüyordu. Ama sanki başından geçen korkunç olayları hiç yaşamamış gibi o bilinen önceki anlaşılmaz yüz ifadesiyle arkadaşlarını karşıladı. Burcu, Zeynep’in yanındaki sandalyeye oturduktan sonra ‘’Merhaba arkadaşlar!’’ dedi.

‘’Sana da günaydın Burcu!’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Arda.

Bunun üzerine Berkant da her zamanki sıradan gülümsemesiyle, ‘’Sonunda uykucu kız uyandı.’’ diye karşılık verirken, Zeynep de arkadaşına dönerek şöyle takıldı:

‘’Bu arada bu akşam bulaşıklar sende! Haberin olsun.’’

 ‘’Ah, evet! Elbette! Memnuniyetle!’’ diye yanıtladı. Burcu. Her zaman ki sert mizacıyla!

‘’Gerçekten harika bir sofra hazırlamışsınız ve yemekler de çok leziz görünüyor. Ben uyurken birçok şey yapmışsınız. Gerçekten çok teşekkür ederim.’’ diye devam etti.

‘’Ah canım! Sanırım beni yanlış anladın. Sadece şaka yapıyordum. Tabi ki de sana yardım edeceğim. Ayrıca bunu sorun edecek değilim. Önemli olan senin iyi olman! Görünüşe bakılırsa oldukça iyi durumda görünüyorsunuz. Arkadaşlar bakın! Tanıdığımız aksi kız tekrar aramıza döndü ve bu da mutluluk verici bir şey!’’ dedi. Zeynep.

‘’Evet, Zeynep’le aynı fikirdeyim. Sevgili arkadaşımız son derece iyi durumda!’’ diye karşılık verdi. Berkant.

Arkadaşları, Burcu'nun yaşadığı tatsız olaylarla ilgili tek kelime etmediler ama şüpheler ve kaygılı düşünceler akıllarını kemiriyordu. Şimdilik yapılacak en doğru şeyin bu konuyu konuşmanın gereksiz olduğunun farkına varmaları ve ona gülümseyerek yaklaşmak olduğunu biliyorlardı.

Burcu, arkadaşlarına tekrar teşekkür etmesinin ardından Zeynep, ‘’Artık bu leziz yemeklerin tadına bakmanın zamanı geldi ve geçiyor bile!’’ dedi.

Keyifli akşam yemeği devam ederken dışarıda yağmur da şiddetlini arttırmıştı. Çatıya ve pencerelere çarpan sert yağmur damlalarının sesi ve kuvvetli rüzgârın uğultusu kulakları tırmalıyordu. Ama ne dışarıdaki fırtına ne de başka bir şey, sıcak bir ortamda yemek masası etrafında kahkahaların, neşeli sohbetlerin keyfini kaçıramazdı. Yemeğin ardından hararetle yanan sobanın üzerinde taze demlenmiş çay, masanın üzerindeki fincanlar ve tombul cam çay bardaklarına servis edilmeyi bekliyordu. Burcu, ayağa kalktı ve sobanın üzerindeki çaydanlığı alarak masadaki bardaklara çayı servis ederken Berkant’a dönerek merakla şunları söyledi:

‘’Berkant! Ben bir ara uyandığımda sen benim yanıma gelerek sevimli bir kediden bahsediyordun. Ne oldu o kediye?’’ diye sorunca Arda’yı durdurulması güç bir gülme tutarken Berkant’ın yüzünde anlaşılır bir tebessüm belirdi. Ardından Berkant arkadaşına şöyle cevap verdi:

‘’Bence bu soruyu Zeynep'e sorsan daha iyi olur.’’

Bunun üzerine Zeynep bir anlık öfkeye kapılarak, ‘’Ne kedisi?’’ diye yine arkadaşlarına çıkıştı.

Burcu, arkadaşlarına şaşkınlıkla bakarak ‘’Çocuklar! Bana neler olduğundan anlatacak mısınız, gerçekten siz neden bahsediyorsunuz?’’ diye sorduğunda, gülümsemesi hala devam eden Arda şunları söyledi:

‘’Zeynep mutfakta temizlik yaparken aniden çığlık attı. Endişeyle yanına gittiğimizde kocaman bir fare gördüğünü söyledi ama daha sonra o dev farenin aslında minik beyaz fındık faresi olduğu ortaya çıktı. Berkant’ta hem senin uykun bölünmemesi için hem de sen endişeye kapılma diye sevimli kedi hikâyesini uydurdu.’’

‘’Tamam, tamam! Sanırım yeterince benimle kafa buldunuz. Ne yapayım bu lanet olası hayvanlardan korkuyorum işte! Artık bu konuyu kapatalım. Çünkü sinirlerim bozulmaya başlıyor.’’ dedi. Sinirli sert tavrıyla! Zeynep.

‘’Tamam canım! Kızmana hiç gerek yok. Sadece biraz şaka yapıyoruz. O kadar!’’ diye karşılık verdi. Arda.

Burcu’nun yüzündeki şaşkınlık ifadesi bir anda kaybolup yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktıktan sonra arkadaşının elini nazikçe sıktı ve şunları söyledi:

‘’Ah, Zeynep! Korkunu anlıyorum ama bu küçük sevimli fareyi besleyeceğim.’’

‘’O sevimli küçük farecik nerede şimdi?’’

‘’Burcu! Sen yapma bari!’’ diyerek karşılık verdi. Sinirli tavrıyla! Zeynep.  

Bunun üzerine masada yeniden kahkahalar yükseldi ve şiddetli yağan yağmurun sesiyle birlikte tavan arasından gelen korkunç gıcırtılar ve hışırtılar kahkahalarının önüne geçemeyecek kadar şiddetliydi.

‘’Cidden artık bu konuyu kapatalım.’’ dedi. Zeynep. Ardından birden ayağa kalkarak ‘’Çay isteyen var mı?’’ diye sordu.

‘’Bu iyi olur. İstersen tüm boş bardakları tazele!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Hayır! Teşekkürler Zeynep! Ben istemiyorum. Daha sonra kendime sert koyu bir kahve hazırlayacağım.’’ dedi. Berkant.

Kahkahalarla dolu keyifli sohbetin yerini bir anda kısa süreli derin bir sessizlik aldı. Dışarıdaki fırtına dışında herkes sessizce önündeki çay bardakları ile ilgileniyordu. Aslında zihinlerdeki karmaşık düşünceleri tahmin etmek o kadar da zor değildi. Berkant artık zamanının geldiğini düşünüyor ve aklını kemiren soruların yanıtlarını öğrenmek istiyordu. Kendisi gibi arkadaşlarının da akıllarını meşgul eden sorulara yanıt bulmak istediklerinden neredeyse emindi. Berkant, derin düşünler içinde Burcu’ya bakarak tüm ciddiyetiyle şöyle dedi:

‘’Herkes yaşadığın o tatsız olayın ne olduğunu çok merak ediyor. Ayrıca senin için çok endişelendik. Seni hiç bu kadar kötü halde görmemiştim. O patikaya neden gittin? Orada ne yaşadın ki seni bu kadar çok korkuttu. Artık bize neler olduğunu anlatmak ister misin?’’  

‘’Evet, seni dinliyoruz.’’ diye karşılık verdi. Zeynep.

Burcu’nun tüm neşeli tavrı ve yüzündeki gülümseme tamamen kaybolmuştu. Kaşlarını çatarak sakin ve donuk gözleriyle önündeki boş duvara bakarken dudaklarından bir mırıltı duyuldu:

‘’Bu lanet olası yerden gitmeliydik.’’

‘’Bu lanet olası yerden gitmeliydik.’’

Daha sonra Berkant’a dönerek boğuk sesiyle, ‘’Bilmiyorum. Bilmiyorum Berkant!’’ dedi.

O patikada Burcu her ne yaşadıysa onu çok etkilediği barizdi. Ama Berkant onunla konuşurken sanki o dehşet dolu, donuk gözlerine bakıyormuşçasına o anları yeniden yaşıyordu. Berkant, sözlerini tekrarlayarak, ‘’Lütfen bize neler olduğunu anlat!’’ diyerek sorusunu yeniledi.

Burcu masanın üzerindeki sigara paketine uzanıp bir sigara yaktı. Birkaç derin nefes aldıktan sonra arkadaşlarının şaşkın gözlerine bakarak şöyle cevap verdi:

 ‘’Bu konuyu ne zaman açacağınızı merak ediyordum doğrusu!’’

Daha önce görülmemiş son derece sert mizaçlıyla sigarasını içerken sözlerine şöyle devam etti:

‘‘Gerçekten de nereden başlayacağımı bilemiyorum. İnanın bana, daha önce başıma böyle bir şey gelmemişti. Siz arabadan indikten sonra ben de kısa sürede araçtan inmiştim ve siz heyecanla kendi aranızda sohbet ederek eve doğru yürürken, ben de tam peşinden geliyordum ki tuhaf bir şey oldu.

Zeynep birden heyecanlanan yüreğine dayanamayıp, ‘’Peki ne oldu?’’ diye sorunca ters bir bakışla karşılaştığında Zeynep, ‘’Tamam tamam! Özür dilerim! Canım, sen devam et istersen!’’ diye cevap verdi.

Burcu, ‘’Lütfen sözümü kesmeden beni dikkatle dinleyin!’’ dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

‘’Kulağıma hafif bir rüzgârın estiğini hissettim ve o sırada kulağımın içinde belli belirsiz bir uğultu duymaya başladım. Bir süre hiçbir şey anlamadan kulağımın içini kaşıdıktan sonra aynı uğultu diğer kulağımda da belirmişti. Gerçekten kendimi çok huzursuz hissediyordum. Garip bir şekilde bu soğuk havada kulağıma giren bu esintiyi anlamaya çalışırken göremediğim bir şeyin sıcak nefesini yüzümde hissetmeye başladım. Kulaklarımdaki çınlamaların arasında anlayamadığım bazı fısıltılar duymaya başladığımda kalbim her zamankinden daha hızlı atıyor ve tüm vücudum titriyordu. Birdenbire kendimi o patika da buldum ve inanın buraya nasıl geldiğime dair hiçbir fikrim yok. Sanki o sırada tüm bilincim kapanmış gibiydi. Daha sonra beni bulduğunuz o patikanın karşısındaki kalın gövdeli ağaçların ve çalıların arasında hareket eden bir şey gördüğümü düşünerek gözlerimi oraya çevirerek dikkatlice baktım. Çalılıklar sağa sola hareket ediyor ve çalıların hışırtılarını duyabiliyordum ama görünürde hiçbir şey yoktu. Aklımdan yabani bir hayvan olabileceği geçiyordu. Belki bir gelincikti. Belki de bir sansar. Ya da başka bir şeydi. Bilmiyorum. Ama daha sonra çevremdeki ağaçların altındaki tüm çalıların anlamsız bir şekilde sağa sola hareket ettiğini görünce yanıldığımı anlamıştım. Çalıların hışırtısı her yerden duyulabiliyordu. Artık bunun kesinlikle yabani bir hayvan olmadığı açıktı. Aynı zamanda kulağımdaki boğuk gırtlaktan gelen fısıltıların şiddeti de artmıştı. Beni izleyen bazı varlıklar tarafından çevrelendiğimi hissedebiliyordum. Evet, o varlıklar her neyse, her yerdeydiler. Onları göremiyordum ama sıcak nefeslerini yüzümde hissedebiliyordum. Ayrıca etrafta kötü bir koku da vardı. Bu koku, haftalar önce ölmüş bir hayvan leşinin iğrenç kokusuna benziyordu. Görünmez bir çemberin tam ortasındaydım. Hareket etmeden orada öylece duruyordum. Kelimenin tam anlamıyla donmuştum. Hareket edemiyordum. Tüm vücudum kas katı kesilmişti. Konuşamıyordum. Çığlık atamıyordum. Sadece orada hareketsiz duruyordum. Onları gerçekten hissedebiliyordum ama hiçbir şey görünmüyordu. Sıcak, iğrenç nefeslerini yüzümde hissederken aynı zamanda fısıltılarını da kulağımda duyabiliyordum. Ama ne söyledikleri anlaşılamıyordu. Hareket edemiyordum. Konuşamıyordum. Çığlık atamıyordum. Olan biten sadece gözlerimden yanaklarıma doğru süzülen gözyaşlarımdı. Omuzlarımın ağırlaştığını hissettiğim anda bir çift el omuzlarıma ve saçlarıma dokunmaya başladı ve tüm vücudum sanki düşük voltajlı elektrik çarpması gibi bir his uyandırmıştı. Bütün vücudum istemsizce titriyordu ve omuzlarıma dokunan elleri hissedebiliyordum ama arkamı dönecek cesaretim bile yoktu. Arkamı döndüğümde beni neyin beklediğini kestirmek güçtü. Titreyen dudaklarımdan süzülen yaşlar ayakuçlarıma çarparken kulaklarımdaki fısıltıların arasında kahkaha seslerini de duymaya başladığımda kalbim durmak üzereydi. Ama yine de çığlık atamıyordum. Evet, çığlık atamıyordum. Gerçekten de ne yapacağımı bilemez haldeydim. Çaresizdim. Tanrı’ya bile dua edemiyordum çünkü dilim tutulmuştu. Lanet olası dudaklarımdan tek kelime bile çıkmıyordu. Evet, konuşamıyordum. Tanrı’yı kalbimden geçirmekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Daha sonra ağaçların ve sık çalılıkların arasında belli belirsiz bir karartı veya bir gölgeye benzer bir şey gördüm. Sanki bu gölge, iki ayaküstünde yürüyen büyük boynuzlu bir hayvanın gölgesi gibiydi. O anda diz üstü yere yığıldım ve olabildiğince yüksek sesle bağırmak istiyordum ama bunu yapamadım. Korkunç kahkahanın şiddeti her an artıyordu ve dayanılmaz hale gelmişti. Karartı ve gölgeler etrafımı tamamen sarmıştı. Gölgeler hızla gözlerimin önünden geçiyordu. Artık onları hap açık görebiliyordum. Tanımlayabileceğim hiçbir şeye benzemiyorlardı. Her şey çok hızlı oluyordu. Her ne kadar zihnimi olabildiğince sakin tutmaya çalışsam da neredeyse aklımı kaybedecek bir aşamaya gelmiştim. Tam yolun sonuna geldiğimi düşünürken sesinizi duydum. Zorlukla ayağa kalktım ama bırak adım atmayı, ayakta bile duramıyordum. Evet, sesini duyabiliyordum ama hareket edecek gücüm yoktu. Aslında sesinizi ilk duyduğumda tüm kâbus birden sona ermişti. Artık kulaklarımdaki fısıltılar, gölgeler ve kahkahalar tamamen kaybolmuştu ama hâlâ hareket edemiyordum.’’

Burcu başından geçen bu korkunç olayı anlatmasının ardından yanaklarından süzülen gözyaşlarına engel olamazken aynı zamanda istemsizce titreyen parmaklarının arasındaki sigarasının külü masaya düşüyordu. Arkadaşları da dinledikleri korkunç hikâyenin şokunu henüz üzerlerinden atamamışlardı. Dışarıdan gelen sesler dışında oda tamamen sessizliğe bürünürken Zeynep birden Burcu'ya sımsıkı sarıldı ve yüksek sesle ‘’Canım, arkadaşım!’’ diye bağırdı.

Bir süre sonra yaşadığı şokun ardından biraz sakinleşen Zeynep, Burcu’nun titreyen elini tutarak şunları söyledi:

‘’Canım! Neyle karşı karşıya kaldığını gerçekten anlayamıyorum ama artık güvendesin. Her şey geçti. Artık korkmana hiç gerek yok.’’

Berkant ve Arda nefeslerini tutarak Burcu'nun yaşadığı dehşet dolu anları düşünüyordu. Her ikisi de sessizliğin içinde kaybolarak derin düşüncelere dalmışlardı. Ama Berkant çok geçmeden suskunluğunu bozarak şöyle dedi:

‘’Burcu endişelenmene gerek yok. Zeynep haklı, artık güvendesin ve yaşadığın bu olayı tam olarak anlayamıyorum. Ama korkulacak bir şey olduğunu da sanmıyorum.’’

Burcu, öfkeyle kaşlarını çattı ve yüzündeki korku dolu ifadeyle arkadaşına şöyle cevap verdi:

‘’Bilmiyorum Berkant! Belki de yaşadığım her şey kuruntulu hayallerin ötesinde bir yanılsamaydı. Belki de gördüğüm ve duyduğum her şey bir halüsinasyondu. Ama ben ne gördüğümü, ne duyduğumu çok iyi biliyorum. Güvende olduğumu ve korkmamam gerektiğini söylüyorsunuz. Peki ya yanılıyorsanız! Berkant, seni yanımda görmek çok hoş ama iyimser düşüncelerin bizi güvende tutacak bir şey değil. Peki, güvende olmayan kişiler sizlersiniz. Bunu hiç düşündün mü? Eğer bu gerçekten korkmanız gereken bir şeyse! Onlar buradan kolayca gitmemize asla izin vermeyecekler. Bunun sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Bunu hissedebiliyorum. Bu lanet yerden hemen gitmeliyiz. Berkant, umarım haklısındır.’’

’’Burcu! Niyetin bizi korkutmak mı? Arda ve Zeynep’i bilmem ama ben bu tür saçmalıklardan korkacak değilim. Biz gerçek hayattın içinde yaşıyoruz. Gerçek hayatta da vampirler, kurt adamlar ya da hayaletler olmaz. Biz Hollywood’un korku filmlerin senaryosunun içinde değiliz. Yaşadığın her neyse seni çok sarstığını görebiliyorum. Muhtemelen yaşadığın her şey halüsinasyondu. Senin için çok endişelendim. Buradaki herkes seni çok seviyor ve her zaman senin yanındayım ama bu tür şeylere benim inanmamı bekleme lütfen!’’ diyerek karşılık verdi. Alaycı, umursamaz tavrıyla! Berkant.

‘’Beni en iyi anlayacak kişinin sen olduğunu sanıyordum ama yanılmışım. Neyse, haklısın Berkant! Evet, gerçek hayatta hayaletler olmaz. Belki de tüm bu saçmalık zihnimin bana oynadığı korkunç bir oyundu.’’ dedi. Hüzün dolu sesiyle! Burcu.

Bunun üzerine Zeynep aniden araya girerek, ‘‘Bu anlamsız tartışmalara artık son verin. Birbirinizi incitmenize gerek yok. Madem bu konu bu kadar endişe verici, yarın sabah park halindeki arabamıza binip buradan ayrılırız. Bu kadar basit!’’ diyerek arkadaşlarına çıkıştı.

Bu sözlerin ardından Burcu’nun hüzün dolu yüzünü de görünce hatasını anlayan Berkant, aniden ayağa kalktı ve Burcu'nun yanına giderek sevgiyle saçlarını okşayarak, ‘’Özür dilerim Burcu! Niyetim seni incitmek değildi. Bir anlığına öfkeye kapıldım. Elbette, yarın sabah buradan gidebiliriz. Ama ben çocukluğumdan beri buraya geliyorum ve hiç böyle bir şeye tanık olmadım. Çocukluğumuzda bize anlatılan gülünç korku hikâyeleri dışında elbet!’’ dedikten sonra Arda’ya dönerek şunları söyledi:

 ‘’Sen neden konuşmuyorsun? Niyetin pek anlaşılmıyor. Bu konuda çok sessiz kaldın.’’

‘’Tamam, önemli değil. Ben gerçekten iyiyim. Berkant, yerine geçip otursan iyi olur.’’ diyerek karşılık verdi. Tüm ciddiyetiyle! Burcu.

‘’Ne söyleyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Ama şunu biliyorum. Burcu her ne yaşadıysa onun yanında olmamız gerekiyor.’’ diyerek arkadaşına cevap verdi. Arda. Son derece sakin tavrıyla!

‘’Elbette!’’ dedi. Berkant.

Daha sonra Arda sözlerine şöyle devam etti:    

‘’Belki Burcu halüsinasyon görmüştür. Belki de yaşadığı her şey gerçekti. Bilmiyorum. Evet, gerçek hayatta hayaletler yoktur ama cinler gerçektir.”

 ‘’Hadi ama yapma dostum? Ne Cin’i ya? Benim bildiğim tek bir Cin var. O’da market raflarında çocukları bekleyen leziz ‘ETİ CİN’ bisküvisidir.’’ diye yanıtladı. Sırıtarak. Berkant.

‘’Berkant, onlarla dalga geçmeyi bırak. İnan bana onları kızdırmak istemezsin. Ayrıca lütfen o varlıklara Cin diye hitap etmeyin. Tamam mı? Onlara üç harfli olanlar deyin. Onların adlarını anmak bile çok tehlikelidir.’’ diye karşılık verdi. Zeynep. Gözlerine yansıyan korku dolu ifadesiyle!

‘’Saçmalama Zeynep!’’ dedi. Arda.

‘’Kutsal kitabımızda Cin suresi bulunuyor ve üstelik Arapça da Cin kelimesi iki harften oluşuyor. Zeynep, bırak bu hurafeleri! Şimdi hiç sırası değil.’’ diye devam etti.

Berkant arkadaşına imalı şekilde bakarak, ‘’Haklısın dostum! Hurafeleri bırakalım. Her şeyin mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır.’’ dedi.

Arda, ‘’Berkant! Senin inancını sorgulayacak değilim.’’ derken Burcu bir anda araya girerek öfkeyle şunları söyledi:

‘’Yeter artık ya! Bu saçmalıktan çok sıkıldım. Bu konu hakkında artık hiçbir şey duymak istemiyorum. Ben yatmaya gidiyorum. Size iyi geceler.’’

Burcu’nun bu sert çıkışının ardından arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında Burcu hızla masadan kalkıp yatacağı odaya doğru yöneldiğinde Zeynep, ‘’Yaptığınız şeyi beğendiniz mi?’’ diyerek Burcu'nun peşinden gitti. Zeynep, odanın kapısın açtığı sırada kapı gıcırtısının yüksek sesi evin içinde yankılanırken kendi kendine şöyle söylendi:

‘’Bu lanet kapılardan nefret ediyorum. Evdeki neredeyse tüm kapılar gıcırdıyor. Bu kapı gıcırtısının sesi gerçekten tüylerimi ürpertiyor.’’

Yatağın üzerinde sinirli bir şekilde oturan Burcu, ‘’Evet bu kapı gıcırtısından ben de nefret ediyorum ama burası eski bir ev ve buna alışsak iyi olur. Ama asıl korkmamız gereken kapının gıcırdaması değil Zeynep!’’ diye cevap verdi.

‘’Canım! Bu konuyu kapattığımızı sanıyordum. Bak! Yarın güzel bir gün olacak. Hadi artık yatalım.’’ diye karşılık verdi. Zeynep.

‘’Tamam, tamam!’’ dedi. Burcu.

Arkadaşı Zeynep odanın ışığı söndüğü sırada Burcu hala kendi kendine şöyle mırıldanıyordu:

‘’Umarım öyle olur.’’

Kızların derin uykuya dalmasının üzerinden uzun zaman geçmişti ama Arda ve Berkant hala oturup sohbet ediyorlardı. Berkant bir sigara yaktı ve arkadaşına manalı, manalı bakarak şunları söyledi:

‘’Arda! Bu akşam söylediklerinde ciddi miydin? Burcu’nun söyledikleri gerçekten doğru olabilir mi?’’

‘’Elbette ciddiydim. İnan bana bu şeyler gerçek. Ama benim anlayamadığım şey, bu tür görünmeyen varlıklar sebepsiz yere insanlara musallat olmazlar. Burada yanlış olan bir şey var. Bilmiyorum. Burcu’nun başına her ne geldiyse çok korkmuş ve onun yanında olmamız gerekiyor. Bu meseleyi tamamen unutmalıyız. Çünkü bunları düşündükçe sinirlerim geriliyor.’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Bence de!’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Bu arada! Tamam, böyle şeylere inanmayabilirsin ama kıza çok sert davrandın. Ne kadar korkmuş olduğunu görmedin mi? Belki de dediği gibi bizde korkmalıyız. İnsanlarla biraz empati kurmayı öğrenmelisin. Burcu’yu kendinden uzaklaştırmak istiyorsun. Niyetin bu mu? Tebrikler! Sanırım bunu başardın. Biraz empati kurmak kimseye zarar vermez.’’ diyerek arkadaşını azarladı. Arda.

‘’Haklısın dostum! Ne diyeyim, aptalca davrandım. Kendimi tutamadım işte!’’ dedikten sonra Berkant kısa süreliğine birden duraksadı ve ardından konuşmasına şöyle devam etti:

‘’Neyse! Vakit çok geç oldu. Hadi bizde yatalım artık.’’

‘’Tamam! Yatalım da bulaşıklar ne olacak?’’ diye sordu. Arda.

‘’Boş ver. Yarın hallederiz. Gerçekten çok yorgunum.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Al benden de o kadar!’’ diye karşılık verdi. Arda.

Bunun üzerine Berkant hızla kızların kaldığı odanın yanındaki odaya yöneldi ve pencere kenarındaki yatağa uzandıktan sonra arkadaşına iyi geceler dileyerek hemen derin bir uykuya daldı.

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GİZEMLİ KORKUNÇ KEDİLER

 

 

H

arika kış güneşinin sıcaklığında güne uyanan Burcu ve Zeynep, yaşam enerjileri kıpır kıpır kaynarken yüzlerinde düne dair hiçbir olumsuzluk belirtisi görünmüyordu. Arkadaşları uyurken onlar önce mutfağı temizlemelerinin ardından harika bir kahvaltı masası hazırlamışlardı. Sobanın üzerinde fokur, fokur kaynayan çaydanlığın sesi işitilirken aynı zamanda kızarmış ekmeklerin kokusu odalara sinmişti. Bir anda Berkant ve Arda kulaklarında güzel bir melodi işittiler. İşin aslı bu güzel melodi Burcu’nun güzel sesinden başka bir şey değildi.      

‘’Çocuklar! Hadi uyanın artık. Kahvaltı hazır.’’ diye arkadaşlarına seslendi. Burcu.

Harika melodiyle gözlerini açan Berkant, ‘’Bu güzel koku da ne böyle! Sanırım harika bir kahvaltı bizi bekliyor.’’ dedi. Kendi kendine!

Daha sonra Berkant arkadaşına seslenip onu uyandırdıktan sonra hızla yataktan kalkıp banyonun yolunu tuttu. Berkant ve Arda kahvaltı masasına geldiklerinde kendilerini sıcak gülümsemelerle karşılayan iki güzel yüzle karşılaştılar. Dört yakın arkadaş birbirleriyle içtenlikle selamlaşmanın ardından Arda, Zeynep’in yanındaki sandalyeye, Berkant da Zeynep’in karşısındaki sandalyeye oturdu. Kahvaltı sofrasında dört ayrı servis tabaklarındaki sucuklu yumurtanın yanına konumlanan domates, salatalık dilimleri ve yeşillikler servis tabaklarına özenle yerleştirilmiş olduğunu gördüler. Üstelik sıcak çayın fincanlardan tavana doğru yükselen buharı ortamı daha da samimi hale getiriyordu. Keyifli bir kahvaltının ardından herkes çaylarını yudumlarken Berkant bir sigara yaktı ve birkaç nefes çektikten sonra şunları söyledi:

‘’Arkadaşlar! Neye karar verdiniz? Bugün hâlâ buradan ayrılmayı mı düşünüyor musunuz? Ortak karar almamız gerekiyor. Eğer buradan ayrılmıyorsak bugün hava oldukça güzel görünüyor. Size etrafı gezdirmek isterim. Ayrıca Arda ve ben akşam yemeği için gölden balık tutarken siz de gölün muhteşem manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz. Bu gölde çok lezzetli alabalıklar var. En azından eskiden öyleydi. Şu an bilmiyorum. Şansımızı denemek lazım! Ne dersiniz?’’  

Bu sözlerin ardından Burcu'nun neşeli yüz ifadesi bir anda değişti ve endişeli gözlerle şunları söyledi:

‘’Bana kalırsa buradan hemen gitmeliyiz. Buradaki negatif enerjiyi hala hissedebiliyorum. Gerçek şu ki buradan hiç hoşlanmadım. Zeynep ve Arda’nın düşüncelerini bilmiyorum ama öyle görünüyor ki Berkant’ın tavrından düşüncesinin ne olduğu zaten belli!’’

‘’Bence! Bu gece de burada kalalım. Olumsuz şeyler yaşayacağımızı sanmıyorum. Hem gölün çevresini görmeyi çok isterim.’’ diye yanıtladı. Zeynep.

‘’Sanırım en azından bir gece daha burada kalabiliriz.’’ dedi. Arda. Anlaşılamayan yüz ifadesiyle!

‘’Peki! Anlaşıldı.’’ dedi. Öfkeli sessiyle! Burcu.

‘’Görünüşe göre bu gece de buradayız.  Ama ben, o lanet olası patikaya asla gitmem.’’ diye devam etti.

‘’Burcu, endişelenmene hiç gerek yok. Zaten o patikadan gitmeyeceğiz. Daha önce dediğim gibi o patika tercih edilen yollardan biri hiçbir zaman olmadı. O yolun genel olarak kullanılmamasının asıl nedeni anlatılan peri masalları yüzünden değil elbet. Göle giden bu yol, hem çok uzak hem de etrafı sık ağaçlarla çevrili olan orman girişinin başlangıç ​​noktasıdır. Ama evin karşısından göle doğru devam eden yol hem kısa hem de geniştir. İşte oradan gideceğiz’’ diye yanıtladı. Berkant.

Karşılıklı atışmaların nihayete vardığında kısa sürede kahvaltı masası toparlanıp bulaşıkların yıkanmasının ardından sırt çantaları ve tüm hazırlıklar tamamlandığında yola çıkma vakti gelmişti. Evden dışarı çıktıklarında onları güzel bir hava karşılamıştı. İçlerinde en coşkulu olan Zeynep, kısa süreliğine etrafına bakındı ve şöyle dedi:

‘’Bugün harika bir gün olacak.’’

‘’Bundan hiç şüphem yok.’’ diye yanıtladı. Yüzünde beliren gülümsemesiyle! Arda.

Bu güzel havada gözün görebildiği bu doğal güzellik karşısında Burcu’nun bile yüzünde memnunluk verici bir gülümseme vardı. Ama aklını kurcalayan kuşkular da yokta değildi. Burcu birden arkadaşına dönerek şunları söyledi:

‘’Hadi bakalım Berkant! Rehberimiz sensin. Yürü hadi peşindeyiz.’’

 Böylece Berkant ve arkadaşları yola koyularak evin karşısından göle devam yola doğru yöneldiler. Karşılıklı kısa çalılar ve seyrek ağaçların arasından geçen geniş patikada yürüyüşlerine devam ettiler. Uzun ve meşakkatli bir yürüyüşün ardından yolun iki yanında sık ağaçların sıkıştırdığı dar bir yola girdiler. İlginçtir ki çevre, koca ormanın içinde hiçbir canlının bulunmadığı izlenimini verirken, o an çevrelerindeki kuşların cıvıltılarının bile duyulmadığının farkında bile değildiler. Daha sonra tekrar geniş bir yol ayrımına vardıklarında neredeyse yirmi dakika geçmişti. Bu sırada Berkant'ın arkasında yürümeye devam eden ve şüpheci gözlerle etrafına bakınan Burcu ile el ele tutuşarak onu takip eden Arda ve Zeynep kendi aralarında keyifle sohbet ediyorlardı. Birden duraksayan Burcu önünde yürüyen Berkant’a ‘’Bekle biraz!’’ diye seslendi.

‘’Burcu, ne oldu?’’ diye sordu. Merakla! Berkant.

‘’Ne olacak burada biraz soluklanalım. Bu yola yakın demiştin ama yirmi dakikadan fazla aralıksız yürüyoruz. Göle ne zaman varacağız? Sakın kaybolmuş olmayalım.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Saçmalama Burcu!’’ dedi. Gülümseyerek Berkant!

‘’Tamam, yakın dedim ama o kadar da yakın değil tabi ki! Sonuçta ormanın içinden geçmemiz gerekiyor. Ama merak etmeyin çok fazla gidecek yolumuz kalmadı. Buraları avucumun içi gibi iyi bilirim. Sanırım! Yaklaşık 10-15 dakika içinde göle ulaşacağımızı düşünüyorum.’’ diye devam etti.

‘’Umarım öyledir.’’ dedi. Burcu.

‘’Burcu haklı! Burada biraz soluklansak hiçte fena olmazdı. Cidden yoruldum.’’ dedi. Zeynep.

Geniş yolun kenarındaki ağaç gövdesinin altında yan yana oturdular. Sırt çantalarından çıkardıkları su şişelerinden birer yudum su içtikten sonra herkes birer sigara yaktı ve birbirleriyle sohbete tutuştular. Burcu sohbete ne kadar katılsa da kuşkuları aklını bulandırıyordu. Etrafta kuşların cıvıldamadığını fark ettiğinde aniden bir ürperti hissetti. Ama arkadaşlarına bundan bahsetmedi çünkü yaşadığı onca şeyden sonra isteyeceği son şey arkadaşlarının kendisinin paranoyak olduğunu düşünmeleriydi. Ayrıca arkadaşlarının neşesini bozmak da istemiyordu. Ama içindeki sıkının vermiş olduğu etkiyle birden yarım sigarasını dikkatle söndürmesinin ardından arkadaşlarına, ‘’Yeterince dinlendik. Hadi, gidelim buradan!’’ dedi.

Arda, Burcu’nun ne kadar huzursuz olduğunu anlasa da bozuntuya vermeden her zamanki sakin tavrıyla şöyle cevap verdi:

‘’Bence de! Hadi gidelim buradan!’’

Toplanıp yeniden yola koyulduklarında, bazen daralıp bazen genişleyen patikalarla karşılaştıktan sonra nihayet etrafı sık ağaçlarla çevrili gölün kenarına ulaştılar. Berkant ve arkadaşları göle doğru ilk adımlarını attıklarında gölün tamamını çevreleyen yoğun ağaçların oluşturduğu doğa harikası karşısında büyülendiler. Zeynep, birdenbire göl kenarına doğru koşarak şöyle haykırdı:

‘’Vay canına!’’

‘’Buraya bayıldım doğrusu! Burası müthiş bir yer.’’

Arkadaşları Zeynep’in o andaki mutluluğunu harika bir gülümsemeyle karşıladılar. Berkant sevinçle Burcu’ya dönerek, ‘’Peki ya sen nasıl buldun burayı?’’ diye sordu.

Aslında Burcu bulundukları ortamı çok sevse de hâlâ canını sıkan kuşkulardan kurtulamıyordu. İşin aslı yaşadığı korkunç olayların yeniden yaşanacağından neredeyse emindi. Aklından geçen düşünceleri tekrarlamanın bunu herkes için dayanılmaz hale getireceğini de biliyordu. Ama yine de Burcu her zamanki gibi sert mizacıyla ve ciddiyetiyle arkadaşına baktı ve şöyle dedi:

‘’Ah Berkant! Mutluluğunuzu paylaşıyorum. Ama herkesin duymak istediğini mi söyleyeyim? Yoksa gerçeği mi?’’

‘’Sen gerçeği söyle!’’ diye cevap verdi. Berkant.

‘’Tamam öyleyse! Buradan hiç hoşlanmadım.’’ dedi. Tüm soğukkanlılığıyla! Burcu.

Birden Berkant’tan önce Arda araya girerek şöyle karşılık verdi:

‘’Ah Burcu! Başlama yine!’’

‘’Etrafına bir bak! Güzel bir gün geçireceğiz işte. Biraz gülümse! En azından eğleniyormuş gibi yap. Bu güzel yerin keyfini çıkaralım.’’ diye devam etti.

‘‘Tamam tamam! O zaman bana hiçbir şey sormayın. Siz keyfinize bakın!’’ dedi. Burcu.

Bunun üzerine Arda, Berkant’a dönerek, ‘’Bu gölde gerçekten balık var mıdır acaba?’’ diye sordu.

‘’Sanırım evet! Aslında bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Bu gölde eskiden çok alabalık vardı ama şimdi bilmiyorum.’’ diye yanıtladı. Gülümseyerek. Berkant.

Gölün en güzel yerine yerleşen Berkant ve arkadaşları, termoslardaki sıcak kahveyi bardaklarına döktükten sonra gölün muhteşem manzarasının keyfini çıkarıyorlardı. Aralarında geçen neşeli sohbet, dün akşam saatlerinde yaşadıkları tüm olumsuz olayları unutturmuş gibi görünüyordu. Burcu bile gözlerindeki sert ifadeyi neşeli bir gülümsemeye dönüştürmüştü. Ama Burcu’ya akıl sır erdirmek o kadar da kolay değildi. Her an her şeyin değişebileceğini ön görmek şaşırtıcı olamazdı. En azından şu anki ruh hali iyi görünüyordu. Bu da arkadaşları için sevindirici bir durumdu. Kızlar kamp yaptıkları alanda birbirleriyle sohbet ederken Arda ve Berkant da gölde balık tutmak için tüm hazırlıkları tamamlamıştı. Göl kıyısının farklı yerlerine giderek oltalarını göle attılar ama aradan neredeyse bir saat geçmiş olmasına rağmen ikisi de tek bir balık bile tutamamışlardı. Zaman zaman gölün farklı alanlarına gitseler de olta kancasına en lezzetli solucanları koysalar da oltaya bir türlü tek bir balık bile vurmamıştı. Belki de gölde hiç balık kalmamıştı.

Burcu oturduğu yerden gülerek, ‘’Hey, çocuklar! Hala tek bir balık bile tutamadınız mı?’’ diye seslendi.

Berkant sessizliğini korurken Arda son derece canı sıkılmış halde, ‘’Hayır!’’ diye yanıtladı.

Bunun üzerine Burcu, alaycı ve neşeli tavrıyla yeniden şöyle seslendi:

‘’Ah canım! Tabi ki de! Bu iş pazardan balık almaya benzemiyor.’’

‘’Burcu, öyleyse! Oradan çokbilmişlik taslayacağına buraya gel de bir de sen dene bakalım. Ne yapalım yani gölde hiç balık kalmamış.’’ diyerek sessizliğini bozdu. Berkant.

Bunun üzerine Burcu daha önceden hazırlanmış sandviçi çantanın içinden alarak hızla Berkant’ın yanına yöneldi ve elinde tuttuğu sandviçi ona uzattıktan sonra şöyle dedi:

‘’Berkant! Hadi sen biraz dinlen bakalım. Şimdi sana nasıl balık tutulabileceğini göstereyim.’’

‘’Güzel, göster de görelim.’’ diye yanıtladı. Berkant. Son derece kendinden emin tavrındaki gülümsemesiyle!

Bu sırada Arda da tek bir balık tutamamanın vermiş olduğu sıkıntıyla mola vererek Zeynep ve Berkant’ın oturduğu kamp alanına doğru yöneldi. O’da arkadaşları gibi çantasından çıkardığı atıştırmalıklara yumuldu. Neredeyse 15-20 dakika geçmişti ki Burcu’nun sevinç çığlıkları kulaklarda işitildi.

‘’İşte yakaladım seni, cici balık!’’

  Arkadaşları Burcu’nun etrafına toplandıklarında gururla oltanın ucunda sallanan kocaman alabalığı arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında göstererek şöyle dedi:

‘’İşte! Bu iş böyle yapılır.’’

Arkadaşları hayretle oltanın ucunda kıpır kıpır hareket eden balığa baka kaldılar. Gerçekten de akşam yemeğinde bir kişiyi doyabilecek büyükte kocaman bir alabalıktı. Burcu su dolu kovaya balığı attığı sırada ‘’Vay canına! Burcu, helal olsun sana!’’ diyerek karşılık verdi. Arda.

‘’Sanırım. Bu akşam bir kişi kesinlikle aç kalmayacak.’’ diye devam etti. Gülümseyerek.

Heyecana kapılan Zeynep, ‘’Ben de denemek istiyorum.’’ diyerek hemen diğer oltanın başına doğru koştu.

‘’Ne diyebilirim ki? Tebrik ederim Burcu.’’ dedi. Mutlulukla! Berkant.

‘’Ama tek bir alabalık bizim işimizi görmez. En az üç tane daha alabalık yakalamamız gerekiyor.’’ diye devam etti.

Yüzüne yansıyan gururla gülümsedi ve Burcu şöyle dedi:

‘’Endişeye kapılmaya hiç gerek yok. Burada sizi aç bırakmayacak kadar büyük ustanız olduğu için kendinizi şanslı saymalısınız.’’

Arkadaşları, Burcu’nun mağrur görüntüsündeki alaycı sözlerinden hoşlanmasa da tek kelime etmediler. Sonuçta devasa alabalığı saatler sonra yakalayan oydu. Burcu, çok çekmeden arka arkaya oldukça büyük iki tane daha alabalık tutmasının ardından gölün diğer tarafındaki Zeynep’in sevinç çığlıklarının coşkusuna kapılarak arkadaşlarına şöyle seslendi:

‘’Yakaladım. Yakaladım. Evet, ben de yakaladım işte. Hem de bu balık oldukça büyük bir balık.’’

‘’Belki de bu gölde şimdiye kadar yakalanan en büyük balık benim kovamda çaresizce çırpınıyor.’’ diye devam etti.

Birbirlerine şaşkınlıkla bakan Berkant ile Arda’nın sözleri artık kifayetsiz kalmıştı. Ama yine de mutlulukları yüzlerinden okunuyordu çünkü balıkları kimin tuttuğunun ne önemi vardı. Sonuçta akşam yemeğinde onları harika bir ziyafetin beklediği açıktı. Günün sonunda yakaladıkları alabalıkların keyfini çıkardıktan sonra sevinçle kamp alanından tüm eşyalarını toplayıp evlerine doğru yola koyuldular. Elbette eve dönüş yolculukları beklediklerinden daha uzun sürdü. Ama bunda şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü heyecanla bilinmeyene doğru çıkılan yolculukların dönüş yolculuğu her zaman meşakkatli geçeceği daha en başından belliydi. Nihayet evin bahçesine vardıklarında hava kararmak üzereydi. Yorgunluktan kaskatı kesilen bedenleri soğuğun etkisini her zamankinden daha fazla hissediyordu. Her zamanki sinir bozucu kapı gıcırtı sesiyle eve girdiklerinde tüm eşyalarını oturma odasının ortasına bıraktılar. Arda ve Zeynep kendilerini kanepeye, Burcu ve Berkant da masanın yanındaki sandalyelere attılar. Zeynep kısa süreliğine soluklandıktan sonra Berkant’a dönerek mutlulukla şunları söyledi:

‘’Bugün gerçekten çok eğlendim ve buna değdi doğrusu. Üstelik bu daha başlangıç ve önümüzde unutulmaz birkaç günümüz daha olacak. Bu arada Berkant, göl kenarı anlattığın kadar güzel bir yermiş.’’

Beklenmedik şekilde o tatlı tebessümüyle araya giren Burcu, arkadaşına şöyle karşılık verdi:

‘’Evet, güzel bir gündü. Ama?’’

‘’Ama ne?’’ diye sordu. Merakla! Berkant.

‘’Boş ver. Berkant! Düşündüğümden daha eğlenceli bir gün geçirdiğimi söyleyebilirim.’’ diye yanıtladı. Tüm ciddiyetiyle! Burcu.  

‘’Tabi ki de eğlenceli olacak. Bizim yapamadığımız şeyi sen yaptın. Gölün son balıklarını sen tuttun ve bu akşamki muhteşem sofranın mimarı şüphesiz sen olacaksın.’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Sanırım öyle!’’ diye yanıtladı. Burcu. Tüm mağrur görüntüsüyle!

‘’Beni neden görmezden geliyorsunuz ki? Anlamadım. Gölün en büyük balığını ben yakaladım.’’ diyerek çıkıştı. Somurtkan bir yüz ifadesiyle! Zeynep.

‘’Ah, hayır! Üzgünüm Zeynep! Ama şampiyonalarda ikinciler asla hatırlanmaz. Yapacak bir şey yok.’’ diye karşılık verdi. Berkant. Kahkaha atarak.

‘’Durun biraz! Şamatayı bırakın artık! Evin içindeki iğrenç kokuyu hissetmiyor musunuz?’’ dedi. Arda. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Ah, evet!’’ dedi. Burcu.

‘’Tanrım, şimdi burnum kırıldı. Sanırım bu iğrenç koku mutfaktan geliyor.’’ diye devam etti.

‘’Gerçekten de hayvan leşi gibi kokuyor.’’ diyerek yanıtladı. Berkant.

Zeynep hariç herkes mutfağa doğru koştu ama mutfaktan çıkmaları mutfağa girmelerinden daha hızlı olmuştu. Bu dayanılmaz iğrenç koku mutfağı tamamen sarmıştı. Berkant, bez parçasıyla ağzını kapattıktan sonra hızla yeniden mutfağa döndü ve zorlukla pencereyi acarken, diğerleri de telaş içinde evin tüm pencerelerini ve sokak kapısını açtıkları sırada Zeynep, donuk gözleriyle arkadaşlarının soğukkanlılıkla izliyordu. Herkes dayanılmaz kokunun telaşı içinde çırpınırken Zeynep’in umursamaz tavrı kimsenin dikkatini çekmemişti. Daha sonra kendilerini sokak kapısının dışına attıklarında Burcu, ‘‘Bu dayanılmaz kahrolası koku da nereden çıktı şimdi?’’ dedi.  

‘’Bence! Bu minik dostumuz sonu. Dün mutfağı temizlerken mutfak tezgâhının altına birkaç fare kapanı koymuştum.’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’İyi, tamam da!’’ dedi. Şaşkınlıkla! Burcu.

‘’Bu çok garip! Bir gün içinde kurtlandı ve şimdi leş gibi kokuyor. Bu hayvan hangi ara kapana yakalanarak ölmüş olabilir ki? Anlamıyorum.’’

‘’Belki de biz buraya gelmeden önce başka bir büyük sıçan ölmüştür. Sonuçta yıllardır eve kimse gelmiyor.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Elbette, bu da mümkün!’’ dedi. Burcu.

Zeynep birden araya girerek, ‘‘Arkadaşlar! Şu iğrenç hayvanlardan bahsetmeyi bırakın artık. Şimdi ne yapacağız, onu söyleyin? Yirmi dakikadır sokaktayız. Soğuktan neredeyse donmak üzereyim. Ayrıca mutfağa asla girmeyeceğimin farkındasınız değil mi?’’ diyerek çıkıştı.

Arda, kız arkadaşının soğuktan buz kesmiş elini tutarak ‘’Ah, evet! Canım, farkındayız.’’ diye yanıtladı.

Bunun üzerine sert mizacıyla Burcu arkadaşlarına baktı ve ‘’Çok tatlısınız. Aman ne güzel!’’ dedi. Alaycı tavrıyla!

‘’Yürü hadi Berkant! Mutfağa baksak iyi olacak.’’ diye devam etti.

Burcu ve Berkant hızla mutfağa yönelirken Arda da onları takip etti ama Zeynep daha önce söylediği gibi mutfağa girmedi. Yarım saat geçmesine rağmen kahrolası koku hala geçmemişti. Mutfak tezgâhının çekmecelerinde buldukları bez maskeleri taktıkları halde dayanılmaz kokuya karşı ayakta güçlükle durabiliyorlardı. Önce tezgâhın altındaki karanlık köşeleri kontrol ettikten sonra mutfağın gözden kaçabilecek en derin köşelerine baktılar ama ölü bir hayvan leşine rastlamadılar. Ama bu ağır kokunun yoğunlaştığı noktanın çatı katı olduğunu anlamaları çok uzun sürmemişti. Harika başlayan günün sonunda Berkant ve arkadaşlarının kafalarında planladıkları harika akşam yemeği fikriyle meşgulken bu kahrolası koku da nereden çıkmıştı? Artık bu koku, lezzetli ızgara balık hayalinin sonuydu. Bu yolculuğa çıktıklarından beri her güzel şeyin sonunda hep tuhaflıklarla ve kötü sürprizlerle karşılaşmaları neredeyse herkesi bezdirmişti. Burada anlayamadıkları bir terslik vardı. Herkes bunun farkındaydı ama ortak noktada buluşmaları da güç görünüyordu.

Berkant, çatı katına çıkan merdivenlere doğru ilerlerken Arda araya girerek, ‘’Eğer izin verirsen, çatı katına ben çıkmayım.’’ dedi.

’’Tamam!’’ diye yanıtladı. Berkant. Bu anlamsız isteği memnuniyetle karşılayan yüz ifadesiyle!

Arda, Berkant’ın uzattığı el fenerini alarak çatı katına çıktı ve etrafa bir süre bakındı. Dayanılmaz kahrolası kokunun yanı sıra! Daha önce de gördüğü gibi orada toz ve kirden başka bir şey yoktu. Arda başını geriye çevirip feneri diğer tarafa tuttuğunda aniden yüksek sesle ‘’Lanet olsun!’ diye bağırdı. Büyük bir kara kedinin kocaman parlak yemyeşil gözlerini gördüğünde dehşete kapılarak tüm vücudu istemsizce titremeye başlamıştı. Daha sonra Arda, kısa sürede kendini toparlayarak kedinin ölmüş olduğunu fark etti. Ama gözleri açık ölmüş bir hayvanın görüntüsü çoğu zaman insanı ürperten en temel içgüdülerden biriyle karşı karşıya kalmasından daha fazlası olduğunu bilmiyordu. Orada öylece yan yatmış vücuduyla Arda’ya gözünü dikmiş parlak yemyeşil gözleriyle sanki kendisine bakıyormuş gibi hissediyordu. Kara kedinin vücudunun birçok yeri kurtçuklar tarafından istila edildiğini gördüğünde dayanılmaz kokunun nedenini anlamıştı. Arda, hiç olmadığı kadar hızlı hareket ederek hemen çatı katından aşağı indiğinde heyecana kapılan arkadaşlarının kendisine endişeyle bakan gözlerini gördü.

‘’Arda, iyimsin? Ne oldu?’’ diye sordu. Merakla! Berkant.

‘’Ben iyiyim.’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Sohbet edecek zaman yok. Bir kedi ölmüş ve neredeyse tüm vücudu kurtlanmış. Bana hemen kalın bir çöp torbası ve eldiven verin.’’ diye devam etti.

Burcu, ‘’Artık bu kokuya dayanacak gücüm kalmadı ve ben Zeynep’in yanına gidiyorum.’’ diyerek mutfaktan hızla çıktı.

’’Eğer istersen bu sefer çatı katına ben çıkabilirim.’’ dedi. Berkant. Son derece istemsiz tavrıyla!

‘’Yok! Ben hallederim. Ama çöp torbasını dışarıya sen taşıyacaksın ona göre!’’ diye cevap verdi. Arda.

Arda, arkadaşının sırıtışları arasında yeniden çatı katına çıkıp kedinin leşini güçlükle çöp torbasına koyar koymaz hemen aşağıya inip hızla banyoya yönelirken kendi kendine şöyle söyleniyordu:

‘’Aptal herif! Berkant’ın çatı katına kendisinin çıkacağını söylemişken ne diye ısrar ediyorsun ki?’’

Berkant, çöp torbasını kavradığında, ‘’Gerçekten de iğrenç kokuyor.’’ diyerek hızla dış kapıya doğru koştu.

Arda banyodan çıktığında arkadaşlarının dışarıda olduğunu görünce onlara doğru yöneldi.

‘’Canım! İyi misin?’’ diye sordu. Endişeyle! Zeynep.

‘’Ben iyiyim. Merak edilecek bir şey yok.’’ diye yanıtladı. Arda.

Şaşkınlıkla arkadaşlarına bakan Burcu şunları söyledi:

‘’Eğer bu kedi daha önce ölmüş olsaydı. Biz eve ilk geldiğimizde bu iğrenç kokuyu mutlaka fark ederdik. Peki, dün öldüyse, nasıl oldu da kedinin cesedi bu kadar kurtçuklarla dolarak leş gibi kokar? Anlamıyorum.’’

‘’Haklısın Burcu! Üstelik çatı katına çıkacak tek bir yer varken bu hayvan nasıl oldu da çatı katına çıktı ve orada öldü.’’ diye cevap verdi. Arda. Düşünceli tavrıyla!

Zeynep, birden araya girerek, ‘’Kedi bu! Bir yolunu bulup girmiştir işte. Asıl şimdi ne yapacağız? Ondan hemen kurtulmamız gerekiyor. Cidden çok iğrenç kokuyor.’’ diyerek karşılık verdi.

‘’Bence de!’’ dedi. Burcu.

 ‘’Bu leşi bir yerlere gömmemiz lazım. Ama..? Her neyse!’’  Sanırım arabanın ilerisindeki kulübenin bulunduğu bölge uygun görünüyor. Oradaki bir yere gömelim gitsin.’’ diye karşılık verdi. Arda.

‘’Arda! Ne söyleyeceksen söyle! Lafı ağızında geveleyip durma!’’ diye çıkıştı. Burcu.

Arda, ‘’Şimdi sırası değil. Bunu sonra konuşuruz.’’ dediği sırada Berkant araya girerek şunları söyledi:

‘’Hadi gidelim dostum! Sanırım kulübe de kazma kürek olacaktı.’’

Arda ve Berkant evin yaklaşık 30 metre ilerisindeki kulübeye doğru yola koyuldular. Kulübenin yakınında kazmak için uygun bir yer buldular ve hemen toprağı bir kedinin girebileceği kadar derin kazmalarının ardından Berkant kediyi kazdıkları çukura fırlattığında, sanki kara kedi canlıymış gibi o parlak yemyeşil gözleriyle dik dik onlara bakıyor hissi uyandırmıştı.

‘’Şuna da bir bak. Hayvan gözleri açık gitti.’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Berkant! Zevzekliği bırak da göm artık şu hayvanı da buradan gidelim.’’ diye çıkıştı. Arda.

Berkant, kediyi gömmesinin ardından Arda, kedinin mezarının üzerine büyük bir taş yerleştirerek oradan hızla uzaklaştılar. Eve dönüş yolunda Berkant arkadaşına sigara uzattıktan sonra kendisi de bir sigara yaktı ve birkaç nefes çekerek yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.

‘’Ne oldu? Ne sırıtıyorsun öyle?’’ diye sordu. Arda.

‘’Kediyi gömdüğümüz yere mezar taşı koyduğunu görünce akşam vakti cenaze namazını kılacağımızı sandım.’’ diye yanıtladı. Alaycı gülümsemesiyle! Berkant.

‘’Berkant! Dalga etmeyi bırak artık! Sen de o lanet olası kedinin gözlerini gördün. Sanki canlıymış gibiydi.’’ dedi. Arda.

‘’Ah, evet! Her an kucağına atlayacak gibiydi.’’ diyerek kahkahalara boğuldu. Berkant.

‘’Tanrı aşkına Berkant! Biraz ciddi ol lütfen. Tamam, neyse! Bu konuyu kapatsak iyi olacak.’’ diyerek arkadaşına çıkıştı. Arda.

 ‘’Tamam, tamam! Ciddi olacağım. Ne demeye çalışıyorsun sen?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Burada gerçekten ters giden bir şeyler var. Bunu hissetmiyor musun? Diyelim ki Burcu’nun başına gelen korkunç olaylar bir hayaldi. Baksana! Akşam vakti nelerle uğraşıyoruz. Aslında şuan da akşam yemeği yemiş ve keyif yapıyor olmamız gerekiyordu.’’

‘’Yapma ama dostum! Aklından neler geçtiğini tahmin etmek zor değil. Hayatta insanların başına olağandışı terslikler gelebilir. Ama bu bunlardan biri değil. Ayrıca böyle saçmalıkları kafayı takmak bana tuhaf geliyor. Bu arada biraz acele etsek iyi olur. Kızlar uzun süre evde yalnız kaldılar.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Tamam, da?’’ dedi. Arda.

‘’Ne? Arda çıkar ağızındaki baklayı! Ne söyleyeceksen açıkça söyle!’’ diye karşılık verdi. Berkant.     

‘’Bilmiyorum. Farkında mısın? Sanırım buraya geldiğimiz günden beri hiçbir yerde hiçbir hayvanla karşılaşmadık. En azından canlı olanıyla! Orman yolunda ve göl çevresinde çok dolaştık ama herhangi bir hayvana rastladığımı hatırlamıyorum. Ama eve döndüğümüzde aniden tavan arasında ölü bir kedi buluyoruz. Üstelik oraya nasıl geldiği de belli değil. Sence bu çok tuhaf değil mi?’’ dedi. Arda. Endişeli yüz ifadesiyle!

‘’Yanılıyorsun dostum! Gölde tuttuğumuz canlı balıkları ne çabuk unuttun.’’ dedi. Alaycı gülümsemesiyle! Berkant.

Bunun üzerine Arda arkadaşına ters bir bakış atmak dışında tek kelime etmedi. Artık ne söylerse söylesin arkadaşının algısının tamamen kapalı olduğunu anlamıştı. Eve döndüklerinde meraklı gözler onları bekliyordu.

Burcu, ‘’Nerede kaldınız?’’ diye sorunca,  ‘’Sorun yok. Hallettik işte.’’ yanıtını verdi. Berkant.

‘’Biz de başımıza gelen tuhaf olaylardan bahsediyorduk. "Sizce de tüm bu olanlar tuhaf değil mi?’’ diye sordu. Zeynep.

‘’Evet!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Evet, ne?’’ diye tekrar sordu. Zeynep.

‘’Eve dönerken bu konuları Berkant’la konuştum ama biz bir sonuca varamadık. Bilirsiniz işte. Onunla da pek konuşulmuyor.’’ diye yanıtladı. Arda.

Burcu, Berkant’a gözlerini dikerek manalı, manalı baktığı sırada Berkant şunları söyledi:

  ‘’Arkadaşlar! Bunları daha sonra konuşuruz. Ev çok fena soğudu. Üstelik koku da bayağı gitmiş gibi görünüyor. Ayrıca sobayı da bir an önce tutuşturmamız gerekiyor.’’

‘’Haklısın Berkant! Ev iyice soğudu. Kaçtığın şey etrafını sardığında acaba ne yapacaksın? Merak ediyorum doğrusu.’’ dedi. Burcu. Sert tavrıyla!

Zeynep araya girerek, ‘’Arkadaşlar! Bırakın şimdi atışmayı da, şu işleri halledelim ve güzel bir ziyafet çekelim.’’ dedi.

Bunun üzerine kimse tek kelime etmeden herkes işe koyuldu. Mutfak penceresi dışında evin tüm pencereleri ve sokak kapısını kapattılar. Sobayı tutuşturmalarının üzerinden neredeyse bir saat geçmişti. Ev de şikâyet edilemeyecek kadar çok ısınmıştı. Ayrıca evin mutfak dışındaki diğer odalarındaki iğrenç koku da tamamen ortadan kaybolmuştu. Ama mutfağa sinen o berbat kokunun hafif kokusu hâlâ dayanılmazdı. Uzun süre o berbat kokunun geçmesini bekledikten sonra harika bir sofra kurdular. Masa, dört ayrı servis tabağına konulan leziz ızgara alabalık ve masanın ortasındaki geniş tabakta hazırlanan marul salatasından oluşuyordu. Ayrıca buz gibi bol köpüklü biralar da bardaklara servis edilmeyi bekliyordu. Berkant ve arkadaşları masanın etrafında toplanıp nefis görülen balıklara hemen yumuldular. Gergin ve tuhaflıklarla geçen saatlerin ardından bu ziyafet onlara çok iyi geldiği açıktı.  

Berkant, keyifle birasını yudumlarken ‘’Bu göldeki alabalıkların ne kadar lezzetli olduğunu daha önce söylemiştim.’’ dedi.

‘’Gerçekten de öyle!’’ diye karşılık verdi. Arda.

Kızlar tek kelime etmeden sessiz sedasız yüzlerine yansıyan mutlulukla sofrayı toparladıktan sonra tekrar masaya döndüler. Arda ve Berkant ikinci biralarını yarılamışken Burcu ile Zeynep de ikinci biralarını yeni doldurmuştu. Zeynep, telefonunda YouTube oynatma listesinden seçtiği şarkıları çalıyordu. Kendi aralarında derin bir sohbette tutuştukları sırada kısık sesle popüler şarkıları dinlemenin tadını çıkarıyorlardı ama birden sokakta delicesine miyavlayan kedilerin sesini duyduklarında Berkant hariç herkes birdenbire anlaşılmaz şekilde bir korkuya kapılarak dehşete düşmüş gözleriyle birbirlerine baka kaldılar. Arda, Zeynep’e dönerek ‘’Kapat şu müziği!’’ diye çıkıştı ve delicesine miyavlayan kedilerin sesi devam ederken Berkant’ın her zaman ki gibi mantıklı bir açıklaması vardı.

‘’Tanrım, bu lanet olası kedilerde nerden çıktı şimdi.’’ dedi. Arda. Tedirgin dolu sesiyle!

‘’Bilmiyorum Arda!’’ diye karşılık verdi. Burcu.

Bunun üzerine Berkant,  kahkaha atarak arkadaşına şunları söyledi:

‘’Arda eve dönerken burada hiçbir hayvan görmedim diye başımın etini yedi durdu. Alın size pisicikler.’’

‘’Bırak şimdi zevzekliği!’’ diye çıkıştı. Burcu.

‘’Bak Burcu, beni azarlıyorsun ama biraz düşün. Az önce ızgara balık yedik. Muhtemelen kediler bunun kokusunu almış olmalı. Neden bu kadar korkuya kapıldığınızı anlamıyorum.’’ dedi. Berkant.

Zeynep, Burcu’nun tek kelime etmesine izin vermeden birden araya girerek şöyle dedi:

‘’Arkadaşlar! Hemen endişeye kapılmayalım. Berkant doğru söylüyor olabilir. Aksi durumda bunu düşünmek bile istemiyorum.’’

Burcu arkadaşına dönerek, ‘’Arda! Sabah göle gittiğimiz sırada sende mi aynı hisse kapıldın?’’ diye sordu. Merakla!

‘’Hayır, Burcu! Sabah böyle bir şey hissetmedim ama birkaç saat önce kediyi gömdükten sonra birden buraya geldiğimizden beri hiçbir canlıyla karşılaşmadığım aklıma düştü. Bu beni son derece tedirgin etti. Eve dönerken bundan Berkant’a bahsettim ama biliyorsunuz ki bu konular onunla pek konuşulmuyor. Her zamanki gibi sinir bozucu derecede mantıklıydı.’’ diye yanıtladı. Arda.    

‘’Bakın arkadaşlar! Bana katılsanız da katılmasanız da gerçek şu ki burada çok tuhaf şeyler dönüyor. Sabah göle gittiğimizde ormandaki dar patikada yürürken hiçbir kuş cıvıltısını duymadığımı fark ettim. Birdenbire koca ormanda hiçbir canlının yaşamadığı hissine kapıldım ama neşenizi bozmamak için bundan bahsetmek istemedim. Yanılmayı çok isterdim ama ne yazık ki artık bunun bir önemi yok. Çünkü şu anda tam anlamıyla bir kâbusun içine düştük ve yakında nasıl bir kâbusun içine düştüğümüzü anlayacaksınız.’’ dedi. Gözlerindeki donuk ifadeyle! Burcu.

Berkant, son derece rahat tavrıyla arkadaşlarının endişeyle bakan gözlerini süzdükten sonra şunları söyledi:

‘’Bakın! Sokaktaki kedi miyavlama sesleri kesildi işte. Gitmiş olmalılar. Artık endişelenmeyi bırakın. Mutfaktan kendime bira almaya gidiyorum. Bira isteyen var mı?’’

‘’Berkant! Sen de endişelenmeye başlasan iyi olur. Ayrıca bir bira daha iyi olurdu.’’ diye yanıtladı. Burcu.

Herkes kafasında belli belirsiz tuhaflıklarla boğuşurken, Arda'nın da bambaşka bir kaygısı vardı. Berkant ile Burcu arasındaki ilişki hiç de iyi gitmiyordu ve aralarındaki arkadaşlık bağının kopması an meselesiydi. Daha da kötüsü, atışmalarının olası kötü etkilerinin işleri daha da karmaşık hale getireceğinden endişeliydi. Aslında aralarında sürekli atışmalar oluyordu ama bu sefer her şeyin farklı olduğu barizdi. Burcu, arkadaşından birine bundan bahsetmese de gözlerine yansıyan derin düşünceler Berkant’la ilişkisini çoktan bitirdiğini gösteriyordu. Arkadaşları, Berkant’ın Burcu’ya olan ilgisinin arkadaşlıktan öte olduğunun en başından beri farkındaydı. Ama Burcu’nun en hassas anında yanında olmasını istediği kişinin yanında olmadığını görmesi aslında her şeyi özetliyordu. Burcu gibi kızların bunu görmezden gelmesi neredeyse olanaksızdı.

Buz gibi biralar masaya gelir gelmez endişe dolu kalplere merhem olmuş gibi görünse de aslında işleri bu kadar basite indirgemek anlamsızdı. Biralarını yudumladıkları sırada kedilerin rahatsız edici miyavlamaları yeniden başladı ve bir süre sonra miyavlama sesleri kulakları çınlatacak kadar yükselmişti. Sanki onlarca kedi sokakta değil de evin içinde dolaşıyormuş gibi hissediyorlardı. Delicesine miyavlama sesleri belli belirsizliğin ötesine geçmişti. Oturdukları masanın karşısındaki sokak kapısının hemen arkasında sadece miyavlama sesleri duyulmuyordu. Göremedikleri sokak kapısının arkasında tedirgin edici dört ayaklı ya da iki ayaklı bir şeylerin yürürken çıkardıkları ürpertici sesler, akıllarında beliren manzara birbirinden farklıydı. Aralarında en korkusuz olan Berkant bile aniden ürperdiğini hissetti ama merakı korkusuna galip gelecek kadar güçlüydü. Orada neler olduğunu öğrenmesi gerektiğini biliyordu. Mutlaka sokağa çıkıp orada neler olup bittiğini görmeliydi. Aksi takdirde bu gece korkudan ziyade şüphelerinden uykusuz kalacağı açıktı. Aslında arkadaşlarının kaygılarının yersiz olduğunu kanıtlamak istiyordu. Belki de dışarıda her ne varsa aslında açlıktan ölmek üzere olan sıradan sevimli kediciklerdi. Belki de başka bir şey. Bunu öğrenmenin tek yolu lanet sokak kapısının kolunu indirip dışarı çıkmaktan geçiyordu. Peki, bu cesareti kendinde görüyor muydu? Elbette, görüyordu. Arkadaşlarının korkunç iddialarına karşı durabilen tek kişi kendisiydi. Aklındaki düşünceleri bir kenara bırakıp, ‘’Dışarı çıkıp neler olduğuna bakacağım.’’ dedi. Berkant.

‘’Bundan emin misin?’’ diye sordu. Tedirginlikle! Arda.

Berkant kendinden emin bir tavırla, ‘’Elbette!’’ diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Berkant yavaşça sokak kapısına doğru yöneldi ve merak ile korku arasında gidip gelen karmaşık duygularla kapıyı açarak dışarıya çıktığında arkadaşları da onun peşinden gitti. Açıkçası arkadaşları mı daha aptaldı yoksa kendisi mi? Bunu anlamanın tek yolu yüzlerde beliren ifadeleri okumaktı ama yüzlere yansıyan görüntü dipsiz kuyunun dibindeki su birikintisi kadar belirsizdi. Berkant sakin tavrıyla etrafa bakıntı ama görünürde ne delicesine miyavlayan kediler, ne de başka bir şey vardı. Arkadaşları endişeyle etrafa bakarken Berkant birden sinirlenerek küfür etmeye başladı ama etrafa savurduğu küfürler ortamın sakin olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Daha sonra Berkant öfkeli sesiyle Burcu’ya dönerek, ‘’Burada neler oluyor böyle! Lanet olası üçüncü birayı bile henüz bitirmedim. Nerede bu kahrolası kediler?’’ diye sordu.

‘’Berkant, bunu bana mı soruyorsun? Ben nereden bileyim.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Bakın! Şuraya bakın!’’ dedi. Zeynep. Heyecana kapılan yüreğiyle!

Arda, tedirgin dolu bakışlarıyla yutkundu ve güçlükle şöyle dedi:

‘’Hani, nereye?’’

‘’Sol tarafa bakın! Arabanın 10 metre ilerisinde. Arabanın tam karşısındaki çalılıklarda hareket eden bir şey var. Lanet olsun! Bunu görmüyor musunuz?’’ diyerek cevap verdi. Zeynep.

‘’Tanrım! Evet, evet! Onu şimdi görebiliyorum.’’ dedi. Kısık sessiyle! Burcu.

‘’Geçekten de çalılıkların arasında gezinen bir şey var. O şey şimdi de bize dik dik bakıyor. Evet, artık bir çift parlak yemyeşil gözleri açıkça görebiliyorum.’’ diye devam etti.

 Kimsenin fark etmediği anda yüzünde beliren anlaşılmaz gülümsemesiyle arkadaşına şöyle karşılık verdi Zeynep.

‘’Sanırım az önce kapının önünde gezinen kedilerden biri olmalı! Şuna da bir bakın. Bence kedi çok ürkek ve oldukça aç görünüyor.’’

Arda, Zeynep'in anlamsız tutumunu bir an bile düşünmeden telaşla şöyle bağırdı:

‘’Saçmalama Zeynep! Hemen eve girin!’’

‘’İlk kez Arda’ya katılmakla birlikte şunu söyleyebilirim. Bence de! Hemen eve girelim.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Herkes hızla eve girdiklerinde salondaki masanın etrafına doluştular ve herkesin kan basıncının yükseldiğini gösteren emareler yüz hatlarından açıkça görülüyordu. Arda dehşete düşmüş gözleriyle yutkundu ve güçlükle şunları söyledi:

‘’Ah Tanrım! O lanet olası yemyeşil parlak gözleri daha önce de gördüm. Hem de iki kez.’’

‘’Arda! Sen ne demeye çalışıyorsun?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Diyorum ki o lanet olası gözleri daha önce de gördüm. Çatı katına çıktığımda ölü kara kedinin gözleri açıktı ve sanki canlıymış gibi parlak ve yemyeşil gözleriyle bana bakıyordu. Tıpkı daha önce gördüğüm gibiydi. Üstelik sokakta gördüğümüz kedinin gözlerindeki donuk ifade, o kahrolası kediyi gömdüğümüz andaki ifadesi aynıydı. İri, yuvarlak parlak yemyeşil gözleriyle bize dik dik baktığı ifade tamamen aynıydı.’’

‘’Evet! Arda doğru söylüyor. Aynı ifadeyi ben de gördüm.  Sanki kedi canlıymış gibiydi. Hatta bununla ilgili biraz dalga bile geçmiştim.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Buna hiç şaşırmadım. Bu tam da senden beklenecek bir hareket!’’ dedi. Burcu.

Zeynep titreyen dudaklarının hışırtısıyla şöyle cevap verdi:

‘’Herhalde mezardan fırlayıp dirilecek hali yok ya! Sanırım başka bir kedidir. Aksini düşünmek bile istemiyorum.’’

‘’Bence de! Ama burada tuhaf şeylerin döndüğü de açık.’’ diye karşılık verdi. Arda.

Derin düşüncelerin sessizliğinde herkes yarım kalan biralarını hızla bitirirken nasıl bir kâbusun içine düştüklerini anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Daha güçlü alkole ihtiyaçları olduğu açıktı ama bunu sigarayla telafi etmekten başka çareleri de yoktu. Uzun süre hâkim olan derin sessizliğin içinde her an farklı bir şeyle karşılaşma kaygısı soludukları nefes kadar yakındı. Sessizliği bıçak gibi kesen kedilerin son derece rahatsız edici ve güçlü miyavlama sesleri yeniden duyulmaya başlarken, sokak kapısını tırmalayan kedilerin belli belirsiz hışırtıları da ortamı daha da gergin hale getirmişti. Tam o sırada birdenbire mutfakta yürekleri hoplatan bir gürültü koptu ve herkes neye uğradıklarını şaşırdıkları sırada Zeynep öyle bir bağırdı ki sanki Zeynep’in çığlıkları kedilerin çığlıklarını bile bastırıyordu.

‘’Lanet olsun! Burada neler oluyor böyle?’’ dedi. Kendi kendine Berkant.

Hemen mutfağa koşan Berkant ve Arda'nın ardından kızlar da onları takip etti ve gördükleri karşısında şoka uğrayarak uzun süre hareketsiz kaldılar. Mutfağın bu korkunç halini gören herkesin zihninde oluşan yansımalar farklıydı. Ama Arda’nın dehşete düşmüş gözlerindeki yansıma şu şekildeydi.

Mutfak tezgâhındaki yıkanmış tabak ve bardaklar sanki mutfak zeminine atılmış gibi görünüyordu. Kırık camlar ve tabak parçaları mutfak zeminine dağılmıştı. Aynı zamanda mutfak tezgâhının karşısındaki masanın önündeki sandalyeler de sağa sola savrulmuştu ve sandalyelerin bir kısmı ters dönerken bir kısmı da yerde yan yatıyordu.

‘’Bu lanet yerden ayrılmamıza asla izin vermeyecekler. Buradan gitmeliydik. Çok geç kaldık.’’ diye mırıldandı. Kendi kendine! Burcu. Endişe dolu sessiyle!

 Berkant soğukkanlı tavrıyla, ‘’Arkadaşlar! Sakin olun! Yaralanmadan önce öncelikle şu etrafı temizlememiz gerekiyor. Daha sonra ne yapacağımızı konuşuruz.’’ diyerek karşılık verdi.

Bu sırada Zeynep’in elleri istemsizce titrerken gözyaşları yanaklarından yavaşça akıyordu ve nemli dudaklarının üzerinde biriken su zerrecikleri hızla aşağıya doğru damlıyordu. Bunu fark eden Arda, Zeynep’e hiç olmadığı kadar sımsıkı sarılarak şunları söyledi:

‘’Korkma canım! Sana bir şey olmasına asla izin vermem.’’

Zeynep ‘’Tamam!’’ diye yanıtladı. Titreyen dudaklarından zar zor çıkan tek bir kelimeyle!

Bunun üzerine Burcu arkadaşlarına dönerek her zamanki sert mizacıyla şunları söyledi:

‘’Hey! Şimdi duygusallığın hiç sırası değil. Berkant haklı! Hadi hemen burayı toplayalım ve odaya geçelim.’’

Mümkün olduğu kadar çabuk mutfağı topladıktan sonra Burcu ve Zeynep’in kaldıkları odaya geçtikten sonra oda penceresinin perdesini örttüler. Daha sonra Burcu'nun yattığı kanepeye geçip yan yana oturarak endişeli bekleyişlerini sürdürdüler. Pencereden olabildiğince uzak kalmak mantıklı gibi görünüyordu. Ortalık yeniden derin bir sessizliğe büründü ve sinir bozucu kedi miyavlama sesleri ya da olağandışı başka bir şey yoktu.

Berkant gözlerinde ilk kez beliren endişeli ifadesiyle şöyle dedi:

‘’Burada gerçekten neler oluyor böyle?’’

‘’Bak! Berkant! Bazı şeylerin mantıklı bir açıklaması yoktur. Bu şeyler her neyse gerçek. Burcu en başından beri haklıydı. Buradan hemen gitmeliydik. Ama kimseyi suçlayacak değilim. Bu tür şeylere inanmak hiç de kolay değil. Biliyorum. Bu ıssız yerde resmen kapana kısıldık. Artık buradaki negatif enerjiyi ben de hissedebiliyorum.’’ diye karşılık verdi. Arda.

‘’Buna inanmakta hala zorluk çekiyorum.’’ dedi. Berkant.

‘’İnan! Daha önce dediğim gibi bu şeyler gerçek.’’ diye yanıtladı. Burcu

‘’Her neyse! Kendime sert bir kahve yapacağım. Kahve isteyen var mı?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Bu gerçekten iyi olurdu. Ama odanın kapısı açık kalsın.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

 

 

Berkant’ın yüzünde beliren hafif gülümsemesiyle hızla mutfağa yöneldi ve kısa sürede elinde tuttuğu tepsideki kahve fincanlarıyla geri döndü. Herkese kahveleri dağıttıktan sonra Burcu ile Zeynep’in arasındaki boşluğa oturdu.

‘’Teşekkürler Berkant! Kahve gerçekten iyi geldi.’’ dedi. Zeynep.

‘’Kediler ortalıkta görünmüyor. Lanet kedilerin seslerini hâlâ kulaklarımda duyabiliyormuşum gibi hissediyorum. Sabah erkenden buradan ayrılalım.’’ dedi. Burcu.

Buna karşın herkes sessizce kahvesini yudumluyordu ve kimse tek kelime etmese de herkesin yüzünde Burcu’yu onaylıyormuş gibi bir ifade vardı. Burcu daha sonra sözlerine şöyle devam etti:

‘’Bence bu gece hepimiz bu odada uyumalıyız. En azından birlikte kalırız. Zeynep'le ben bu kanepede yatacağız. Siz de karşıdaki kanepede uyuyabilirsiniz.’’

 ‘’Bu son derece iyi bir fikir de! Aslında kanepenin birinde Arda ve Zeynep yatsa daha iyi olur. Çünkü böylece daha güvenli olabileceğinizi düşünüyorum.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Bugün Berkant’tan duyduğum en mantıklı öneri bu!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Bence de!’’ dedi. O tatlı gülümsemeyle! Zeynep.

‘’Saçmalamayın! Bu mümkün değil! Berkant yine zevzekliğe başladın.’’ diyerek sert bir tavırla azarladı. Burcu.

‘’Burcu hemen de kızıyorsun. Ben sadece güvenliğimiz için söyledim.’’ diye cevap verdi. Berkant.

‘’Kes sesini Berkant! Böyle bir şey asla olmayacak. Ayrıca Zeynep’in yanında kendimi daha güvende hissediyorum. Haksız mıyım Zeynep?’’ dedi. Burcu.

‘’Canım, haklısın da! Aslında benim tercihim Arda olurdu. Ama..?’’ diye yanıtladı. Zeynep. Tatlı gülümsemeyle!

‘’Ah, hayır! Bu konu tartışmaya açık değil. Zeynep, evde bir sürü boş oda var. Bu boş odalardan birine gidebilirsiniz. O lanet kedilerden başka sizi burada zorla tutan hiç kimse yok.’’ dedi. Burcu. Son derece sert tavrıyla!

Arkadaşları, Burcu’nun serzenişlerine aldırış etmeden kahkahalara boğuldular. Bu durum Burcu’nun hoşuna pek gitmese de aslında kısa süreli eğlencelerin nerede ve nasıl başladığının önemi yoktu. Odanın içi kahkaha sesleriyle yankılanıyordu ve birkaç dakikalığına bile olsa yaşadıkları korkunç olayları unutmuş olmanın keyfini sürüyorlardı ki, birden dışarıdan gelen boğuk, sert ve gürültülü köpek havlama sesleriyle irkildiler. Köpeklerin sert ve gürültülü havlamaları farklı yönlerden birbiri ardına duyuluyordu. Sanki köpekler evin etrafını sarmıştı ve korkunç havlama sesleri bazen evin uzak bir yerinden, bazen de çok yakınından geliyordu.

‘’Lanet kedilerden sonra şimdi de köpekler çıktı.’’ dedi. Öfkeli sesiyle! Berkant.

Daha sonra Berkant oturduğu kanepeden hızla kalkıp pencereye doğru gitmek üzereyken Burcu araya girerek şunları söyledi::

‘’Yapma!’’

‘’Ne görmeyi umuyorsun ki?’’

‘’Bu lanet şeyler bizi rahat bırakacak gibi görünmüyor.’’

Bu sırada Zeynep, Arda’ya sımsıkı sarılarak son derece alçak bir sesle dudaklarından anlaşılmaz sözler dökülerek kendi kendine mırıldanırken, Berkant yavaşça Burcu’nun elini sıkıca tutarak şöyle dedi:

‘’Ne kadar endişelendiğini görebiliyorum ama nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun Burcu? Anlamıyorum.’’

Burcu, mümkün olan en sakin tavırla kısa süreliğine Berkant’ın gözlerinin içine baktıktan sonra beklenmedik şekilde ona sımsıkı sarıldı ve tüyler ürpertici sesiyle kulağına şunları fısıldadı:

‘’Berkant! Sakın! Böyle sakin durduğuma bakma! Hayatımda hiç bu kadar ölesiye korkmamıştım. İçimizden birini alana kadar asla durmayacaklar.’’

Burcu bu sözleri söylerken fısıltılı sesindeki hassas ses titreşimleri Berkant'ı hiç olmadığı kadar ürpertmişti. Artık söylenebilecek mantıklı bir açıklaması kalmamıştı. Berkant kafasındaki beli belirsiz düşüncelerle boğuşurken bir sigara yakarak hiç olmadığı kadar derinden birkaç fırt çektiği sırada Zeynep heyecana kapılan yüreğiyle şöyle dedi:

‘’Lanet olsun! Sanırım, çatı katında dolaşan biri var. Ayak seslerini işitmiyor musunuz?’’

‘’Evet!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Tanrım! Şimdi de evin içinde geziniyorlar. Yürürken çıkardıkları hışırtıları duyabiliyorum.’’ dedi. Burcu.  

Bir süre sonra, tüm alışılmadık sesler aniden kesildikten sonra Zeynep alçak bir sesle şunları söyledi:

‘’Sanırım, gittiler.’’

‘’Onlar her neyse gittiler.’’

‘’Hiç sanmıyorum.’’ diye yanıtladı. Arda.

Tam her şey bitti derken ürpertici sesler yeniden başlıyor ardından ortalık tekrar sakinleşiyordu. Sanki bu döngü sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek gibi görünüyordu. Berkant ve arkadaşlarının bunu kaldırabilecek ne sabrı ne de gücü vardı ve artık darmadağın olmalarına ramak kalmıştı. Evin içinde duyulan ayak seslerinin ardından kedilerin korkunç miyavlama sesleri yeniden duyulmaya başladı. Üstelik sokaktaki deliye dönmüş köpeklerin havlamaları da zaman zaman devam ediyordu.

Berkant öfkeye kapılarak birden ayağa kalktı ve ‘’Bu kadar yeter! İçeride neler olduğuna bakacağım.’’ diyerek çıkıştı.

O sırada Burcu sert bir şekilde Berkant’ın kolundan çekiştirerek, ‘’Hayır, lanet olsun Berkant. Otur şuraya!’’ dedi.

‘’Peki, o zaman ne yapacağız? Böyle bekleyecek miyiz?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Evet! Aynen öyle yapacağız. Bu lanet oda da sabaha kadar beklemekten başka çaremiz yok. Günün ilk ışıklarında bu lanet yerden derhal ayrılacağız.’’

‘’Arkadaşlar, anlamıyor musunuz? Onları bu odaya girmekten alıkoyan ne? Tabii ki hiçbir şey! Özellikle bizimle oynuyorlar. Cesaretimizi kırarak bizi çıldırtmaya çalışıyorlar. Cesaretimizi ve irademizi sınıyorlar. Biz ne kadar çok korkarsak onlar da o kadar çok üzerimize geleceklerdir. Bunu nasıl yapacağımızı bilmiyorum ama bir şekilde bunun üstesinden gelmeliyiz.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Burcu haklı! Bir arada kalıp burada beklemeliyiz.’’ diye karşılık verdi. Arda.

Bu sırada Zeynep, sol kulağındaki hafif uğultuda anlamlandıramadığı boğuk bir kelime duyduğunu sandı ve kulağını kaşıyarak kendi kendine mırıldandı:

‘’Bu da ne böyle?’’

Bunu fark eden Arda, ‘’Canım! Ne oldu?’’ diye sordu.

‘’Yok, bir şey! Sadece kulağımın içi aniden çok fena kaşındı.’’ diyerek geçiştirdi. Zeynep.

Aslında Zeynep'in kulağında bir anda beliren kalın, boğuk ve yoğun gırtlaktan gelen uğultudaki kelime, şeytani varlıkların her harfi ağızlarında yavaşça uzatarak fısıldadıkları tüyler ürpertici kelimelerden başka bir şey değildi.

‘’Zeynep!’’

‘’Zeyneeeepppp!’’

‘’Zeyneeeeeeepppppp!’’

Korkunç olaylar sabahın ilk ışıklarına kadar devam etti ve bütün bu tuhaf olayların sabah ezanının okunmasıyla sona ermesi umuluyordu. Ama korku içinde bekleyişleri sürerken çevrelerinde hiç cami olmadığından habersizdiler. Şafak vaktine doğru uykuya teslim olmak zorunda kaldılar. Arda ve Zeynep yatağın bir tarafında birbirlerine sarılarak uyurken Burcu da başını Berkant’ın göğsüne yaslayarak uyuyakalmıştı.

 

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

BİTMEK BİLMEYEN KARANLIK SAATLER

 

 

B

itmek bilmeyen korkunç bir gecenin ardından soğuk, yağmurlu ve kasvetli bir güne uyanmanın telaşı içinde, sabahın ilk ışıklarında eve dönmeyi planlıyorlardı ama beklemedikleri şey, güne beklenen saatten çok daha geç başlayacak olmalarıydı. Arda, öğleden sonra saat üç sıralarında gözlerini açtığında Zeynep’in tutkulu öpücüklerinin mutluluğuyla uyandı. Ayrıca Arda, Burcu’nun karşı kanepede uyuduğunu, başını Berkant’ın göğsüne koyup sol eliyle ona sarıldığını görünce yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. Dün gece aynı kanepede uyuya kalmış gençlerin öğleden sonra saat üç sıralarında ayrı kanepelerde gözlerini açmaları işleri daha da karmaşık hale getirmişti. En azından Burcu için durum böyleydi. Arda ve Zeynep saatin çok geç olduğunu anlayınca aceleyle arkadaşlarını uyandırdılar. Burcu uyandığında düştüğü durumunun farkına vardığında yüzünde memnuniyetsizlik ifadesi vardı ama bu konuda tek kelime etmedi. Aklını kurcalayan daha ciddi meseleler olduğu yüzünde beliren hatlardan belli oluyordu. Berkant’ın yüzündeki ifade alışılmışının dışında anlaşılmaz bir gülümseme belirmişti. Şaşkınlıkla mutluluk arasında gidip gelen anlaşılmaz bir ifadeydi bu. Kısa sürede toparlanıp atıştırmalık bir şeyler hazırlamalarından sonra ne yapacakları konusunda konuşmaya başladılar.

‘’Saat çok geç oldu ama ne yapıp edip bugün yola çıkmamız gerekiyor.’’ dedi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Birazdan hava kararmaya başlayacak ve biliyorsunuz ki ben geceleri araba kullanamıyorum. Arda'nın ehliyetinin olmamasından daha kötü o çok iyi araba süremez.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Şehir merkezine çok uzak değiliz ve muhtemelen iki saat içinde şehir merkezine ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Geceyi şehir merkezinde bir otelde geçirebiliriz. Yeter ki, bu uğursuz yerden gidelim. Otelde kalacağımız odalar bu lanet evden daha iyi olacağına eminim.’’ dedi. Yüzüne yansıyan kaygılı ifadesiyle! Burcu.

‘’Burcu doğru söylüyor. Arabanın kimin kullanacağının önemi yok. Vakit kaybetmeden bu uğursuz yerden hemen gidelim.’’ diye karşılık verdi. Arda.   

Zeynep sessizce arkadaşlarını dinlerken Berkant şunları söyledi:

‘’Tamam öyleyse! Hadi gidelim buradan! Ama bir şeyi çok merak ediyorum.’’

‘’Neyi?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Buradan ayrılmadan önce bahçeye gömdüğümüz o lanet kara kediye bakmak istiyorum. Ayrıca evin çevresini de kontrol etmemiz gerekiyor. Bazı şeylerden emin olmalıyım.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Bunun üzerine Burcu tek kelime etmeden başını hafifçe sallarken Arda öfkeyle şöyle dedi:

‘’Bu tam bir delilik! Berkant, saçmaladığının farkında mısın? Bırak hayvan huzur içinde yatsın işte. O lanet mezarı sırf senin anlamsız şüphelerini tatmin etmek için açmayacağız.’’

Zeynep araya girerek, ‘’Arkadaşlar! Saçmalamayı bırakın da gidelim buradan.’’ diye karşılık verdi.

Berkant öfkeyle, ‘’Tamam öyleyse! O halde çatı katını kontrol edeceğim.’’ diyerek hızla mutfağa yöneldi.

Berkant’ın arkasından Burcu, ‘’Bırakın gitsin! Ne göreceğini umduğunu bilmiyorum ama içi rahatlayacağı kesin.’’ dedi.

‘’Bence de!’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Zeynep,

‘’İşin aslı, Berkant bazen saçmalasa da doğru söylediği şeyler de yok değil. Ama hepimizin kaygıları sona ermesi adına o kedinin mezarını kontrol etsek aslında hiç de fena olmazdı.’’ diye devam etti.

Bunun üzerine Burcu sert bir tavırla, ‘’İçinde bulunduğumuz bu kâbusun ciddiyetini anlayabilen tek kişi ben miyim?’’

‘’Hayır!’’ diye yanıtladı. Arda. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Evet, haklısın Burcu. Ama seninle aynı fikirde olmanın ne önemi var ki? Korkunç bir kurgunun içinde çırpınıyoruz. Burayı mümkün olan en kısa sürede terk etmeliyiz. Önemli olan tek şey bu!’’ diye devam etti.

Berkant sırıtan bir yüz ifadesiyle arkadaşlarının yanına geldiğinde meraklı gözlere kısa süreliğine baktı ve arkadaşlarına şunları söyledi:

‘’Çatı katında sıra dışı bir şey yok. Her şey normal görünüyor.’’

Daha sonra Berkant’ın değişen yüz hatlarındaki ifade endişe dolu bakışlara dönüşerek sözlerine şöyle devam etti:

‘’Dün gece tepemizde bir şeylerin dolaştığını hepimiz duyduk. Ama o lanet yerde toz ve pislikten başka bir şey yoktu. Sinirlerim artık iyice gerildi.’’

Burcu, sevgililerin şefkatle birbirlerine bakması gibi ona kısa süreliğine bakarak şöyle dedi:

‘’Ah, Berkant! Hadi gel şuraya otur.’’

Masada olup biteni kendi aralarında konuşurken Berkant bir anda dayanamayıp, ‘’Ben biraz dışarı çıkıp etrafa bakacağım.’’ dedi.

Berkant olabildiğince hızlı bir şekilde sokak kapısına doğru yöneldiğinde arkadaşları bu sefer daha önce söylediklerinin aksine meraklarının peşinden gitmek zorunda kalmıştı. Aslında Burcu dışındaki herkes tüm korkularına rağmen dün gecenin izlerini görmek istiyordu. Dışarı çıktıklarında gördükleri ilk şey sokak kapısındaki derin tırnak izleri olmuştu. Kapıdaki uzun ve derin kedi tırmığı izlerine dehşet dolu gözlerle baka kaldılar. Arkadaşlarının tüm endişe dolu ısrarlarına rağmen Berkant dün gömdükleri kendinin bulunduğu yere giderek soğukkanlılıkla mezarı açtı ve o anda aklına gelen birçok ihtimal arasında tahmin ettiği şeyi gördü. Kediyi mezara koydukları zamanki gibi yan yatmış şekilde öylece duruyordu ama o kahrolası gözleri hala açıktı. Kendini biraz rahatlamış hissetse de dün gece duyduğu rahatsız edici kedi miyavlama seslerinin kaygısını hâlâ üzerinde taşıyordu. Kapı girişinin hemen ötesinde, evi çevreleyen bahçenin her yerinin iğrenç köpek pislikleriyle dolu olduğunu fark ettiklerinde işler daha da dayanılmaz hale gelmişti. Evin kapı girişinin sağ tarafından başlayan ayak izleri ve köpek pislikleri, dün gece Berkant ve arkadaşlarının kaldıkları odanın penceresinin önüne kadar devam ediyordu. Sanki evin etrafı köpek pislikleriyle ve onu takip eden ayak izleriyle çember içine alınmış gibi görünüyordu. Bu korkunç manzarayı gören herkesin yüzü bembeyaz kesilmişti. Dün gece tuhaf şeyler yaşandığı belliydi ama açıkçası bu kadarını beklemiyorlardı. Artık ne çevreyi kontrol edecek güçleri, ne de akıl sağlıklarını koruyacak iradeleri vardı.

Aceleyle hemen eve doğru yöneldiler ve eve girdiklerinde Zeynep, şaşkın ve korku dolu bakışların arasında beklenmedik şekilde yere yığıldı. O anda tüm vücudunun titrediğini ve ateşinin oldukça yüksek olduğunu gören arkadaşları onu hemen dün gece kaldıkları odaya götürüp nazikçe yatağına yatırdılar. Dakikalar önce bu kadar sağlıklı görünen kıza ne oldu da birden anlaşılmaz şekilde rahatsızlanıp yere yığılmıştı. Bunu çok da önemsemediler. Aslında akıllarındaki karmaşık düşünceleri sorgulayacak ne zamanları ne de güçlü iradeleri vardı. Sabah saatlerindeki hafif şiddetli başlayan yağmurun ardından öğlen saatlerinde yağmur dinmişti. Akşamın ilerleyen saatlerinde gölün batısından gelen kara bulutların arasından korkutucu şimşeklerin art arda düşmesiyle işler daha da korkutucu hale gelmişti. Buraya geldikleri günde karşılaştıkları hava koşulları şu anda başlayan şiddetli yağmur, o günü aratmayacak kadar güçlüydü. Arkadaşlarının Zeynep’e yaptığı bazı müdahalelerinden sonra vücudundaki nedeni anlaşılamayan titremeler bir süre sonra durdu ve yüksek ateşinin düşmesinin ardından bilinci de yerine gelmişti.

Zeynep yattığı yataktan aniden kalkmaya çalışırken Burcu endişeyle müdahale ederek, ‘’Dur biraz! Ne yaptığını sanıyorsun sen?’’ diyerek arkadaşına çıkıştı.

Daha sonra Burcu, nazik sesiyle sözlerine şöyle devam etti:

‘’Zeynep iyi misin? Bizi gerçekten korkuttun. Ne oldu sana böyle?’’

‘’İyiyim ben!’’ diye yanıtladı. Alçak sessiyle! Zeynep.

‘’Bilmiyorum. Aniden başım dönmeye başladı ve tüm vücudum birdenbire boşaldı. Ama şimdi gerçekten iyiyim.’’ diye devam etti.

Arda endişeli gözlerle bakarak, ‘’Canım! Elbette iyisin. Ama şimdi biraz dinlenmen lazım.’’ diyerek karşılık verdi.

‘’Bence de!’’  

‘’Zeynep! Sen biraz dinlen bakalım. İsteğin bir şey var mı?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Hayır, teşekkürler!’’ diye yanıtladı. Solgun dudaklarından güçlükle çıkan iki kelimeyle! Zeynep.

Bunun üzerine Arda, Zeynep’in yanında kalırken, Berkant ve Burcu salona geçtiler.

‘’Kahve içer misin?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Daha sert bir şey yoktu değil mi?’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Maalesef!’’ dedi. Berkant.

‘’O halde, kahve olabildiğince çok sert olsun.’’ dedi. Burcu. Endişe dolu sesiyle!

Berkant salona girdiğinde, Burcu'yu masanın önündeki sandalyede derin düşüncelere dalmış halde buldu. Elindeki kahveyi Burcu’ya uzatırken ‘’Burcu! Sen iyi misin?’’ diye sordu. Berkant.

‘’İyiyim ben!’’ diye yanıtladı. Burcu.

Bunun üzerine Berkant tek kelime etmeden sigarasını yaktı ve birkaç derin nefes aldığında o anda aklından geçen düşünceleri Tanrı'dan başka kimse bilemezdi. Kahvesinden bir yudum içti ve Burcu’nun güzel gözlerine baktı. Gözlerinin ardındaki alabildiğince derin düşüncelerini tahmin etmeye çalışsa da, bu zor bir işti. Yeryüzünde yaşayan en karmaşık kızlardan birinin gözlerine baktığını biliyordu ama bunu denemenin kime zararı olabilirdi ki? O, bu güne kadar kış güneşinde açmış en güzel çiçeğiydi ve tam karşısında öylece duruyordu. O güzel çiçeğin gözlerinin önünde solmak üzere olduğunu gördü ve yapabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.

Burcu, birden ‘’Tesadüflere inanır mısın?’’ diye sorunca, Berkant bu beklenmedik soru karşısında şaşkınlıkla çok da fazla düşünmeden bir çırpıda şöyle dedi:

‘’Evet, bazen inanırım.’’

 ‘’Peki, ya sen?’’ diyerek karşılık verdi. Berkant.

‘’Hayır!’’ diye yanıtladı. Burcu. Son derece ciddi tavrıyla!

‘’Biz buradan gideceğimizi düşünürken Zeynep’in birdenbire garip şekilde rahatsızlanması sana da tuhaf gelmiyor mu?’’ diye devam etti.

‘’Zaten burada olup biten her şey çok tuhaf! Ben de artık ne düşüneceğimi bilemiyorum. Ama bahçede gördüğümüz o tuhaf ve korkutucu şeylerden etkilenmiş olabilir. Bu çok doğal bir şey! Böyle bir şeyle karşılaşan herkesin başına gelebilir.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Berkant! Belki de sen haklısındır. Ama bu lanet yerde bir gece daha kalmamız gerekiyor. Gerçek şu ki bizi çok zor bir gece bekliyor. Bunu atlatacak gücümüz var mı gerçekten bilemiyorum.’’ dedi. Burcu.

Bunun üzerine salona giren Arda, masaya doğru ilerledi ve bir sandalye çekerek arkadaşlarının yanına oturduğunda, ‘’Zeynep nasıl oldu?’’ diye sordu. Berkant.

‘’O iyi! Biraz sarsılmış işte. Zeynep şimdi uyuyor. Yakında düzelir.’’ diye karşılık verdi. Arda.

Birdenbire, ‘’Hangimiz sarsılmadık ki?’’ dedi. Burcu.

‘’Burcu! Sen ne demeye çalışıyorsun?’’ diye çıkıştı. Arda.

‘’Bir şeyi ima etmeye çalışmıyorum. Sadece hepimiz kötü günler geçiriyoruz ama hala buradayız. Bir türlü buradan ayrılamıyoruz. Sana da bu durum tuhaf gelmiyor mu?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Aslında haklısın! Bu benim aklımdan da geçmedi değil. Bizi gerçekten zor bir gece bekliyor.’’ diye yanıtladı. Arda.

Berkant gülerek araya girdi ve şöyle dedi:

‘’Burcu da az önce aynı şeyden bahsediyordu.’’

Uzun süre kasvetli sohbetleri bu şekilde devam ederken, ortalık oldukça sakindi ve olağan dışı hiçbir şey yoktu. Akşam saatleri beklentilerin aksine oldukça sessiz geçiyordu ve şiddetli yağmurun yerini alan dinlendirici yağmur damlaları yürekleri sakinleştiriyordu. Ayaklanıp yatağından kalkan Zeynep salona girdiğinde oldukça iyi görünüyordu. Elbette bu durum arkadaşları açısından sevindirici olsa da, bu lanet yerde bir gece daha geçirmek zorunda kalmanın kaygısına dayanmakta güçlük çekiyorlardı. Akşam yemeğinden sonra hararetli yanan sobanın üzerinde demlenen çayın tadını çıkarırken saat gece on bir civarındaydı. Zeynep, bardağında kalan son çay damlasını da yudumladıktan sonra sigara paketinden bir dal sigara alarak şöyle dedi:

‘’Ben çok fena daraldım. Biraz dışarı çıkıp hava almam lazım. Beş-on dakika içinde geleceğim.’’

‘’Tamam canım! Ama ben de seninle geliyorum. Hadi birlikte dışarı çıkalım.’’ diye karşılık verdi. Arda.

‘’Ah, Arda! Çocuklaşmayı bırak artık. Madem bu kadar endişelisin. Sokak kapısı biraz açık kalabilir. Bana sadece 10-15 beş metre uzaklıkta olacaksın. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var. Anlamıyor musun? Lütfen!’’ diyerek azarladı. Zeynep.

Bunun üzerine Zeynep hızla sokak kapısına doğru yöneldiği sırada Berkant ile Burcu hiç olmadığı kadar sakinliklerini koruyarak tek kelime etmediler. Ama Arda için aynı şey söylenemezdi.

Arda, Burcu'ya dönerek ‘’Neden bir şey söylemedin? Belki seni dinlerdi. En azından birlikte dışarı çıkabilirdiniz.’’ diyerek serzenişte bulundu.

 ‘’Arda, sakin ol biraz.’’ dedi. Burcu.

‘’Onu gölge gibi takip etmeyi bırakmalısın. Belki senden sıkıldı. Belki de bizden sıkıldı. Dediği gibi ona çok uzakta değiliz.’’ diye devam etti.

‘’Burcu doğru söylüyor. Dostum biraz sakin ol!’’ diye karşılık verdi. Berkant.

Arda, oturduğu sandalyede son derece endişeli düşüncelerin içinde boğulurken bir anda dayanamayıp şöyle dedi:

‘’Bilmem farkında mısınız? Ortalığı ne zaman sessizlik kaplasa başımıza bir iş geliyor.’’

‘’Saçmalama Arda!’’ dedi. Burcu.

‘‘Daha önce de söylediğim gibi başımıza bir iş gelecekse her yerde gelebilir. Sokakta ya da evin içinde fark etmez. Dün gece hepimiz aynı odada kaldık ve odanın içinde güvende olduğumuzu sanıyorsunuz. Bize fiziksel olarak zarar vermek isteseydiler onları durdurabilecek hiçbir şey yok. Buraya geldiğimizden beri doğrudan zihinlerimize saldırıyorlar. Çok şükür şu anda hiçbir yerde görünmüyorlar. Ama bu gece de gelecek olurlarsa dua edelim ki yine aklımıza saldırsınlar.’’ diye devam etti.   

Zeynep iki parmağının arasında tuttuğu sigarayı yakıp etrafına bakınarak dumanı içine çekti. Etraf karanlık ve sessizdi. Ayrıca hava oldukça soğuktu ve yağmur hafifçe çiselemeye devam ediyordu. Bir süre sonra çalıların ve ağaç kaidelerinin arasında hareket eden bir şey gördüğünü sanarak kendi kendine alçak sesle şöyle mırıldandı:

 ‘’Bu da ne böyle!’’

Dikkatle o yöne doğru baktı ama etrafta hiçbir şey olmadığından emin olarak sigarasını içmeye devam etti. Aniden, derin, boğuk derinliklerden gelen tuhaf bir sesin kulağına fısıldadığını duydu:

‘’Bak!’’

‘’Bana bak!’’

‘’Bana bak!’’

Zeynep bu tuhaf fısıltıyı anlamaya çalıştığı sırada sırtı eve doğru dönüktü. O an olacaklardan habersiz orada öylece dururken, birden dört kalın parmağın uçlarından uzanan uzun sivri tırnakları olan sıcak bir elin narin ensesine dokunduğunu hissetti. Ama o anda hareket edemeyeceğini anlaması uzun sürmedi. İstemsizce titreyen bedeni, hızla atan kalbinin ritminden daha güçlüydü. Üstelik kulağındaki fısıltıların şiddeti arttıkça duydukları da daha anlaşılır hale geliyordu. O anda kapalı olan gözlerini açıp karşı tarafa baktığında, belli belirsiz hareket eden gölgelerin arasında korkunç görünümlü köpekler gördü. Bu köpekler ne vahşi bir kurda ne de yabani bir köpeğe benziyordu. Sanki cehennemde zebanilerin günahkârların kanlarıyla beslediği korkunç yaratıklar en dehşet verici halleriyle Zeynep’in tam karşısında duruyorlardı. Kızarmış gözleri adeta gözyaşlarıyla iki ayrı küçük göletlere dönerken bir şelale gibi gözyaşları ayakucuna akıyordu. Ama yine de çığlık atamıyordu. Çığlık atamıyordu. Ne kadar da avazı çıktığı kadar bağırmak istese de uyku felcini uyanıkken yaşıyor gibiydi. Zaman olgusu tamamen değişmişti. Tüm dehşet dolu anlar beş dakika gibi kısa bir sürede sona ererken, Zeynep’in ıstıraplı anları ona bitmek bilmeyen saatler kadar uzun gelmişti. Her şey bir anda başlayıp bitince Zeynep çığlık atarak var gücüyle eve doğru koştu.

Dışarıdan gelen çığlıkların yarattığı korku dolu bakışlar arasında arkadaşları, Zeynep’in yeniden yere yığıldığını gördü. Şaşkınlık ve korku arasında gidip gelen karışık duygularla arkadaşının etrafında toplandılar. Uzun uğraşlar sonunda onun solmuş yüzünü suyla yıkarken keskin kolonya kokusunu koklatarak ayıltmayı umuyorlardı. Zeynep kendine geldiğinde solgun yüzündeki kızarık gözlerindeki dehşet dolu bakışlarını görülürken o anda tüm bedeni de istemsizce titriyordu. Narin ensesindeki kabarık kızarıkları gördüklerinde herkes birdenbire hiç olmadığı kadar ürperttiklerini hissettiler. Kısa bir sürede Zeynep’in başına ne gelmiş olabilirdi ki diye düşündüler. Üstelik dışarı da gürültü patırtı kopmamışken başına ne gelmiş olabilirdi. Akıllarındaki bu sorular mı daha korkutucuydu yoksa yerde öylece uzanmış arkadaşının görüntüsü mü? Cevabını bilmedikleri sorular karşısındaki çaresizliklerinin aslında en korkutucu şey olduğu yüzlerindeki ifadeden belliydi. Zeynep’i kucakladıkları gibi odaya götürüp yatağa yatırdılar. Kızın başına ne geldiğini öğrenmeleri oldukça zaman alacakmış gibi görünüyordu. Ama bu uzun soluklu süreci atlamaktan başka bir çare olmadığını da farkındaydılar. Bu sırda Burcu, o patika da yaşadığı korkunç olaylardan sonraki aynı yüz ifadesi belirerek kendi kendine alçak sesle şöyle dedi:

‘’Tanrım! Neler oluyor burada?’’

Zeynep derin bir uykuya dalarken arkadaşları sessizce kendi aralarında olup biteni konuşmaya başladı:

‘’Ah, Tanrım! Bunun olduğuna inanamıyorum. Bugün Zeynep garip şekilde ikinci kez kendinden geçerek yere yığıldı. Dışarı çıktığında zaten içimde çok kötü bir his vardı. Ne olursa olsun sizi ve Zeynep’i asla dinlemem gerekiyordu. Yalnız başına dışarı çıkmasına asla izin vermemeliydik. Bu lanet yerde asla birbirimizden ayrı düşmemiz gerektiğini artık kavramamız lazım.’’ dedi. Arda. Dehşet dolu bakışlarındaki hüzünle!

‘’Hey, sakin ol biraz. Birbirimizden ayrılmama konusunda haklısın ama bazı şeyler bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Ayrıca Zeynep’in başına her ne geldiyse şuanda benim başıma gelse, acaba ne yapabileceğinizi sanıyorsunuz? Tanrı’ya dua etmekten başka ne yapabiliriz ki? Ama o patika da ben bunu bile yapamamıştım. Sanırım bu lanet yer Tanrı'nın uğrak yerlerinden biri değil.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Öyle görünüyor.’’ dedi. Berkant.

‘’Eskiden burada böyle bir şeyle hiç karşılaşmadım. Anlamıyorum. Artık ben de buradaki kötülüğü kesinlikle hissedebiliyorum. Buraya gelirken terk edilmiş birkaç ev gördüğümde çok şaşırmıştım, O evlerde yaşayanların çoğunu tanıyordum ama artık hiçbiri orada değil. Belki de buraya sadece yazları tatil için geliyorlardır. Bilemiyorum.’’ diye devam etti.

‘’Sonunda! Berkant, eğer hala inkâr etmiş olsaydın şuradaki sürahiyi kafana geçirirdim.’’ diye karşılık verdi. Burcu.  

‘’Burcu lütfen! Artık beni suçlamayı bırak. Sizi böyle bir kâbusun içine sürüklediğim için zaten kendimi kötü hissediyorum.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

Arda araya girerek, ‘’Arkadaşlar! Artık anlamsız atışmalarınız bırakın. Bu kahrolası yerde saçma sapan atışmalarınız hiç çekilmiyor doğrusu. Ayrıca Berkant! Burada hiç kimse seni suçlamıyor. Tartışmaları bir kenara bırakıp bu beladan nasıl kurtulacağımıza odaklanmalıyız. Sanrım birazdan Zeynep kendine gelecek gibi görünüyor ve başına neler geldiğini bilmek istiyorum.’’ diyerek arkadaşlarını azarladı.      

  Zeynep nihayet kendine geldiğinde kan çanağına dönmüş gözlerini açtığında ilk söylediği şey su olmuştu. Arda hemen bir bardak suyu Zeynep'e uzattığında bardağı yavaşça titreyen dudaklarına götürüp zorlukla bir yudum su içmesinin ardından tekrar uykuya daldı. Bir buçuk saatin sonunda olağandışı hiçbir şey olmadan sakin bir şekilde geçmişti. Burcu, Zeynep’in yanında kalıp ona göz kulak olurken, Berkant ve Arda da salondaki kanepede oturup kendi aralarında sohbet ediyorlardı. O sırada Berkant, tüm odalardaki ampullerin göz kırpıyormuşçasına birkaç kez yanıp sönmesinin ardından bazı tıkırtılar duyduğunu sanarak şöyle dedi:

‘’Tıkırtıları sen de duydun mu?’’

‘’Yo, Hayır!’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Ama elektrik kesilirse başımızın büyük belaya gireceğinden eminim.’’ diye devam etti.

Aynı tıklamaların yoğunluğu kısa sürede biraz daha artınca Arda, ‘’Lanet olsun! Gerçekten de kapı çalınıyor.’’ dedi. Telaş içerisinde!

‘’Evet, öyle görünüyor.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

Arda heyecanla, ‘’Bu da kim şimdi?’’ diye kendi kendine söylenirken Berkant, ‘’Herhalde! Komşunun kızı olacak değil. Hadi gel benimle!’’ diye karşılık verdi.  

Kapının üst üste üç kez çalındığını duyan Berkant ve Arda, sobanın yanındaki iki kalın odun parçasını alıp hızla sokak kapısına doğru yöneldiler. Berkant, sokak kapısının ardındaki kişiye seslendi ve bunun saçma bir soru olduğunu bildiği halde yine de sordu:

‘’Kim o?’’

‘’Kim siniz?’’

Daha sonra Berkant tüm cesaretini toplayarak yavaşça sokak kapısını açtı ama dışarıda yine hiç kimse yoktu. Her zamanki gibi ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Dışarıya çıkıp uzun süre etrafa bakınırlarken birden öfkeye kapılan Berkant elindeki odun parçasını sağa sola vurarak küfretmeye başladı ve ‘’Lanet olası her kimsen? Hadi çık karşıma?’’ diyerek bağırdı.

Berkant'ı sakinleştirmeye çalışan Arda, kolunu çekip eve doğru sürüklemeye çalışırken şöyle dedi:

‘’Berkant! Hiç kimse yok işte. Hadi içeri girelim artık. Ayrıca kızları yalnız bırakmamalıyız.’’

Bunun üzerine eve girip kızların olduğu odaya doğru yönelirken yeniden kapının üç kez çalındığını duydular.

Arda, ‘’Hayır! Sakın kapıyı açma!’’ demesine kalmadan Berkant çoktan dışarı çıkmıştı. Ama yine görünürde hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine Berkant küfür ederek eve girdi ve kapıyı sıkıca kapattı.

‘’Dostum! Tanrı aşkına, sakin ol biraz. Burcu’nun dediğini hatırla! O şey her neyse bizim aklımıza saldırıyor. Anlamıyor musun? Ayrıca o şey her neyse karşına dikilirse acaba ne yapacaksın? Merak ediyorum doğrusu.’’ dedi. Arda.

‘’Arda! Bence bizimle dalga geçiyor desen daha doğru bir ifade olurdu.’’ diye cevap verdi. Berkant.

Bu sözlerin ardından aniden dışarıda büyük bir gürültü koptu. Sanki iki vahşi hayvan birbirine hırlıyormuş gibi korkutucu sesler duyuldu ve nereden geldiği belli olmayan irili ufaklı taşlar büyük bir hızla sokak kapısına çarpmaya başlamıştı. Hayretle bir anlığına oldukları yerde dona kaldıktan sonra aceleyle kızların olduğu odaya doğru ilerlerken Arda, şöyle dedi:

‘’Sanırım! O şeyler her neyse, onları gerçekten kızdırmayı başardın. Tebrikler!’’

 ‘’Espri yapmama konusunda anlaştığımızı sanıyordum.’’ diye cevap verdi. Berkant. Yüzüne yansıyan anlaşılmaz gülümsemesiyle!

‘’Ben esprili yapmıyorum ki,’’ dedi. Arda. Tüm ciddiyetiyle!

 Odaya girdiklerinde Burcu şaşkınlıkla, ‘’Çocuklar! Bu seslerde neydi böyle?’’ diye sordu.

‘’Birileri sokak kapımızı taşlıyor.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Burcu hayretle arkadaşlarına bakarak, ‘’Nasıl yani?’’ diye tekrar sordu.

‘’Boş ver! Burcu.’’ dedi. Arda. Yüzündeki bitkin bir ifadeyle!

‘’Onu bunu bırak da! Zeynep nasıl oldu? Kendine gelebildi mi biraz?’’ diye devam etti.

‘’Zeynep hala uyuyor ve o iyi olacak. Ama gerçekten bana neler olduğunu artık anlatacak mısınız?’’ dedi. Burcu.

Berkant tüm ciddiyetiyle olan biteni anlattığında Burcu’nun yüzünde anlaşılmaz bir ifade belirdi. Gecenin geç saatlerinde böyle ıssız bir yerde evin sokak kapısı çalındıktan sonra dışarıda bekleyen davetsiz misafirleri karşılayan ev sahibinin yüz ifadesi nasıl görünüyorsa işte Burcu’nun yüz ifadesi de aynen böyle görünüyordu. O sırada Zeynep uzandığı yataktan birden doğurarak arkadaşlarının endişe dolu gözlerine bakarak şöyle dedi:

‘’Benim için endişelenmeyi bırakın artık. Ben gerçekten iyiyim. Ama biri bana bir dal sigara verirse şüphesiz daha iyi olacağım.’’

Endişeli bakışlarıyla sigarayı ona uzattıktan sonra Arda birden Zeynep’in yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurduğu sırada Zeynep’in donuk gözlerindeki anlaşılmaz bakışlarıyla hiç olmadığı kadar tepkisiz halde sigarasını içmeye devam ediyordu.

‘’Kızı rahat bırakalım da biraz kendine gelsin.’’ dedi. Burcu.

‘’Cidden ben iyiyim.’’ diye karşılık verdi. Zeynep.

Daha sonra arkadaşlarına, ‘’Çay var mı?’’ diye sordu. ‘’Bir bardak sıcak çay iyi olurdu.’’ diye devam etti.

‘’Maalesef, henüz çay demlemedik ama istersen kahve hazırlayabilirim.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Teşekkürler! Kahve de olur.’’ dedi. Zeynep.

Bunun üzerine Burcu ve Berkant mutfağa giderek kendi aralarında tedirginlikle olup biteni konuşmaya başladılar:

‘’Zeynep gerçekten hiç iyi görünmüyor. Her ne yaşadığıysa onu çok etkilenmiş olmalı! Üstelik boynunun arkasındaki kızarıklığın nasıl olduğunu gerçekten merak ediyorum doğrusu.’’ dedi. Burcu.

‘’Bence Zeynep oldukça normal görünüyor ama boynunun arkasındaki kızarıklık konusunda haklısın. Bunun nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrim yok.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Bak! Berkant! Mutfağa özellikle seninle geldim. Çünkü Zeynep ile Arda’nın arasındaki güçlü bağı biliyorsun. Belki bize anlatmayacağı bir şeyi Arda’ya anlatabilir. Ayrıca onların biraz yalnız kalması onlar için iyi olacaktır.’’ dedi. Burcu.

‘’Sanırım öyle!’’ diye yanıtladı gülümseyerek. Berkant

Burcu ve Berkant kendi aralarındaki endişeli konuşmalarını bitirip kahveyi hazırladıktan sonra odaya gittiklerinde sanki aralarında gizli bir bariyer varmışçasına yan yana oturuyorlardı ama birbirleriyle hiç konuşmadıklarını fark ettiler. Bu görüntü hiç de hayra alamet görünmüyordu ama yine de bunu Zeynep’in yaşadığı olumsuz duruma bağlayarak görmezden geldiler. Herkes keyifle kahvesini yudumlamaya başladığı sırada Burcu artık zamanı geldiğini düşünerek Zeynep’e döndü ve şöyle dedi:

‘’Canım! Bizi gerçekten çok korkuttun. Yine! Bize neler olduğunu anlatmak ister misin?’’

Arkadaşları meraklı gözlerle kendisine bakarlarken, ‘’Tamam, tamam! Elbette anlatacağım.’’ diye cevap verdi. Zeynep.

Daha sonra Zeynep, anlaşılmaz donuk gözlerindeki tüyler ürpertici bakışlarıyla sözlerine şöyle başladı:

‘’Sokak kapısının biraz ötesinde öylece ayakta durmuş etrafa bakınarak sigara içiyordum. İlk başta her şey normal ve sakindi. Daha sonra aniden karşıdaki çalılıkların içinde bir şeyin hareket ettiğini sandım ve oraya dikkatle baktım. Ama görünürde bir şey yoktu. Yanıldığımı düşünerek sakince sigaramı içmeye devam ettim. Aslında tüm kâbus kulağıma belli belirsiz fısıltılardan sonra başladı. Sırtım kapıya dönük şekilde ayakta durmuş etrafa bakınırken aniden ensemde bir sıcaklık hissettim. Dört kalın parmağın uçlarından uzanan uzun sivri tırnakları olan sıcak bir elin ensemi kavrayarak kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. O anda oracıkta tüm bedenim buz kesilmişti ve hareket edemiyordum. Çığlık bile atamıyordum. Fısıltıların şiddeti artıkça belli belirsiz gölgeler etrafımı sarıyordu. O anda gözlerimi kapattım ve fısıltıların arasından derinlerden gelen kalın boğuk sessiyle bana şöyle seslendi:

‘’Bak!’’

‘’Bana bak! Bana bak!’’

‘’Dehşete kapılmıştım ama oracıkta hareket edemeden öylece duruyordum. Ne konuşabiliyordum ne de çığlık atabiliyordum. Gözlerimi açtığımda belli belirsiz hareket eden gölgelerin arasında bir köpek sürüsü gördüm. Ama daha önce gördüğüm hiçbir köpek ırkına benzemiyorlardı. Masalsı hikâyelerde anlatılan iblislerin cehennemde besledikleri korkunç yaratıklar gerçek hayata gelmişçesine öylece karşımda duruyor gibiydiler. Daha sonra birden son derece korkutucu bir varlığın karanlığın içinden sıyırılarak sakin ve yavaşça bana doğru geldiğini gördüm. Bu varlık ortalama insan boyunda olan ve iki ayağı üzerinde yürüyebilen, ne insana ne de hayvana benzeyen bir şeydi. Kafası vücuduna göre daha orantısız ve daha büyüktü. Tüm vücudu kalın siyah kıllarla kaplıydı. Ama elbette bu şey filmlerde gördüğümüz kurt adamlardan biri değildi şüphesiz. Aslında bu güne kadar sinema ekranına getirilen hiçbir yaratığa benzemiyordu. O insan algısının ötesinde bir varlıktı ve tam karşımda öylece duruyordu. Bunu nasıl tarif edeceğimi gerçekten bilemiyorum. Ama şunu açıkça söyleyebilirim. Bu şimdiye kadar gördüğüm en çirkin ve en korkunç şeydi.’’

‘’Geniş alnından uzanan iki ayrı boynuzun arasından geçen kıvırcık kapkara saçları omuzlarına kadar düşüyordu. Keçi kafasındakine benzer boynuzları vardı. Arkaya doğru uzanan boynuzlardan birinin yarısı kırılmıştı ve fil benzeri kulakları kafasına göre oldukça küçüktü. Yüzü uzun ve ovaldi. Yüzünde neredeyse hiç sakal ya da tüy benzeri bir şey yoktu. Dudakları insan dudaklarına benziyordu ama şekilsiz ve çirkindi. Üst dudağı kalın ve dolgun iken alt dudağı da inceydi.’’

O anda heyecan dolu yüreğiyle Arda araya girdi ve ‘’Peki, o varlığın ayakları ters miydi?’’ diye sordu.

‘’Hayır!’’ diye yanıtladı. Zeynep. Alçak sesiyle!

‘’’Senin ki gibi normal iki ayağı vardı.’’ diye devam etti. Bugüne kadar yüzünde belirmemiş garip gülümsemesiyle!

Arda, buna karşılık tek kelime etmedi ama içinde anlaşılmaz bir ürperti hissetti. Daha sonra Zeynep sözlerine şöyle devam etti:

‘’Zaman zaman bana sırıttığı sırada keskin ve sivri iğrenç dişleri görünüyordu. Özellikle iri yuvarlak patlak gözleriyle derin bakışının ardındaki anlam kalbimi durdurmaya yetecek kadar güçlüydü. O anda aklından neler geçtiğini kestirmek güçtü. Gözlerini bana dikerek sinsice gülümsediği o an sanki benim için zaman durmuştu ve başka âlemlerde ruhum tutsak edilmiş gibi hissediyordum.’’

Zeynep, yaşadığı dehşet dolu anlarını anlattıktan sonra bir anda Arda’nın boynuna sarılıp ağlamaya başladı.

‘’Kendimi çok kötü hissediyorum ve uyumak istiyorum.’’ dedi. Titreyen dudaklarıyla! Daha sonra arkadaşlarının önündeki kanepeye uzandı. Uykuya dalması çok uzun sürmedi ve hemen uykuya dalı verdi.

Zeynep’in anlattığı korkunç hikâyenin arkadaşlarına şüphe uyandırdığı gözlerinden okunuyordu. Zeynep’in buraya geldikleri ilk gün gördüğü küçük fındık faresini dev bir fare gibi anlatarak bazı şeyleri fazlasıyla abarttığı biliniyordu. Özellikle de bu kadar çok korktuğunda! Ama yine de boynunun arkasındaki belirgin kızarıklığı açıklayamamışlardı. Bu kızarıklığın nasıl olduğuna dair cevaplar bir türlü kafalarına bir yerlere oturmuyordu. Zeynep’in yaşadığı korkunç olaylar Burcu'nun yaşadıklarına benzese de o karanlıktaki varlıkları net bir şekilde görmesi ve detaylı olarak anlatması kulağa çılgınca geliyordu. Üstelik sokak kapısı aralıktı ve çok kısa zaman içinde gerçekleşen bu olayları hiçbir gürültü olmaması işleri daha da karmaşık hale getirmişti. Bu konuda tek kelime etmese de içlerinden en çok Zeynep’e inanan kişi Arda gibi görünüyordu. Çünkü onun hassas kalbinden açığa çıkan duyguları mantığının önüne geçmiş olduğu yüzüne yansıyan ifadelerden belliydi. Ama her ne olursa olsun, dışarda ya da içerde bir yerler de tehditkâr bir tuhaflık olduğu açıktı.

Berkant, sessizce düşüncelere dalmış olan Burcu’ya dönerek ‘’Bu olanalar hakkında ne düşünüyorsun?’’ diye sordu.

‘’Berkant! Ne dememi bekliyorsun ki?’’ diyerek birden çıkıştı. Burcu.

‘’Sen de buna benzer şeyler yaşadın. Aramızda Zeynep’i en iyi anlayan kişinin sen olabileceğini düşünüyorum.’’ diye karşılık verdi. Berkant.        

‘’Ah Berkant! İnan ki artık ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bahsettiği varlıkları bu kadar detaylı anlatması bana çok tuhaf geldi. Ensesindeki o belirgin kızarıklık olmasa tamamen uydurduğunu söyleyebilirim. Ama kesin yargıya varmak güç görünüyor. Sonuç da yaşadığımız şeyler ortada!’’ dedi Burcu.

Arda bir anda araya girerek, ‘’Zeynep’in anlattığı olaylarda çelişkiler olsa da daha birkaç saat önce sokak kapımıza taşlar yağdırdılar. Birileri kapımızı çaldı. Hem de iki kere. Her defasında dışarı çıktığımızda hiç kimsecikler yoktu. Hadi ben halüsinasyon gördüm de Berkant da mı aynı halüsinasyonu gördü yani? Ayrıca onun bu konulara olan bakış açısını gayet iyi biliyoruz. Bence bir an önce yatıp sabah erkenden kalkıp bu lanet yerden hemen gidelim.’’ diyerek karşılık verdi.

Bunun üzerine Burcu, ‘’Hadi artık yatalım!’’ dedikten sonra Zeynep’in yattığı kanepeye yönelip Zeynep’in yanına kıvrıldı. Berkant ile Arda da oturduğu kanepeye uzanarak derin bir uykuya daldılar. Gecenin ilerleyen saatlerinden gün doğumuna kadar, uykularını bozacak herhangi bir olağandışı durumla karşılaşmadan huzur içinde uyudular.

Taha ki gün ağırına kadar!

Arda, sabahın on birinde gözlerini açtığında oldukça soğuk ve kapalı bir havada uyandı. Önce Berkant’ı dürterek seslendi ve ardından kızlara seslendi. Ama hiç kimsenin sıcak yatağından vedalaşacakmış gibi görünmüyordu. Sıcak yatağından kalktığında havanın ne kadar soğuk olduğu açıkça görülüyordu. Soğuk havanın da etkisiyle her zamankinden daha çabuk kendine gelmişti. Banyoya giderken aklındaki tek şey, kahvaltıdan sonra bu lanet yerden bir an önce ayrılma arzusu vardı. Hala uykulu gözleriyle sallanarak salona girdiğinde etrafına bakındı ve gördükleri karşısında adeta şoka uğrayarak olduğu yerde tüm bedeni buz kesilmişti. Arda, dehşete düşmüş gözlerle hızla odaya geri döndü ve panik içinde yüksek sesle bağırdı:

‘’Burcu, Zeynep, Arda çabuk uyanın!’’

Neye uğradıklarını şaşıran arkadaşları, Arda’nın korku dolu gözlerine hayretle baktılar. Bunun üzerine Berkant merakla, ‘’Sakin ol dostum. Ne oldu?’’ diye sordu:

‘’Arkadaşlar, hadi kalkın! Buradan hemen gidiyoruz. Bu açıklanacak bir şey değil. Bunu bizzat kendi gözlerinizle görmeniz lazım. Hemen benimle salona gelin.’’ diye karşılık verdi. Arda.

Arkadaşları hızla yataklarından kalkıp oturma odasına yöneldiler ve salona girer girmez Arda gibi herkesin gözlerinde dehşet dolu bir ifade belirdi. Ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilmez haldeydiler. Dona kalmış hareketsiz bedenleri ve korku dolu gözleriyle sadece etrafa bakınıyorlardı. Burcu’nun gözlerinden ayna gibi yansıyan dehşet dolu bakışların ardından açığa çıkan gizem şöyleydi.

Salondaki masanın üzerinde bulunan su dolu sürahi ve birkaç bardağın yere düşerek kırıldığını, irili ufaklı cam parçalarının etrafa saçıldığını, masanın önündeki sandalyelerin sağa sola savrulmuş olduğunu gördüler. Üstelik masanın etrafındaki zemin su ile kaplanmış ve çamurlu ayak izleri masanın bulunduğu yerden başlayıp Burcu, Berkant, Arda ve Zeynep’in gece boyunca kaldıkları odanın kapısına kadar uzanıyordu. Bu çamurlu ayak izleri buradan mutfağa ve çatı katına çıkan ahşap merdivenin önüne kadar devam ediyordu. Bu korkutucu ayak izleri daha önce gördükleri hiçbir canlının ayak izine benzemiyordu. İşin tuhaf yanı evin tüm pencereleri ve sokak kapısı kapalı olmasına rağmen bu çamurlu ayak izlerinin nasıl ortaya çıktığı sorusu işleri daha da korkutucu hale getiriyordu. Ayrıca sobanın yanındaki odada bulunan tüm eşyalar darmadağın olmuştu. Sanki birileri Berkant ile Arda’nın eşyalarını özellikle karıştırarak sağ sola fırlatılmış gibiydi. Gece boyunca uyurlarken evin içinde her ne yaşandıysa ürpertici ayak izleri, etrafa savrulmuş eşyalar ve kırık cam parçalarıyla sınırlı değildi. En tehditkâr onanı daha önce bahçeye gömdükleri lanet olası kara kedinin korkunç kurtlanmış cesedi mutfak tezgâhının üzerinde boylu boyunca uzanmış olmasıydı. Bunun yanı sıra dün gece kaldıkları odanın kapısının arkasında kan kırmızısı renkli kalemle eski bir dilde yazılmış tüyler ürpertici bir mesaj vardı ve kapının bazı yerlerine sıçrayan kan lekeleri, içinde bulundukları durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu. Anlayamadıkları kadim bir dille, kan kırmızısı kalemle yazılan son derece korkutucu ve tehditkâr mesaj şöyleydi:

‘’השעה שש עשרה ושתיים. אני צופה בך.’’

‘’השעה עשרים ושש ושתיים. אני מקשיב לך.’’

‘’השעה שלושים ושש ושתיים. אני רואה אותך.’’

 

‘’השעה שש עשרה ושלוש. אני מסתכל עלייך.’’

‘’השעה עשרים ושש ושלוש. אני מסתכל עלייך.’’

‘’השעה שלושים ושש ושלוש. אני מסתכל עלייך.’’

 

‘’הא! הא! הא! אני בכל מקום.’’

‘’הא! הא! הא! אני בכל מקום.’’

Herkesin farklı gözlerle algıladığı bu dehşet verici manzara karşısında hızla odalarına girdiler. Uzun süre konuşmadan, boş boş birbirlerine bakarak oldukları yere yığıldılar ve bitmek bilmeyen ıstırap dolu günler onları tamamen tüketmişti. Burcu güçlükle şunları söyledi:

‘’Neden o lanet kediden bir türlü kurtulamıyoruz? Hadi, burayı hemen terk edelim.’’

‘’Tamam, gidelim ama kapının arkasında ne yazıyor acaba?’’ diye karşılık verdi. Zeynep.

‘’Umurumda değil.’’ dedi. Burcu.

‘’Hadi arkadaşlar, toplanın, hemen buradan gidiyoruz.’’ diye devam etti.

Bunun üzerine tek kelime etmeden diğer odaya geçen Berkant ve Arda olabildiğince hızla eşyalarını toparladıktan sonra sobanın önünde kızları beklemeye koyuldular. Bu sırada Berkant cebinden çıkardığı cep telefonunun kamerasını açarak kapının üzerinde kadim bir dille yazılan ürkütücü metni fotoğrafladı ve ardından arkadaşına dönerek şunları söyledi:

‘’Ne? Lanet kapıda ne yazdığını bilmek istiyorum.’’

‘’Kapıda hoşumuza gidecek bir şey yazdığını sanmıyorum. Ne diye bununla uğraşıyorsun ki? Neyse, kızlar gelmeden önce şu cam parçalarını ayaklarımıza batmadan süpüreceğim.’’ diye yanıtladı. Arda.

 ‘’Ne yani? Kapıda ne yazdığı merak eden tek kişi ben miyim?’’ dedi. Berkant.

‘’Sadece sen değil! Görünüşe göre Zeynep de oldukça merak etmiş görünüyor.’’ diye karşılık verdi. Arda.

‘’Peki, mutfak tezgâhının üzerindeki kahrolası kedi ne olacak?’’ diye sordu. Arda.

‘’Evden çıkarken bir köşeye atarız işte. Bu sefer lanet kediyi gömmeyle falan hiç uğraşamam. Zaten dirilip duruyor lanet olası kedi.’’ diye yanıtladı. Berkant. Anlaşılmaz gülümsemesiyle!

‘’Berkant! Şu durumda bile hala espri yapıyorsun. Yapma lütfen! Şu anda senin soğuk şakalarını kaldıracak durumda değilim.’’ diye çıkıştı. Arda.

‘’Dostum, ben de senin kadar çok endişeliyim. Ayrıca ben şaka yapmıyordum. Bu arada kızlar nerede kaldı? Neredeyse koca solanı temizledik ama hala hazırlanamadılar.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Berkant! Kızları bilirsin işte. Bu durumda bile hazırlanmaları uzun sürüyor.’’ diye serzenişte bulundu. Arda.

Bunun üzerine kızlar tam da o sırada odadan çıka geldiler ve Zeynep, ‘’Ne söylenip duruyorsunuz. Geldik işte!’’ diye cevap verdi.

‘’Neyse! Hadi gidelim artık buradan!’’ dedi. Arda.

Herkes bu korkunç olaylardan nasibini alırken, Berkant ve Arda da yaşadıklarının şokunu üzerinden atamadan tüm eşyalarını sokak kapısının önüne taşıdıklarında ikinci şokla sarsıldılar. Sokak kapısının önü tamamen irili ufaklı taşlarla doluydu. Bu görüntü, geçen gece eve gelen davetsiz misafirlerin akıllarında bıraktığı etki algılarının ötesine geçmişti. Ama bunun üzerinde duramayacak kadar bezmişlerdi. Berkant tekrar mutfağa giderek kediyi güçlükle tekrar çöp poşetine koyduktan sonra bir çırpıda sokak kapısının önüne çıktı. Buradan da olabildiğince hızlı adımlarla göle giden yolun kenarındaki çalılıklara ulaştıktan sonra küfrederek elindeki çöp torbasını oraya fırlattı. Daha sonra arkadaşlarının yanına geldiğinde onların korku dolu bakışlarına aldırış etmeden, ‘’Hadi artık gidelim buradan!’’ dedi.

Tüm eşyaları aracın bagajına yerleştirdikten sonra herkes hemen arabaya doluştu. Burcu sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa otururken, Arda ve Zeynep de arka koltukta oturuyordu. O anda herkesin yüzünde, korkunç bakışlarının ardında görünmeyen bir mutluluk ifadesi belirmişti. Elbette, şu an yaşadıkları heyecan duygusu, yarıyıl tatiline çıktıkları gün yaşadıkları heyecandan çok farklıydı. Berkant, aceleyle aracı çalıştırmaya çalıştı ama marş motoru çalışmadı. İkinci, üçüncü ve dördüncü denemeden sonrada araba bir türlü çalışmıyordu. Anahtarı her çevirdiğinde tek eliyle direksiyonu tutuyor ve başını direksiyonun ortasına koyarak kendi kendine şöyle mırıldanıyordu:

‘’Haydi, çalış!’’

‘’Çalış, çalış, çalış, çalış, çalış.’’

‘’Lanet olası neden çalışmıyorsun ki?’’

Berkant daha sonra iki eliyle sert bir şekilde direksiyona vurarak öfkeyle, ‘’Lanet olsun! Lanet olası araba!’’ diye bağırıp, çağırdı ve çaresiz çırpınışları uzun süre yüksek sesle tekrarlayarak devam etti. O sırada Berkant’ı endişeli gözlerle izleyen Burcu, yavaşça elini tutarak, ‘’Berkant, biraz sakin ol.’’ dedi. Nazik sesiyle!

Arka koltukta oturan Arda da Berkant’ın omzunu sıkarak sakinleştirmeye çalışırken Zeynep sessizce olup biteni izliyordu. Sanki bedeni aracın içindeydi ama ruhu bambaşka âlemlerin içinde kaybolmuş gibiydi. Berkant, hızla araçtan inerek arabanın ön motor kaputu kapağını yukarı doğru kaldırdıktan sonra Burcu’ya şöyle seslendi:

‘’Burcu haydi, arabayı çalıştır bakalım.’’

Burcu anahtarı her çevirdiğinde, motorun inatçı gıcırtısından başka bir şey duymuyordu. Her denemesinde hep aynı sesisin umutsuzluğu devam ediyordu. Berkant öfkeyle arabaya küfredip hızla ön motor kaputu kapağını kapattığı sırada arabanın sol ön lastiğinin havasının çok düşük olduğunu fark etti. Berkant, diğer lastikleri de kontrol ettikten sonra arkadaşlarına şunları söyledi:

‘’Arkadaşlar! Ne yazık ki size kötü bir haberim var. Sanırım arabanın aküsü tamamen boşalmış gibi görünüyor. Aküyü normal hızda şarj edebilsek bile genellikle üç ila altı amper arasında akım sağlamak gerekiyor. Aslında söylemeye çalıştığım şey akünün şarj edilmesi neredeyse 8 saat sürebilir. Üstelik arabanın sol ön lastiğinin ve sağ arka lastiğinin havası da çok az! Şimdilik eve geri dönmekten başka seçeneğimiz kalmadı.’’

‘’Şansa bak ya!’’ diye çıkıştı. Arda. O sırada!

‘’Tatlım, bunun şansla hiçbir ilgisi yok.’’ diye yanıtladı. Zeynep. Son derece tüyler ürpertici alçak sesiyle!

‘’Öyle görünüyor. Araban bazı gerekli eşyalarımızı alalım ve ne yapacağımıza bakalım.’’ dedi. Burcu. Son derece sert tavrıyla!

Berkant ve arkadaşları arabanın bagajından gerekli gördükleri eşyaların bir kısmını alıp yeniden evin yolunu tuttular. O anda akıllarında sadece Burcu’nun buraya geldikleri ilk günün akşamında söylediği ciddi uyarılar belirmişti. Ama artık bunun ne Burcu’ya ne de kendilerine faydası vardı. Günün sonunda kendilerini bekleyen belirsizliğe doğru yürüyüşlerinin sonunda neyle sınacaklarının korkusunu tüm benliklerinde hissediyorlardı. Evin giriş kapısına vardıklarında, birdenbire soldaki arabanın arkasından, geniş siyah fötr şapkalı, ayak paçalarına kadar uzanan eski püskü siyah paltolu, yüzü zar zor görünen gizemli uzun boylu bir adamın yavaşça onlara doğru yürüdüğünü gördüler. Berkant, kendilerine doğru yavaşça yürüyen gizemli adama olabildiğince yüksek sesle, ‘’Hey, sen de kimsin?’’ diye bağırdı.

Ama ayak paçalarına kadar uzanan eski püskü siyah paltolu ve siyah fötr geniş şapkalı adam buna aldırış etmeden onlara doğru kararlı, sakin ve yavaş yürüyüşüne devam etti.  

Arda, Berkant’ a endişeyle dönerek, ‘’Belli ki bu adam tekin birine benzemiyor. Hadi, boş ver eve girelim.‘’ dedi.

‘’Hey, dur biraz!‘’ diye cevap verdi. Berkant.

Berkant tekrar yüksek sesle bağırdı ama siyah fötr geniş şapkalı adam aldırış etmeden yürüyüşünü sürdürüyordu. Bunun üzerine Berkant daha da çok öfkelenerek hızla adama doğru ilerledi ve arkasından da endişeyle Arda devam etti. Siyah fötr geniş şapkalı adamın yüzü seçilecek mesafeye yaklaştığında Berkant birden duraksadı ve adama kuşkulu gözlerle baktı. Berkant ile siyah fötr geniş şapkalı adamla bir anlığına yüz yüze gelerek birbirleriyle bakıştılar. Kapkara gözlerindeki keskin ve sert bakışın yanı sıra, atkısı ağzını biraz kapatsa da alaycı, sinsi gülümsemesi görülebiliyordu. O anda Berkant içinde inanılmaz bir ürperti hissetti. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyor ve tüm bedeni istemsizce titremeye başlamıştı. Ama yine de sakinliğini korumaya çalıştı ve dik duruşundan ödün vermemişti. Her ne kadar ölesiye korksa da güçlü iradesiyle gizemli ve korkunç görünümlü adamın karşısında ayakta kalabilmişti. Arda arkadaşının kolundan çekiştirip uyarılarda bulunmasaydı belki de Berkant, onun sert keskin bakışlarının ve alaycı, sinsi tebessümünün büyüsüne kapılarak yanına kadar gidecekti. Daha sonra her ikisi de hızla eve doğru koştular ve Berkant aceleyle evin kapısını açarak ‘’Hemen eve girin.’’ diye kızlara bağırdı.

‘’O adam da kimdi?’’ diye sordu. Burcu. Endişeli gözleriyle!

Zeynep araya girerek ‘’Tekin biri olmadığı kesin.’’ derken, Berkant endişeli sesiyle ‘’Bilmiyorum. Ama her kimse umurumda bile değil.’’ diye cevap verdi.

 Daha sonra Berkant ‘’Arda, onun gözlerini gördün mü?’’ diye sordu.

‘’Hayır!’’ dedi. Arda.

‘’İyi ki görmedin. Onunla yüz yüze gelmediğin için kendini şanslı saymalısın. Keskin, donuk kapkara gözlerindeki derin bakışın ardındaki kötülüğü tüm varlığımla hissettim diyebilirim. Bence o insan değildi. Uzaktan normal bir adam gibi görünse de! Hayır hayır! O kesinlikle insan değildi.’’

‘’O halde, neden adamın yanına gidiyorsun ki? Aklından neler geçiyordu? Böyle bir yerde birdenbire ortaya çıkan birinin nasıl dost canlısı olduğunu düşünüyorsun. Anlamıyorum.’’ dedi. Burcu. Endişeli sesiyle!

‘’Bilmiyorum Burcu, bilmiyorum. Bunu nasıl açıklayacağımı gerçekten bilmiyorum.’’ diye yanıtladı. Berkant.    

‘’Yeter artık! Bu saçmalıklardan bıktım usandım.. Şimdi polisi arayacağım.’’ diye çıkıştı. Zeynep. Bir anlık öfkeyle!

Daha sonra Zeynep, cep telefonunun şebeke sinyali çok zayıf olmasına rağmen polis acil numarasını birkaç kez aradı ama polis acil hattı sürekli meşguldü. Birçok denemeden sonra arkadaşları da aynı sorunu yaşıyordu. Bu birçok problemin yanı sıra sürekli meşgul olan polis acil hattı ve zayıf şebeke sinyali de tedirginliği iyice arttırmıştı. O sırada Burcu, bir anlığına hangisi daha kötüydü diye düşündü:

‘’Bir kâbusun içinde mahsur kalmak mı, yoksa en çok ihtiyaç duyduğunuz anda ülkedeki polis karakollarına ulaşamamanın zorluğu mu?’’

Anladılar ki şuan da bu kahrolası yerde tek başlarınaydılar. Korku içinde aralarında hiç konuşmadan sessizlikleri sürüyordu. Bazıları sokak kapına çok da uzak olmayan masanın önündeki sandalyelerde otururken bazıları da kanepede oturuyordu. O sırada sokak kapısının art arda üç kere çalınmasıyla birdenbire irkildiler. Sokak kapının arkasında kim vardı? Tuhaf görünümlü siyah fötr geniş şapkalı adamıydı? Yoksa bambaşka bir şey miydi? Bu korkunç ikilem akıllarını bulandırsa da buna aldırış etmeden oturdukları yerde sessizliklerini korudular. Berkant dâhil herkes çıt çıkarmadan sessizce bekleyişlerini sürdürdüler. 5-10 dakika önce sokak kapısı üst üste üç kez çalındıktan sonra olacakları sessizce, nefesini tutarak bekleyişlerini sürdürmekten başka çare yokmuş gibi görünüyordu. O anda Berkant bile dışarıyı kontrol edecek kadar çılgın değildi. Saat neredeyse öğleni geçmişti ama ne bir fincan sıcak çay ne de kahve içmemişlerdi. Midelerinden gelen şiddetli gurultular da içine düştükleri durumun çabasıydı. Evin içi dışarıdan daha da soğuktu ama evde sobayı tutuşturacak odun da kalmamıştı. Üstelik önceki gün kapı girişinin altındaki depodaki son odunu da yakmışlardı. Geriye kalan tüm odunlar evin girişinden çok uzakta olan bahçedeki barakadaydı. Bahçede park edilmiş arabanın tam karşısındaki barakaya ulaşmanın zorluğu tüm bu sorunların içinde en çetin olanıydı. İçlerinde en budala cesarete sahip olan Berkant bile oraya gidecek cesareti kendinde bulamadığı gözlerinden okunuyordu. Ama hava kararmadan o barakaya gidip yakacak odun almaları gerektiğini biliyorlardı. Lakin o lanet gizemli, tuhaf görünüşlü, siyah fötr şapkalı adamla karşılaşma ihtimali işleri daha da zorlaştırıyordu. Kafa karıştırıcı tek soru onunla akşam mı yoksa güpegündüz karşılaşmak mı daha iyi olacağıydı. Bunun yanı sıra ana caddeye çıkıp yoldan tek dük geçen bir aracı durdurup yardım isteme umutları da tuhaf görünümlü siyah fötr geniş şapkalı adamla karşılaşma ihtimali tüm bu düşünceleri çaresiz kılıyordu. Bütün bu düşüncelerle kendi aralarında fısıldaşmalarının üzerinden neredeyse birkaç saat geçmişti. Soğuktan kas katı kalmış bedenleri mantıklarının önüne geçmişti. Artık bir karar vermelerinin zamanı gelmişti ve mutlaka hava karamadan o kahrolası barakadan odunları almaları gerekiyordu. Elbette kendi aralarında kura çekmediler. En başından beri o barakaya gidecek kişiler zaten belliydi. Sadece birkaç saat öncesinde öne çıkmak tam bir delilik gibi görünüyordu. Sonunda Berkant ve Arda tüm cesaretlerini toplayarak kendilerini dışarıya attılar. Etraf oldukça sakin görünüyordu. Arda o anda korku dolu gözlerle, ‘’Berkant dostum, o tuhaf görünümlü siyah şapkalı adamla karşılaşacak olursak o zaman ne yapacağız.’’ diye sordu. Alçak sesle!

‘’Hey, bana bak! Sakin ol biraz. O lanet herifi aklından çıkarmalısın. Onunla karşılaşırsak ne yapacağımızı o zaman düşünürüz. Şu anda sadece barakadaki odunlara odaklanmamız lazım.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Daha sonra olabildiğince hızla koşup barakanın kapısının önüne kadar geldiler. Berkant barakanın kapısının asma kilidini aceleyle açmaya çalışırken aklından geçenler barakanın içinde yakacak odunlar dışında olmadık bir şeyle karşılaşma korkusu belirmişti. Muhtemelen Arda’nın da aklındaki düşünceler arkadaşından farklı değildi. Berkant asma kilidi açıp kapıyı dışa doğru çektiğinde barakanın kapısı sinir bozucu bir gıcırtı sesiyle açıldı. Ama düşündüklerinin aksine barakada üst üstte yığılmış yakacak odunlar dışında ıvır zıvır parçalarıyla doluydu. Zihinlerinde beliren düşünceler arasında korkuya teslim olan yansımaların hiç de o kadar korkutucu yaratıklar olmadığını görünce biraz rahatlamış görünüyorlardı. Hemen işe koyuldular ve ellerindeki çuvallara odunları doldurarak hızla evin yolunu tuttular. Eve vardıklarında kendilerini bekleyen endişeli ve meraklı gözlerle karşılaştılar. Aslında geçen gün karşılaştıkları bakışlardan çokta farklı değildi. Korku ve kaygı dolu gözlerin ardında ufukta görülen mutluluğu sevinçle kucaklamaktı bu!

‘’İyi misiniz? Olmadık bir şeyle karşılaşmadınız umarım?’’ diye sordu. Zeynep.

‘’Hayır! Çok şükür.’’ diye yanıtladı. Arda.

‘’Bırakın şimdi sohbeti de hemen işe koyulalım. Burcu’yla ikiniz kahvaltılık bir şey hazırlamaya başlayın, Arda'yla ben de sobayı tutuşturacağız.’’ dedi. Berkant.

Bütün işleri yoluna koyduklarında hava neredeyse kararmıştı. Berkant dışında herkes kahvaltı masasında sıcak çayın tadını çıkarıyor ve birbirleriyle konuşuyordu. O sırada Berkant tüm ciddiyetiyle cep telefonunda bir şeylerle uğraşmaya devam ediyordu.

‘’Berkant, sen yarım saattir neyle uğraşıyorsun?’’ diye sordu. Merakla! Burcu.

Berkant gözlerini bir an bile telefonunuzdan ayırmadan şöyle cevap verdi:

‘’O lanet kapının üzerindeki yazının ne olduğunu çözmeye çalışıyorum. Sanırım kapıdaki yazı İbranice yazılmış gibi görünüyor. Yakında ne yazdığını öğreneceğim.’’

‘’Orada ne yazdığı umurumda değil. Ben buradan nasıl kurtulacağımızı düşünürken sen neyle uğraşıyorsun?’’ diye azarladı. Burcu. Sert tavrıyla!

‘’Al benden de o kadar!’’ diye karşılık verdi. Arda.

Zeynep Berkant’a arka çıkarak, ‘’Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekmez mi?’’ diye sordu.

‘’Hayır!’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Neyle karşı karşıya olduğumuz zaten açık değil mi?’’ diye devam etti.

O sırada Berkant, korku dolu alçak sesiyle kendi kendine şöyle dedi:

‘’Ah Tanrım!’’

‘’Tanrım!’’

‘’Berkant, ne oldu?’’ diye sordu. Endişeyle! Arda.

Berkant telefonunu masanın ortasına koyarak, ‘’Orada yazılanları kendiniz okursanız sanırım ne tür bir belanın içinde düştüğümüzü daha iyi anlarsınız.’’ diye yanıtladı.

Kapının üzerine İbranice dilinde yazılmış son derece tehditkâr mesaj şöyleydi:

‘’Saat ikiyi on altı geçiyor. Sizi izliyorum.’’

‘’Saat ikiyi yirmi altı geçiyor. Sizi dinliyorum.’’

‘’Saat ikiyi otuz altı geçiyor. Sizi görüyorum.’’

‘’Saat üçü on altı geçiyor. Size bakıyorum.’’

‘’Saat üçü yirmi altı geçiyor. Size bakıyorum.’’

‘’Saat üçü otuz altı geçiyor. Size bakıyorum.’’

‘’Ha! Ha! Ha! Ben her yerdeyim.’’

‘‘’Ha! Ha! Ha! Ben her yerdeyim.’’

Son derece tehditkâr metni nefeslerini tutarak okuduktan sonra birbirlerine korkulu gözlerle boş boş baktılar. Artık anladılar ki onlar izin vermediği sürece buradan kaçış yoktu. Mesaj, son derece açık ve netti. Yaşadıkları tüm bu korkunç olayların nedeni göl ve çevresi ya da ev değildi. Bu işin içinde bambaşka daha derin bir kötülüğün uzantısı var gibi görünüyordu. Yolunun sonuna geldiklerini ve yazgılarının çok da parlak olmadığına artık daha iyi kavradıkları açıktı. Derin düşüncelerin içindeki sessizliği bozan ilk kişi Berkant olmuştu.    

‘’Demek her yerdeler. Öyle mi? O lanet kapının üzerindeki yazının silinmesi gerekiyor. Bu durum gerçekten sinirlerimi bozuyor.’’ dedi. Berkant.

‘’Ben elimi bile sürmem.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Berkant, kimse seni alıkoymuyor. İstediğini yapmakta özgürsün. Lanet kapıdaki kan lekelerini görmüyor musun? Bunun kimin kanı olduğunu kim bilebilir?’’ diye devam etti.

Zeynep, tek kelime etmenden arkadaşlarının çekişmelerini sessizce izlemekle yetinirken, Arda endişeli tavrıyla şöyle dedi:

‘’Asıl şimdi ne yapacağız. Belli ki bu lanet yerde kapana kısıldık.’’

‘’Bilmiyorum Arda. Mücadele etmekten başka ne yapabiliriz ki?’’ diye karşılık verdi. Burcu.

 ‘’Burcu, bu gerçekten komikti. Onlara karşı nasıl savaşabiliriz ki?’’ dedi. Arda.

‘’Bu çok basit! Akıl sağlımızı koruyarak bunu yapacağız. Ayrıca ne kadar faydalı olur bilemem ama bildiğiniz ne kadar dua varsa okumanızı tavsiye edebilirim. Zaten yapabileceğimiz başka hiçbir şey de yok.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Bence de! Burcu haklı! Onlar zihnimize saldırıyorlar. Şu ana kadar yaşananlar bizi psikolojik baskı altında tutmak istediklerini açıkça gösteriyor. Bu lanet şeyler her neyse neden bizimle uğraşıyorlar ki? Bunu gerçekten anlamlandıramıyorum.’’ dedi. Berkant.

‘’Saf kötülüğün temsilcilerini anlamaya çalışmak zaten tam bir ahmaklık olur. Bu konuda Berkant’ın haklı olduğunu düşünüyorum. Ama o şeyler durduk yere hiç kimseye musallat olmazlar. Bunun bir nedeni olmalı!’’ diye cevap verdi. Arda.

‘’Sanırım öyle!’’ dedi. Burcu.

‘’Belli ki bunu yaşayarak öğrenmemiz gerekiyor.’’ diye devam etti.      

Bütün bu tedirgin edici sohbetler sürerken Berkant, ‘’Zeynep! Sen neden hiç konuşmuyorsun? Çok sessiz kaldın.’’ diye sordu.

‘’Ne dememi bekliyorsun ki? Söylediğiniz her şeye katılıyorum. Yapabileceğimiz tek şey var. O’da akıl sağlımızı koruyabildiğimiz kadar korumak.’’ diye yanıtladı. Zeynep.

Bu tatsız sohbet devam ederken saat akşam 22.00 sıralarıydı. Bir anda sokaktaki köpeklerin şiddetli, korkunç havlama ve hırıltı sesleri yeniden duyulmaya başlandı. Her ne kadar kulakları günlerdir bu korkunç seslere alışmış olsa da, aniden kopan korkunç sesler ister istemez yürekleri hoplatıyordu. Artık şüpheye yer kalmamıştı ve dışarıdakilerin kesinlikle köpek olmadığından emindiler. Köpeklerin korkunç havlama sesleri sokak kapısına kadar dayanmıştı. O anda Burcu’nun titreyen dudaklarından çıkan sözleri duyuldu:

‘’Geldiler!’’

‘’Ah, Tanrım! Onlar burada!’’

Dışarıdaki köpeklerin korkunç havlamaları devam ederken, çatı katından duyulan ayak sesleri ve garip, anlaşılmaz hırıltılar ortamı daha da gergin hale getiriyordu. Bu da yetmezmiş gibi mutfaktan gelen tencere-tava orkestrasının rahatsız edici melodileri kulaklardan çok yürekleri tırmalıyordu. Berkant ve arkadaşları sokak kapısının hemen önündeki masanın etrafında toplanmış, dehşet dolu gözlerle mutfağa bakıyorlardı. Bu dehşet dolu bakışların ortasında kara bir kedi aniden mutfaktan yavaşça çıkıp oturma odasına girdi. Daha sonra mutfaktan ve mutfağın karşısındaki odadan kara kediler ikişer ikişer gelmeye devam etti. Salonun tam karşısındaki pencerenin önünde yedi tane kara kedi öylece duruyordu. Yan yana dizilen kediler hiç hareket etmeden dehşet verici parlak yemyeşil gözleriyle onlara dik dik bakmaya başladılar. Kara kedilerin çoğu dört ayak üzerinde dururken, ortadaki yedinci kara kedi ön iki ayağını öne doğru uzatmış şekilde oturuyordu. Ortadaki kara kedi özellikle korkutucu parlak yemyeşil gözlerini Berkant’a dikmiş şekilde bakarken suratında korkutucu bir tebessüm vardı. Beklenmedik şekilde salonun tam ortasında beliren kediler karşısında Berkant, Burcu, Arda ve Zeynep hiç olmadığı kadar birbirlerine sokulmuşlardı. İçgüdüsel olarak sokak kapısına doğru oldukça yavaş adımlarla geriledikten sonra oldukları yerde bedenleri adeta taş kesilmişti. Tam önlerinde onlara dik dik bakan korkutucu parlak yemyeşil gözler vardı ve arkalarındaki derinliklerden gelen boğuk, güçlü bağırışlar ve homurtular geliyordu. Korkutucu gizemli kediler ile kana susamış vahşi köpekler arasında sıkışıp kalmışlardı. Hangisinin daha endişe verici olduğunu bilmiyorlardı; aralarındaki tek engel olan sokak kapısının ardındaki vahşi köpekler mi, yoksa korkunç kara kediler mi? Bunun yanı sıra nereden geldiği belli olmayan irili ufaklı taşlar evin çatısına ve sokak kapısına her çarptığında kalp çarpıntıları daha artıyordu. Üzerlerine yağan irili ufaklı taşların, kara kedilerin ve vahşi köpeklerin arasında kalan dehşet dolu bakışların ardından gözyaşlarının yere çarparken çıkardığı sesin ritmi tüyler ürperticiydi. O sırada dört ayak üzerinde tetikte bekleyen altı kara kedinin ortasındaki kara kedi, iki ön ayağını atmış şekilde otururken birden yavaşça doğruldu ve onların üzerine doğru yavaşça yürümeye başlayınca, diğerleri de onu takip etti. Kedilerin her bir adımında Berkant ve arkadaşları birbirlerine daha da sokuluyorlardı. Ne kadar da çığlık atmak isteseler de dilleri bağlanmışçasına gölgelerin içindeki çığlıkları sessizdi. Kediler onlara doğru ilerlemeye devam ettikçe korku dolu bakışlarından çok kalp atışlarının ritmi daha belirgindi. İşte o anda her ne olduysa, korkutucu parlak yeşil gözlerle karşı karşıya geldikleri o kısacık anda, bütün kara kediler aniden ortadan kayboldu ve her yer derin bir sessizliğe büründü. Artık ne çatı katından gelen ayak sesleri, ne evin çatısına ve sokak kapısına çarpan irili ufaklı taşların sesi, ne de dışarıdaki köpeklerin korkutucu havlama sesleri vardı. Her şey derin sessizliğin içinde kaybolup gitmişti. Derin sessizliğin içinde Arda’nın titreyen dudaklarından çıkan ağlamaklı sesi hassas kulaklarda şöyle duyuldu:

‘’Sanırım gittiler.’’

‘’Yanılıyorsun.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Onlar hala buradalar.’’ diye devam etti.

Kısa bir süre sonra Burcu her zamanki gibi haklı çıkmanın pişmanlığını yüreğinde yaşarken, mutfaktan garip, anlaşılmaz bir ses duyuldu. Son derece sinir bozucu bir sesti; Bir yılanın tıslaması ile kapı gıcırdaması sesinin karışımı gibiydi. Daha da kötüsü, dışarıda vızıldayan karasinekler anlaşılmaz şekilde karşılarındaki pencereye olabildiğince hızlı delicesine çarpıyor ve on binlercesi önlerindeki pencereye çarpar çarpmaz oracıkta canları çıkıyordu. Ölü karasineklerin birçoğu yere düşerken, pek çoğu da cama kanlarıyla yapışık kalıyordu ve pencerenin neredeyse tamamı üst üste yığılmış ölü sineklerle kaplanmıştı. Berkant ve arkadaşları hayretle dehşet verici manzaraya bakarlarken neredeyse küçük dillerini yutacak hale gelmişlerdi ve o sırada biraz ötedeki masa ve kanepe sanki deprem oluyormuşçasına kendi başlarına şiddetli bir şekilde sağa sola sallanmaya başladı. Masa o kadar şiddetli sallanıyordu ki masanın üzerindeki cam bardaklar yani masanın üzerinde ne varsa yere düştü ve birden evin tüm ışıkları açılıp kapanmaya başladı. Bunun yanı sıra sandalyeler sağa sola savrularak tavana kadar yükseliyor ve hızla yere düşerek parçalara ayrılıyordu. Salon kırık camlar ve sandalye parçalarıyla dolmuştu. Ev tam anlamıyla dehşet verici bir kaotik ortama sürüklenirken Berkant ve arkadaşları oldukları yerde ne bir adım ileri ne de bir adım geri atabiliyorlardı. İkinci kez neredeyse akıllarını kaybetmenin eşiğindeydiler. Akıllarından geçen tek düşünce, dayanabildikleri kadar güçlü kalabilmekti ama dehşet verici dakikalar bitmek bilmiyordu. Bütün bu korkunç olaylar ardı ardına yaşanırken kulaklarında belli belirsiz fısıltılar duymaya başladılar. Duydukları anlaşılmaz fısıltılar iç içe geçmiş armonik çanları andırıyordu. Belli ki birbirleriyle konuşuyorlardı. Ne konuştuklarına dair en ufak bir merak uyandırmasa da, fısıltılar arasında korkunç kahkahalar duyulmaya başlayınca, göremedikleri varlıklar zaman zaman saçlarına ya da vücutlarının herhangi bir yerine dokunarak onları taciz ediyorlardı. Belki de tüm bu tacizlerin sebebi Berkant ile arkadaşlarını ayırmak istemeleriydi. Ama titreyen bedenleri birbirine o kadar sıkı yapışmıştı ki onları ayırmak güç görünüyordu. Berkant ve arkadaşlarının bu kadar korkunç olaylar karşısında nasıl dayanabildikleri sorusunun yanıtı zihinlere oturmasa da birbirlerine hissettikleri güçlü sevgiyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir olgu olduğu açıktı.

Dehşet dolu anlar devam ederken, ani elektrik kesintisi nedeniyle odanın içi zifiri karanlığa gömülmesiyle birlikte işler daha da karmaşık bir hale gelmişti. Sonunda ışığın karanlığa teslim olmasıyla birlikte korkunç fısıldaşmalar ve kahkaha sesleri daha da belirgin hale gelmişti ki, bunun üzerine herkes mümkün olduğu kadar çabuk cep telefonlarının parlak ışıklarını açıp korku dolu gözlerle etrafa bakınmaya başladı ama etrafta hiçbir şey görünmüyordu. Korkunç kahkahalardan ve fısıltılardan başka hiçbir şey yoktu. Son derece rahatsız edici kahkahaların yoğunlaştığı noktaya doğru baktıklarında, aniden karanlığın içinden sıyrılan bir figür belirerek tam karşılarındaki on binlerce ölü sineklerle kaplanmış pencerenin önünde en korkutucu haliyle insan vücudunu andıran karanlık figür öylece duruyordu. O sırada dehşete kapılan Zeynep, aniden sokak kapısını açarak dışarı çıktı ve çılgınlar gibi arabanın olduğu yöne doğru koşmaya başladı. Arda arkasından olabildiğince yüksek sesle bağırsa da artık çok geçti. Arda tam Zeynep’in peşinden koşmak üzereyken derin karanlığın içinden acı bir ses duyuldu. Ayağının tabanına batan cam parçasını ve arkadaşlarının endişeli uyarılarını görmezden gelerek ayağa kalktı ve Zeynep’in peşinden koşmaya başladı. Arda, Zeynep’in bilinçsizce arabanın yanından Burcu’nun daha önce korkunç deneyimler yaşadığı patikaya doğru koştuğunu görünce oraya gitmemesi için arkasından var gücüyle bağırıyordu ama Zeynep delicesine koşamaya devam etti. Yaralı ayağıyla acı içinde tüm gücüyle Zeynep’in peşinden koşsa da sonunda barakanın biraz ilerisinde bir yerde tökezleyerek çamur birikintisine yüzüstü düşüp yere yığıldı. Arda acı içinde son kez ona baktığında kıyafetleri, yüzü ve her yeri çamur içindeydi ve hızla koşan Zeynep çoktan karanlığın içinde kaybolmuştu. Gözleri derin karanlığın içindeki boşluğa bakarken gözyaşları çamurlu yanaklarından aşağı doğru akıyordu ve birdenbire geniş siyah fötr şapkalı adamın tuhaf görünüşlü figürü ufukta belirdi. Sanki şapkalı adamı görmezden gelmişçesine uzun süre Zeynep’in kaybolduğu yöne doğru bakmaya devam etti ve parmakları kana bulanıncaya kadar çamurlu toprağı yumruklamaya başladı. Çamurlu toprağa attığı son yumrukla birlikte tüm gücünün tükendiğini hissetti. Diz çöküp derin karanlıktaki boşluğa çaresizce bakarken gözyaşlarına boğuldu. Sonra karanlıkta yankılanan acı dolu sesiyle şöyle bağırdı:

‘’Zeynep!

‘’Zeynep…’’

‘’O gitti!’’

‘’Onu aldılar…’’

‘’Bebeğimi benden aldılar.’’

Burcu ve Berkant, bambaşka bir kâbusun içindeydiler ve karanlıkta beliren o karanlık figürle baş başa kaldıkları süre boyunca başlarına ne geldiğini Tanrı’dan başka kimse bilemezdi. Yere yığılmış halde öylece yerde yatarlarken Arda’nın acı içinde bağırışlarını duyduklarında kendilerini toplayıp güçlükle ayağa kalktıklarında elektrikler bir anda geri gelmişti.

‘’Tanrım! Arda, Zeynep…’’ dedi. O sırada. Burcu. Endişe dolu sesiyle!

‘’Berkant hadi! Arda’nın bağırışlarını duymuyor musun? Başlarına kötü bir şey gelmiş olmalı!’’ diye devam etti.

Yaşadıkları şoku hâlâ üzerinden atamayan Berkant ve Burcu, hemen dışarıya koştular. Arda’yı barakanın biraz ilerisinde bir yerde diz çökmüş halde bulduklarında giysilerinin çamura bulandığını, kesik ayağının kurumuş kanla kaplandığını ve titreyen elinin parmaklarının yara bere içinde olduğunu gördüler.

‘’Arda dostum! İyi misin? Ne oldu sana böyle? Zeynep nerede?’’ diye sordu. Berkant. Son derece endişeli sesiyle!

Arda tek kelime etmeden, Zeynep’i son gördüğü yöne doğru bakıyordu. Burcu aynı soruları tekrarlasa da herhangi bir yanıt alamamıştı. Arda, öylece hareketsiz dururken birdenbire kendi kendine şöyle mırıldandı:

‘’Zeynep! Zeynep…’’

‘’O gitti! O gitti! O gitti…’’

‘’Onu aldılar! Onu aldılar…’’

Bunun üzerine Burcu bir anlık öfkeye kapılarak Arda’nın kolundan çekiştirerek, ‘’Zeynep nerde? Ona ne oldu?’’ diye bağırmaya başladı.

Ama Arda, Burcu’nun sert sözlerine karşı aldırış etmeden son derece sinir bozucu şekilde olduğu yerde hareketsiz öylece duruyordu. Bu uğursuz yerde yapa yalnız tek başına nasıl kalmış olduğunu düşündükçe Burcu’nun tepesi daha da çok atmıştı. Burcu, sesinin şiddetini yükseldikçe yükseltiyor ve bağırıp çağırmaya devam ediyordu. Ama Arda, arkadaşları yanında değilmiş gibi davranmaya devam ederken bir yandan da tek bir yöne odaklanarak kendi kendine mırıldanıyordu:

‘’Zeynep! Zeynep...!

‘’O gitti!’’

‘’Onu aldılar.’’

Burcu’nun ilk kez kendini bu kadar çok kaybettiğini görünce Berkant, endişeyle aniden müdahale ederek arkadaşını sert bir şekilde azarladı:

‘’Burcu, sen ne yaptığını sanıyorsun? Adam şoka girmiş, görmüyor musun? O bizim burada olduğumuzun farkında bile değil. Biraz sakin ol lütfen.’’

Burcu, Arda’nın hüzünlü gözlerine baktıktan sonra güçlükle konuştu ve titreyen dudaklarıyla şöyle cevap verdi:

‘’Tamam! Haklısın Berkant! Hadi onu eve götürelim.’’

Arda’yı zorlukla ayağa kaldırmalarından sonra kollarından tutarak yavaşça eve doğru yürüdüler ve eve girdiklerinde Berkant arkadaşını hemen banyoya götürürken Burcu da temiz giysiler hazırlamıştı. Berkant, arkadaşının ellerini ve yüzünü yıkamasına ve temiz kıyafetler giymesine yardım etti. Daha sonra Arda’yı oturma odasına götürüp kanepeye oturttu ve yaralı ayağını oksijenli su ve tentürdiyotla dikkatlice tedavi ederek ayağını bandajla sıkıca sardı. Berkant, kanepeye uzanan arkadaşının istemsizce titreyen vücudunun üzerini battaniyeyle örterken, bu sırada etrafa saçılan cam parçalarını temizleyen Burcu, daha sonra Berkant ve kendisine birer fincan kahve hazırlayıp masanın önündeki sandalyeye oturdu ve Arda'ya boş gözlerle bakmaya başladı. Burcu’nun hüzünlü gözlerin ardındaki düşünceleri bu kez tahmin etmek hiç de güç değildi aslında. Zeynep’in başına ne gelmiş olabileceğini düşündükçe baş ağrısı daha da şiddetleniyordu.

Berkant bir sandalye çekip Burcu’nun yanına oturdu, bir sigara yaktı ve şöyle dedi:

‘’Arda hiç iyi görünmüyor. Hala kendi kendine sayıklıyor. Zeynep’in başına ne gelmiş olabilir? Çıldırmak üzereyim. Onu aramaya gitmem lazım. Ama seni ve Arda’yı nasıl yalnız bırakacağımı da bilmiyorum.’’

‘’Bilmiyorum Berkant. Bilmiyorum. Zeynep’i aklımdan bir türlü çıkaramıyorum. Bence de aramaya gitmelisin. Belki de gitmemelisin. Ne diyeceğimi bilemiyorum.’’ diye yanıtladı. Burcu.

Bunun üzerine Burcu aniden ayağa kalkıp Berkant’a sımsıkı sarıldı ve ağlamaya başladı. Uzun süre kucaklaştıktan sonra Burcu da bir sigara yaktı, derin bir nefes aldı ve şöyle dedi:

‘’Başımıza bunların geldiğine inanamıyorum. Şimdi ne yapacağız.’’

Berkant elindeki cep telefonuyla bilinçsizce oynarken cep telefonunun şebeke sinyalinin çok yüksek olduğunu fark edince hiç vakit kaybetmeden hemen Zeynep’i aradı ve telefonu çalıyordu. Bu küçük umut ışığı yürekleri neşeyle doldursa da Zeynep’in telefonunu uzun süre çalmasına rağmen kimse telefona cevap vermiyordu. Burcu, arkadaşının telefonunu çaldırmaya devam ederken, Berkant hemen polis acil hattını aradı. Berkant, kısa sürede telefona cevap veren polis memuruna yaşadıkları tüm korkunç olayları kısaca anlattı. Ayrıca polis memuruna bir arkadaşının kayıp olduğunu, bir arkadaşının da yaralandığını söyleyerek ambulans istedi. Son olarak Berkant, tüm adres bilgilerini polise verdikten sonra endişe dolu sessiyle şöyle dedi:

‘’Lütfen olabildiğince çabuk gelin!’’

Burcu ile Berkant sabırla polislerin gelmesini beklemeye koyuldular. Ama saat gece yarısını geçmişti ve saat gece 03:16’yı gösteriyordu. Berkant’ın polis memuruyla görüşmesinin üzerinden neredeyse üç buçuk saat geçmişti. Burcu endişeyle Berkant’a dönerek şöyle dedi:

‘’Nerede bu kahrolası polis memurları? Tekrar aramalı mıyız acaba?’’

‘’Bence biraz daha bekleyelim. Her an gelebilirler.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Uzun bir bekleyişin ardından dışarıdan gelen araç seslerini duyan Berkant ve Burcu, hemen dışarı koştuklarında bahçeye yaklaşan üç polis aracı ve bir ambulans aracını gördüler. Polis ve sağlık görevlileri evin kapısına vardıklarında, kapının önünde biriken irili ufaklı taşlara şaşkınlıkla baktılar. Polislerden birinin kendisini tanıtarak, ‘’Ben Komiser Ali!’’ demesi üzerine sağlık personeliyle birlikte hızla içeri girdiler.

Burcu, sert mizacıyla Komiser Ali’ye bakarak şöyle serzenişte bulundu:

‘’Memur bey, nerede kaldınız? Telefonda durumun ciddiyetini anlattığımızı hatırlıyorum. Arkadaşlarımızdan biri kayıp, diğeri de perişan halde orada yatıyor.’’

‘’Tamam, tamam! Geldik işte! Burada neler oldu böyle? Hadi anlatın bakalım.’’ diye karşılık verdi. Komiser Ali.

Bu sırada araya giren Berkant, ‘’Burcu, sen Arda’yla ilgilen istersen. Ben de memur beye olan biteni anlatacağım.’’ dedi.

Berkant, yaşanan tüm korkunç olayları tüm detayına kadar anlatırken Burcu da sağlık görevlerine Arda’nın durumunu anlatıyordu. Arda sağlık personelini görür görmez birdenbire sinir krizine girerek, ‘’O gitti. Onu aldılar.’’ diyerek acı içinde bağırmaya başladı.

Arda’nın durumunu gören polis ve sağlık personeli bir süre şaşkınlıkla ona baktılar. Sağlık personelinden biri Arda’ya hemen sakinleştirici iğne yaparak onu ambulansa götürdüler. Komiser Ali, Berkant’ın anladığı korkunç olaylar karşısında sakin kalmaya çalışsa da tedirginliği yüz hatlarından açıkça görülebiliyordu. O sırada diğer polisler evin içini kontrol ederken polislerden biri kapıya bu yazıyı kimin yazdığını sorduğunda Burcu alçak sesle şöyle cevap verdi:

‘’Onlar!’’

‘’Onlar mı? Onlarda kim?’’ diye tekrar sordu. Şaşkınlıkla! Polis memuru!

‘’Şeytani varlıklar!’’ diye yanıtladı. Burcu.

Burcu daha sonra bu metnin İbranice yazıldığını ve metnin ne anlama geldiğini açıkladığında polis memurunun alaycı gülümsemesi birden değişerek anlaşılmaz bir ifade belirmişti. O sırada diğer polisler de üst üste yığılmış, sokak kapısının karşısındaki pencereyi tamamen kaplayan ölü karasineklere şaşkınlıkla bakıyorlardı.

Berkant Komiser Ali’ye dönerek, ‘’Onlar bize saldırdıkları anda arkadaşımız Zeynep korkudan dışarıya kaçtı ve ondan bir daha da haber alamadık. Başına bir iş gelmeden Zeynep’i mutlaka bulamamız gerekiyor. Cep telefonundan defalarca aradık. Ama telefonuna cevap vermiyor.’’ dedi.

‘’Tekrar arayın!’’ diye karşılık verdi. Komiser Ali.  

Berkant, Zeynep’i tekrar aradı ama bu sefer de telefonun kapalı olduğunu görünce şöyle dedi:

‘’Sanırım, telefonun şarjı bitmiş olmalı!’’

‘’Tamam, o halde! Arkadaşınızın kaybolduğu bölgeyi bize gösterin.’’ dedi. Komiser.

Berkant, Komiser Ali ve birkaç polis memuru Zeynep’in kaybolduğu yere giderek Zeynep'i aramaya koyuldular. Her yer göz gözü göremeyecek kadar zifiri karanlıktı ve polislerin elindeki fenerler de oldukça yetersizdi. Berkant gecenin karanlığında olabildiğince yüksek sesle Zeynep’in adını haykırsa da ona dair hiçbir iz yoktu. Burcu’nun daha önce kötü bir deneyim yaşadığı patikaya vardıklarında polislerden biri yerde bulduğu telefonu amirine göstererek şöyle dedi:

‘’Sanırım, bu kızın telefonu olmalı!’’

‘’Evet, bu Zeynep’in telefonu!’’ diye cevap verdi. Heyecanla! Berkant.

Bir süre sonra patikanın sağ tarafından ormana doğru giden çalıların arasında Zeynep’in yırtık beyaz hırkasından bir parça buldular. Beyaz hırkanın yırtık parçasını gören Berkant’ın gözleri yaşardı ve bunu fark eden polislerden biri Berkant'ın omzunu sıkarak şöyle dedi:

‘’Endişelenme delikanlı! Arkadaşınızı bulacağız.’’

Daha fazla bir şey yapamayacaklarını anlayan Komiser Ali, ‘’Şu anda yapabileceğimiz pek bir şey yok. Artık geri dönüyoruz.’’ dedi.

‘’Ama Zeynep?’’ dedi. Endişeyle! Berkant.

‘’Eğer yaşıyorsa sabaha kadar nasıl dayanacak?’’ diye devam etti.

‘’Bak, delikanlı! Şu anda gerçekten de yapabileceğimiz pek bir şey yok. Sabah erkenden geniş çaplı bir arama başlatacağız.’’ diye karşılık verdi. Soğukkanlılıkla! Komiser Ali!

Berkant çaresizce polislerle birlikte evin yolunu tuttu ve evin önüne geldiklerinde, Burcu polislerin yanında arkadaşını görmese de heyecanla, ‘’Berkant, onunla ilgili bir şey buldun mu?’’ diye sordu.

Berkant hüzünlü gözlerle tek kelime etmeden Zeynep’in telefonunu ve yırtılmış beyaz hırkasının bir parçasını gösterdiğinde Burcu’nun gözleri yaşardı ve derin karanlığın içindeki boşluğa üzgün gözlerle bakmaya başladı. Tıpkı birkaç saat öncesinde arkadaşının baktığı gibi!

Arda, yarım saat önce çoktan ambulansın içinde hastanenin yolunu tutmuştu. Sonunda kahrolası yerden kurtulmanın buruk sevincini yaşayan Burcu ve Berkant polis araçlarından birine binerek polis merkezine doğru yola çıktılar.

 

 

BEŞİNCİ BÖLÜM

POLİSLERİN SARSICI SORGUSU

 

 

U

zun bir yolculuğun sonunda İzmir merkezdeki polis karakoluna ulaşan Burcu ve Berkant, polise uzun ve yorucu ilk ifadelerinden sonra serbest bırakıldı ve karakoldan ayrıldıklarında saat sabahın 05:30’u gösteriyordu. Polis gözetiminde karakola yakın bir otele yerleştirildiler. Otelin üçüncü katında birbirine yakın ayrı odalara yerleştikten sonra sıcak duşun keyfini çıkardılar ve akıllarında kaygılı düşüncelerle rahat yataklarına uzandıktan sonra hemen derin bir uykuya daldılar. Uyandıklarında saat öğleden sonra 15:30'u gösteriyordu. Her ikisi de cep telefonlarına baktıklarında polisten gelen mesaj ve çağrılarla doluydu. Otelden ayrılmalarının ardından yakınlardaki bir kafeye girdiler. Güzel bir kahvaltının ardından Berkant ve Burcu, son birkaç gündür yaşadıkları korkunç olayların belirtileri yüzlerine yansıyor olsa da kahvelerini yudumlarken oldukça huzurlu görünüyorlardı. Ama arkalarında bıraktıkları kabusun derin izleri hala yüzlerine yansıyor ve akıllarını bulandıran pek çok endişeli soruyla boğuşuyor olsalar da kendilerini hala şanslı sayıyorlardı ama aynı iyimser düşünceler arkadaşları Zeynep ve Arda için geçerli değildi.

‘’Otele çok geç gelmemize rağmen gerçekten rahat ve huzurlu bir uyku çektim ama bunun pek bir önemi yok. Zeynep ve Arda'yı aklımdan çıkaramıyorum. Arda, bir şekilde kendini toparlayacaktır. Peki ya Zeynep? Başına ne iş gelmiş olabilir? Bu kız nereye kayboldu? Bu belirsizlik beni çıldırtıyor.’’ dedi. Berkant.

 ‘’Ben de iyi bir uyku çektim doğrusu. Arkadaşlarımız için de çok endişeleniyorum ve ben de onları aklımdan çıkaramıyorum.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Polisler de bizi karakola çağırıyorlar. Şimdi ne yapacağız?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Elbette, ilk önce hastaneye gideceğiz. Polis biraz bekleyebilir. Önceliğimiz arkadaşımız Arda’yı ziyaret etmek olacak. Arda’nın durumunu gerçekten merak ediyorum. Umarım iyidir. Daha sonra da karakola uğrarız işte.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Tamam öyleyse! Her ne yapacaksak hemen harekete geçsek iyi olur.’’ dedi. Berkant.

Hastaneye varır varmaz hemen danışma bürosunun önünde bitiverdiler. Önlerinde birkaç kişi vardı. Sinir bozucu bekleyişin sonunda sıra onlara gelmişti. Burcu, danışman kadına hemen sordu:

‘’Ben Arda'nın arkadaşıyım. Arkadaşımızı ziyarete geldik. Onu görebilir miyiz?’’

Danışman kadın, sinir bozucu şekilde bir şeyleri kurcalamasının ardından nihayet şöyle cevap verdi:

‘’Arda Bey bu sabah İstanbul’daki bir hastaneye sevk edildi’’

‘’İyi de hangi hastaneye sevk edildi?’’ diye tekrar sordu. Burcu.

Danışman kadın kısa süreliğine Burcu’yu süzdükten sonra şöyle dedi:

‘’Arda bey İstanbul’daki akıl hastanesine sevk edildi.’’

Yüzü düşen Burcu, alçak sesle kendi kendine mırıldandı:

‘’Arda’nın durumu bu kadar kötü mü yani?’’

Dana sonra Burcu danışman kadına dönerek sert bir dille şöyle dedi: 

‘’Şehrin göbeğindeki, bütün manyakların uğrak yeri olan hastane mi?’’

 ‘’Evet, her ikimiz de tam olarak hangi hastaneden bahsettiğimizi biliyoruz. Burcu hanım! Bu konu da daha fazla bir şey diyemem.’’ diye yanıtladı. Dişlerini sıkarak! Danışman kadın.

 Burcu, ‘’İyi, tamam!’’ dedikten sonra Berkant’la birlikte danışmanlık bürosunun önünden ayrıldılar.

‘‘Danışman kadın ne kadar da somurtkan bir kadındı öyle. Bütün kamu hastanelerinde çalışan personelin yüzlerindeki ifade hep aynı mı olur?’’ diyerek çıkıştı. Burcu. 

‘’Bu vergi oranlarının dağılımı ilgili bir problem.’’ dedi. Sırıtarak. Berkant.

‘’Nasıl yani?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Çok basit! Burcu sen hiç somurtkan bir Diyanet İşleri Başkanı gördün mü? Adam sanki kendisine cennetle müjdelenmiş gibi etrafına neşe saçıyor. Böylece bu hiyerarşideki en üst kademeden en alt kademeye kadar herkes bu tatlı gülümsemelerden nasibini alıyor.’’ diye yanıtladı. Berkant.

Burcu bu sözlerin ardından ne kadar gülümsemek istese de kendini zor tuttu ve her zamanki ciddi ve sert tavrıyla şöyle dedi:

‘’Berkant, bırak şimdi zevzekliği de hadi karakola gidelim.’’

Hiç vakit kaybetmeden hemen yola koyuldular. Hastane ile karakol arasındaki mesafe, bir belediye otobüsü yolculuğu kadardı ve yedi duraklık bir yolculuğun ardından karakola ulaştılar. Berkant ve Burcu karakola girip hızla danışma bürosuna doğru ilerlerken, bir polis memuru onları tanıdı ve sert bir şekilde şöyle azarladı:

‘’Kaç saattir neredesiniz? Her ikinizi de defalarca aradık ve size bir sürü mesaj gönderdik. Neden telefonlarınıza cevap vermiyorsunuz?’’

‘’Memur bey, günlerdir yaşamadığımız korkunç olayların etkisiyle bitkin bir şekilde karakola geldik. Sabaha karşı karakoldan çıktık ve doğal olarak da çok geç uyandık. Mesajlarınızı gördük ama tabii ki ilk önceliğimiz arkadaşımızı hastanede ziyaret etmekti. Ayrıca bizi böyle azarlayarak konuşamazsın çünkü biz suçlu değiliz. Şimdi buradayız ve Zeynep ile ilgili bir şey buldunuz mu? Asıl siz bundan bahsedin.’’ diye sert bir şekilde karşılık verdi. Burcu.

Polis memuru, Burcu’nun beklenmedik cevabı karşısında hem öfkelendi hem de kafası karıştı. Çünkü karakola yolu düşen çaresiz vatandaşlarının çok nadir görülen tepkisi karşısında şaşkınlığını koruyamadı. Kendi efendileri dışında sokaklarda korku salan aynasızlardan biriydi. Ama sert bir kayaya çarptığını anlaması uzun sürmedi. Polis memuru, Burcu’ya sert bir şekilde bakarak, ‘’Tamam, tamam! Şurada biraz oturun. Ben şimdi geliyorum.’’ dedi.

Bunun üzerine polis memuru danışma bürosuna giderek diğer polislerle konuştu ve telefon görüşmesi yaptıktan sonra Berkant ve Burcu'nun yanına gelerek sert bir üslupla şunları söyledi:

‘’Hadi benimle gelin.’’

Danışmanlık bürosunun solunda kalan asansöre doğru yöneldiler ve üçüncü katta inip düz koridorun sonuna kadar yürümelerinin ardından koridorun sağındaki ne sorgu odasına, ne de normal bir odaya benzeyen bir odaya girdiler. Giriş kapısının sağında bir penceresi vardı ve krem ​​rengi dört duvarla çevrili kare şeklinde küçük bir odaydı. Odanın içi oldukça aydınlıktı ve pencerenin solunda kalan dikdörtgen şeklindeki masanın etrafındaki ikişer sandalye karşılıklı olarak birbirlerine bakıyorlardı. Masanın karşısında bankaların ve hastanelerin bekleme salonlarında sıralanan bekleme banklarına benzeyen koltuklar vardı. Berkant ve Burcu masanın arkasında duvara dayalı iki ayrı sandalyeye oturdular. Daha sonra polis memuru bir süre daha orada beklemeleri gerektiğini söyleyerek odadan ayrıldı. Berkant etrafına bakıntı ve endişeyle şöyle dedi:

‘’Burcu, keşke o polise bu kadar sert davranmasaydın. Bana öyle geliyor ki başka bir belaya sürükleneceğiz.’’

‘’Haklı olabilirsin ama bence bu işin içinde başka bir iş var. Yakında zaten bunu öğreneceğiz.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Ne yani bizi şimdi şüpheli olarak mı görüyorlar.’’ Diye cevap verdi. Heyecana kapılan yüreğiyle! Berkant.

‘’Sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, inan bana bize bu kadar çok nazik davranmazlardı.’’ dedi. Burcu.

‘’Öyle de! Bize zaten hiç de nazik davranmadılar ki, polisin nezaket anlayışı bu mu yani? Ayrıca bana öyle geliyor ki Burcu sen polis hakkında çok şey biliyorsun.’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Berkant, senden çok fazla değil. Sen, hiç haberleri falan takip etmiyor musun? Ayrıca iyi polis, kötü polis felsefesini hiç duymadın mı?’’ diye cevap verdi. Burcu.

‘’Elbette, duydum.’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant. 

 ‘’Ben, çocukluğundan beri buna benzer pek çok polisiye film izledim.’’ diye devam etti.

‘’Filmlerde olan her şeyi gerçek hayatta olduğunu düşün ve bizim yaşadığım korkunç olaylar dışında daha korkutucu bir şey varsa bu da polislerin asılsız iddialarıyla onların şefkatli ellerine düşmektir. Ama yine de ben böyle bir durumda olduğumuzu sanmıyorum. Bu işin içinde daha farklı zırvalıklar olduğunu düşünüyorum. Az önce söylediğim gibi bunu birazdan öğreneceğiz.’’ dedi. Burcu.

‘’Polisleri bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Berkant.

‘‘Ne demezsin! Ah Berkant, onlarsız bir dünya düşünemiyorum. Acaba hükümetler onlarsız kim bilir ne yapardı?’’ dedi. Burcu.

Bunun üzerine Berkant yüzünde anlaşılmaz bir gülümseme belirerek şöyle cevap verdi:

‘’Evet, sanırım haklısın. Polis memurları her zaman adaletin muhafızları oldukları açıktır ve biz dünya insanları olarak buna minnettar olmalıyız.’’

‘’Şuraya bak! Boş yere bekliyoruz. Yarım saat geçti ama ne gelen var ne giden var. O kadar problemin içinde boğuşurken konuştuğumuz şeylere bak.’’ dedi. Burcu.

‘’Sanırım, eli kulağındadır. Birazdan odaya damlayacaklarından hiç şüphem yok.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

Berkant ve Burcu sohbetlerini sürdürürken daha önce hiç görmedikleri oldukça sert ve ciddi görünüşlü iki sivil polis odaya girerek karşılarındaki sandalyelere oturdu. İçlerinden biri sert üslubuyla, ‘’Bize, o evde başınıza gelen her şeyi anladın.’’ dedi.

‘‘Dün gece zaten her ikimiz de ayrı ayrı ifadelerimizi memur arkadaşlara verdik.’’ diye yanıtladı. Sakin bir tavırla! Burcu.

Bir diğeri de gülümseyerek, ‘’Vaktimiz oldukça bol ve hikâyenizi tekrar dinlemek istiyoruz.’’ dedi.

‘’Sorun nedir? Bizimle ilgili herhangi bir şüpheniz mi var? Başımızdan geçen her şeyi olduğu gibi ifademizde anlattık.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

 ‘’Bak delikanlı! Ben öyle bir şey demedim. Birde başınızdan geçen her şeyi bize anlatmayı deneyin. Belki unuttuğunuz bir şey vardır. Bu arada benim adım Selçuk. Arkadaşımın adı da Yavuz!’’

 ‘’Tamam öyleyse, polis memuru Selçuk!’’ dedi. Gür sesiyle! Burcu!

Burcu başlarından gelen her şeyi detaylı bir şekilde anlatırken polis memuru Yavuz araya girerek şöyle dedi:

‘’Odanın kapısının üzerindeki kan lekelerinden ve İbranice yazılmış metinden bahsedin. Kim yazdı o yazıyı? O gece alkol ya da daha sert bir şey aldınız mı? Uyuşturucu gibi! Yoksa alışılmadık bir dini ritüel mi gerçekleştirdiniz?’’

‘’Hayır, hayır!’’ dedi. Yüksek sesle bağırarak. Burcu.

‘’Hey, küçük hanım! Sakin olun biraz.’’ dedi. Polis memuru Selçuk!

‘’Bakın memur bey! Ben ve arkadaşlarım hiçbir zaman uyuşturucu kullanmadık ve asla kullanmayacağız. Daha önce de anlattığım gibi evdeki ikinci günümüzde göl kenarına gidip balık tuttuk. Akşam yemeğinde sadece iki-üç bardak bira içtik, hepsi bu. Bu arada ülkede bira içmenin yasal olduğunu sanıyordum. Neyse, o gece şeytani varlıklar bize musallat oldu ve berbat bir gece geçirdik. O lanet kapıdaki kan lekelerinin nasıl olduğunu bilmiyorum. Ama kahrolası kapıya o yazıyı kimin yazdığını biliyorum. Ayrıca bizim dini ritüel gibi zırvalıklarla işimiz olmaz.’’ dedi. Burcu.

‘’Peki, kimdi onlar?’’ diye sordu. Polis memuru Yavuz!

‘’Tabi ki de şeytani varlıklar.’’ diye yanıtladı. Öfkeyle! Burcu.

‘’Böyle saçmalıklara asla inanmazdım. Hatta ilk başlarda bununla ilgili konularla hep dalga geçiyordum. İşin aslı hala inanmakta zorluk çekiyorum. Ama o varlıklar her neyse gerçekler. Lütfen bize inanın. Arkadaşımız Zeynep ortadan kayboldu. Arda’nın akıbetinin ne olduğu bilmiyoruz. Arkadaşlarımız için çok endişeliyiz.’’ dedi. Berkant.

Polis memurları kısa süreliğine birbirlerine baktıktan sonra Polis memuru Selçuk şöyle dedi:

‘’Bakın çocuklar! Kapıdaki kan lekelerinin bir hayvana ait olduğu belirlendi. Sincap mı yoksa kuş mu? Bunu henüz bilmiyoruz. Kapıda ilginç bir yazı var, sokak kapısının önüne irili ufaklı taşlar yığılmış, pencereye yapışmış binlerce ölü sinek, evin bahçesinde ve içinde hiçbir şeye benzemeyen tuhaf ayak izleri var. Bu evde tuhaf şeylerin döndüğü belli ama buradaki asıl tuhaflık, arkadaşınız sandığınız kişi Zeynep'tir.’’

‘’Memur bey, ne demeye çalışıyorsunuz?’’ dedi. Şaşkınlıkla! Burcu.

‘‘Zeynep’in çantasındaki kimliğe göre arkadaşın zannettiğiniz kızın aslında 1960 yılında Amasya şehir merkezinde trafik kazasında trajik bir şekilde hayatını kaybettiğini öğrendik. İşin daha da ilginç tarafı, daha önceki ifadelerinizde Zeynep’in Eczacılık Fakültesi üçüncü sınıf öğrenci olduğu geçiyordu ama böyle bir öğrencinin Fakülteye kayıtlı olmadığını öğrendik. Ayrıca Zeynep’in cep telefonunda daha önce üniversite kampüsünde ve göl kenarında çekilen fotoğraflar da sizin gösterdiğiniz fotoğraflarla örtüşüyor. Bu gizem perdesinin en can alıcı noktası da Zeynep ile 1960 yılında 22 yaşındayken trajik bir şekilde hayatını kaybeden kızın aynı kişi olduğundan neredeyse eminiz. Onunla çektiğiniz son fotoğraflar, 1960 öncesi çekilen fotoğraflardaki kızın Zeynep’le aynı kişi olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldık.’’ diye yanıtladı. Polis memuru Selçuk!

 Daha sonra polis elindeki dosyadan birkaç fotoğraf çıkartıp o kızın 1960 öncesine ait siyah beyaz fotoğrafını masaya koydu ve ‘’Şunlara bir bakın.’’ dedi.

Fotoğraflara baktıklarında yüzlerindeki şaşkınlık ifadesi dehşet dolu bakışlara dönüşmüştü. Ne diyeceklerini bilemediler ve akıllarından geçen düşünceler bir belirsizliğin içindeki boşlukta kaybolmuştu. Adeta şoka uğramışlardı. Bu, son günlerde yaşadıkları tüm korkunç olayların içinde en sarsıcı olanıydı. Berkant uzun süre dehşete düşmüş gözlerle fotoğraflara baktı ve güçlükle şöyle dedi:

‘’Tanrım, bu gerçekten Zeynep!’’

Burcu da hâlâ fotoğraflara kuşkulu gözlerle bakıyordu. O anda aklından geçen belli belirsiz düşünceler içinde fotoğraflardaki kız Zeynep’ti. Hiç şüphesiz o kız gerçekten de Zeynep’ti. Ama yine de bunu kabul etmekte güçlük çekiyordu.

Titreyen dudaklarından çıkan alçak sesiyle, ‘’O halde! Diyelim ki yaklaşık altı ay önce Zeynep’le tanıştım ve aylarca günlerimi bir hayaletle konuşarak geçirdim. Berkant ve Arda onu neredeyse iki yıldır tanıyordu. Tam iki yıldır. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musunuz? Üstelik şu anda akıl hastanesinde yatan arkadaşımız Arda hayalet bir kıza mı âşık oldu yani? Eğer hepimiz bir hayalin içinde yaşıyorsak, son çektiğimiz fotoğraflarda Zeynep’in aynı beyaz hırkasının bir parçasının o patikada olmasını nasıl açıklayabiliriz?’’ dedi. Burcu.

‘’Burcu hanım, sorun da bu zaten. Açıklayamıyoruz.’’ diye cevap verdi. Polis Memuru Selçuk!

‘’Zeynep’i uzun zamandır tanıyorum. İki yıldır üniversite kampüsünün her yerinde gördüğüm kız nasıl olur da üniversitenin kayıtlı öğrencisi olmaz? Sadece biz değil üniversitedeki birçok arkadaşımız onu gördü ve Zeynep’i tanıdıklarından hiç şüphem yok. Bunu hiç soruşturdunuz mu? Bir türlü aklım almıyor. Mutlaka bu işte bir terslik var. Tamam, 1960 öncesi fotoğraflardaki kız Zeynep’le aynı kişi gibi görünüyor. Ama belki de çarpıcı bir benzerlik vardır. İnsanların çift olarak yaratıldığına dair bir tabir vardır. Belki bu ifade doğrudur.’’ dedi. Berkant.

Bunun üzerine polis memuru Yavuz sert bir ifadeyle şunları söyledi:

‘’Bak delikanlı! Açıklamayan bazı tuhaflıklar yaşamışsınız ve şaşkınlığınızı anlıyorum. Tarikatlarda sapkın inançlara inanan gençlerden biri olup olmadığınızı anlamaya çalışıyoruz. Yoksa akıl sağlığı yerinde olmayan tehlikeli tipler misiniz? Henüz bunu bilmiyoruz. Üstelik bahsettiğiniz konuyu henüz detaylı araştıramadık ama iddia ettiğiniz gibi Eczacılık Fakültesi'nde Zeynep’i tanıyan ne bir öğrenci ne de bir öğretim görevlisi var. Diğer fakültelerde okuyan öğrencilerin bu kızı tanıyıp tanımadığını henüz bilmiyoruz. Ama yakında öğreneceğimizden emin olabilirsiniz. Ayrıca dediğin gibi öyle bir tabir var ama ikizler bile birbirine bu kadar çok benzemez.’’

‘’Memur bey, bunu lafın gelişi söyledim. Elbette insanlar birbirine bu kadar çok benzemez. Şaşkınlığımı mahzur görün. Ne yani şimdi biz tutuklu muyuz?’’ diye cevap verdi. Öfkeli sessiyle! Berkant.

  ‘’Tabii ki hayır! Var olmayan kayıp bir kız için mi sizi tutuklayacağız?’’ diye karşılık verdi. Alaycı gülümsemesiyle! Polis memuru Yavuz!

Burnundan soluyan Burcu o anda tek kelime etmeden polislere öfkeli bir yüz ifadeyle bakarken, ‘’Öyleyse artık gidebilir miyiz?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Henüz değil.’’ dedi. Tüm ciddiyetiyle! Polis memuru Yavuz!  

‘’Öncelikle polis arkadaşlarımızın kontrolünde hastaneye gideceksiniz ve bazı sağlık kontrollerinden geçirileceksiniz. Yarın öğleden sonra açıklanacak test sonuçlarına göre durumunuzu değerlendireceğiz.’’ diye devam etti.

‘‘Benim aklım başımda ve ben gayet sağlıklıyım. Dilediğiniz testi yaptırın umurumda değil.’’ dedi. Öfkeli sessiyle! Burcu.

‘’Burcu hanım, ben de öyle umuyorum. Bu arada test sonuçları açıklana kadar şehirden ayrılmak yok. Bu bir rica değil, bilmem anlatabildim mi?’’ diye yanıtladı. Polis memuru.

‘’Evet memur bey, bu gayet açıklayıcı oldu.’’ dedi. Öfkeli tavrıyla! Berkant.  

Parıltılı, yaldızlı resmi üniformaları içindeki iki polis memuruyla birlikte hastanenin yolunu tuttular. Tam hastanenin kapısının içeresinden gireceklerdi ki o sırada Burcu, sağ tarafındaki polis memuruna dönerek şöyle dedi:

‘’Memur bey! Keşke yaldızlı resmi kıyafetlerle gelmeseydiniz. Bakın insanlar nasıl da bize bakıyor. Sanki suçluymuş gibi! Bütün gözler bizim üzerimizde!’’

Bunun üzerine iki ayak üzerinde yürüyebilen gelişmiş yarı biyolojik bir yaşam formu gibi görülen polis memuru, tek kelime etmeden eliyle ’’Hadi yürü!’’ diye işaret etti.

Berkant ve Burcu, doktorların fiziki ve psikolojik muayenelerinin ardından kan tahlili gibi birçok teste tabi tutuldu. Hastanede yorucu ve uzun saatlerin ardından nihayet otelin sıcak odalarına döndüklerinde saat akşam 20:00’ı gösteriyordu. Otelde bir süre dinlendikten sonra akşam yemeği için dışarı çıktılar. Güzel ve gösterişli bir restorana gidip iyi bir akşam yemeği yedikten sonra oradan da İzmir gecelerinin ışıltısına kapılarak gençlerinin en uğrak mekânlarından biri olan Crazzy Live Music & Rock Bar’a gittiler.

Mekanın dış kapısından iç kapısına kadar uzanan dar ve uzun koridordan geçtiklerinde, Crazzy Rock Bar'da hafta boyu sahne alacak gösterişli rock gruplarının posterlerinin her iki taraftaki duvarlara yapıştırılmış olduğunu gördüler. En popüler Rock gruplarının hafta sonlarında sahne alacaklarının üzüntüsünü yaşasalar da bu akşam 23:00'te sahneye çıkacak grup hiç de fena değilmiş gibi görünüyordu. Kapının girişinde iki kişi vardı; biri bilet kesiyor, diğeri de mekâna girenleri kontrol ediyordu. Yaklaşık on kişilik kuyruk oluşturan insanların sonunda bekleyişlerini sürdürdüler. Nihayet sıra kendilerine geldiklerinde sevinçle mekâna girdiler. Barın kapı girişinin sağında küçük bir vestiyer ve oradan da kısa bir koridorun sonundaki bölümde Amerikan bilardo masası ve duvarlarda Rock müziğin ruhunu yansıtan ilginç tablolar vardı. Kapının solundaki koridordan geçerek barın iç kısmına doğru ilerlediler. Barın iç dekorasyonun oldukça ilgi çekiciydi. Gençlerin kaynayan kanlarının heyecan verici hissi, barın dekorasyonunda Bob Marley ve Alice Cooper gibi rock yıldızlarının fotoğraflarının ruhlarıyla uyum içinde karışıyor, adeta düşlerde çılgınca dans ediyorlarmış izlenimi veriyordu. Kapı girişinin sağ ve sol koridorlarının birleştiği yerde mütevazı ama oldukça kullanışlı müzik gruplarının harika şarkılarını söylediği bir sahne vardı. Sahnenin sol tarafında küçük bir DJ kabini ve hemen karşısında insanların gözüne olabildiğince görsel şölen sunan bar, müşterilerini tüm ihtişamıyla karşılıyordu. Geniş salona bakan barın üst kısmında yer alan mavi ve beyaz LED ışıklardan oluşan elektro gitar, sahneye çıkan sanatçıları selamlıyordu. Sahnenin önleri dans pistinden çok gençlerin ellerinde tuttukları bira şişeleriyle omuz omuza coşkuyla hoplayıp zıpladıkları harika bir alandı. Büyük salonun duvarlarında arka arkaya dizilmiş dört kişilik yüksek bar masaları mekanı çevreliyordu. Sahnenin hemen karşısında, bir uçtan diğer uca boylu boyunca uzanan açılır kapanır pencerenin arkasında, harika İzmir manzaralı geniş bir balkon vardı. Balkonda, arka arkaya ikişer sıra halinde dizilmiş masalar uzanıyordu ve soğuk havaya rağmen masaların neredeyse tamamı doluydu. Büyük salonun içinde siyah tişörtlü genç erkek ve kadın garsonlar etrafta dolaşıp insanlara mümkün olduğu kadar çok alkol satma derdine düşmüşlerdi çünkü ne kadar çok insan sarhoş olursa o kadar çok para demekti. Müşterilerinin bar personelini loş karanlığın içinde tanıması o kadar güç değildi. Siyah tişörtlerin arkasında büyük fosfor yeşili ile mekanın adı yazıyordu ve alkol ihtiyaç duyduğunda mutlaka bir garson hemen yanında bitiveriyordu. Özellikle gece on ikiden önceki saatlerde bar çalışanlarını ayırt etmek, gece karanlığında trafik polislerini uzaktan ayırt etmek kadar kolaydı.

Berkant ve Burcu barın büyük salonuna girdiklerinde The Cranberries Müzik Grubu’nun unutmaz şarkısı Zombie (Zombi) çalıyordu. Etrafa bakındıklarında barın ön tarafının oldukça kalabalık olduğunu ve içerideki tüm yüksek bar masalarının dolu olduğunu gördüler. Yanlarındaki siyah tişörtlü garson kız içeride oturacak yer olmadığını ama balkonda birkaç masanın boş olduğunu söyledi. Hemen bir uçtan diğer uca uzanan açılır kapanır pencerenin ortasındaki cam kapıya doğru ilerlediler. Balkonun sağ tarafındaki ön masalardan birine oturdular. Balkonda ısıtıcılar olsa da hava yine de soğuktu. Ama buna pek aldırış etmediler çünkü nasıl olsa birazdan ısınacaklardı. İki adet 50 cl’lik fıçı bira ve cips sipariş ettiler ve ardından koyu bir sohbete tutuştular. Canlı müziğin başlamasına da neredeyse bir buçuk saat kalmıştı. Barda her geçen dakika daha kalabalıklaşıyordu. Biralarını çabucak bitirmelerinin ardından ikişer shot whiskey ve tequila ile birlikte iki adet 50 cl’lik fıçı bira siparişi verdiler. İlk viski ve tekila shotlarını olabildiğince çabuk içen Berkant ve Burcu, havanın artık 15 dakika önceki kadar soğuk olmadığını fark etmeleri çok uzun sürmedi. Burcu yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle şöyle dedi:

‘’Tequila shot gerçekten iyi geldi. Yaşadığımız onca şeyin üzerine tequila shot gibisi yoktur.’’

‘’Benim tercihim her zaman viskiden yana olmuştur.’’ diye karşılık verdi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Berkant bey! Bence bu tartışmaya açık bir konu değil.’’ dedi. Kahkaha atarak. Burcu.

‘’Burcu, o değil de, polisler beni deli etti. Hiç göz açtırmadan gölge gibi peşimizden hiç ayrılmadılar ve rahatça onlara sövemedim bile!’’ dedi. Sırıtarak. Berkant.

‘’Al benden de o kadar.’’ diye yanıtladı. Gülümseyerek. Burcu.

‘’Polislerin işi bu, köpekbalıkları bulanık sularda kan kokusu aldıklarında asla avlarını geride bırakmazlar. Şimdi onları rahatça sövebilirsin.’’ diye devam etti.

‘’Hayır!’’ dedi. Kahkaha atarak. Berkant.

‘’Artık bütün sinirim geçti. O herifler için ne diye ağzımı şimdi bozacağım.’’ diye devam etti.

‘’İşin aslı polisin kendine göre geçerli sebepleri yok değil. Gerçekten de fotoğraflarda gösterdikleri kız tam olarak Zeynep'e benziyor. Diyelim ki polisler haklı, o zaman üç-dört gündür yaşadığımız korkunç olayların içinde o da vardı. Zeynep başından geçen korkunç olayları bize tüm detaylıyla anlattı ve eğer sürtüğün bize anlattığı korkunç hikâye muazzam bir tiyatro sahnesinden ibaretse o zaman Zeynep onlardan biri olabilir mi? Ya da 1960 öncesi fotoğraflardaki kızla Zeynep arasında inanılmaz derecede çarpıcı bir benzerlik olmasına rağmen tamamen farklı insanlardır. Günlerdir ikimiz de aynı halüsinasyonu görmediğimize göre aklıma bu iki ihtimalden başka bir şey gelmiyor.’’ dedi. Tüm Ciddiyetiyle! Burcu.

Bunun üzerine Berkant tek kelime etmeden bir sigara yaktı ve birkaç derin nefes çektikten sonra bira bardağının yanındaki viskiyi hızla tek dikişte içti ve şöyle dedi:

‘’Burcu umarım ikinci teorin doğrudur.’’

‘’Yani hangisi?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Şu benzerlik meselesi! Aksi takdirde bu tiyatro sahnesi sandığımızdan daha uzun sürecek gibi geliyor bana! Bu da işleri daha da korkutucu hale getiriyor.’’ diye yanıtladı Berkant.

‘’Ama fotoğraflardaki kızla Zeynep’in aynı kişi olduğuna hala inanmıyorum. Ne kadar da çarpıcı bir benzerlik olsa da inanmıyorum. Bilmiyorum. Belki de buna inanmak istiyorumdur. Zeynep ölü ya da diri bulunmadıkça akıllarda bu şüphe her zaman olacaktır.’’ diye devam etti.

‘’Haklısın! Ama bence neye inandığımızın bir önemi yok. İçimden bir ses bu işin henüz bitmediği söylüyor. Dikkatli olmalıyız.’’ diye karşılık verdi. Tedirginlikle! Burcu.

‘’Artık senin sezgilerine kesinlikle dikkate alacağımdan emin olabilirsin. Ama bunun bize ne faydası olur, işte bunu bilemem.’’ dedi. Berkant.

O anda Burcu, tekilayı tek dikişte hızlıca içtikten sonra şöyle dedi:

‘’Zeynep meselesi kafamı çok fena kurcalıyor. O eve geldiğimiz ilk gün yaşadığım korkunç anlardan sonra buradan hemen ayrılmamız gerektiğini söylemiştim. Ama şimdi ya da o zaman beni dinlemenin hiçbir anlam ifade etmediğini anlıyorum. Bilmem anlatabildim mi?’’

‘’Burcu, seni gayet iyi anlıyorum.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Eğer Zeynep sandığımız gibiyse, tam biz evden çıkmak üzereyken onun sık sık ve alışılmadık şekilde bayılması her şeyi açıklıyor bence. Ama bu ihtimalin doğru olmasını düşünmek bile istemiyorum.’’ dedi. Berkant.

‘’Ben de!’’ dedi. Alçak sesle! Burcu.

‘’Alışılmadık bir şekilde bayılmasından ziyade hiçbir şey olmamış gibi ayılmasından daha çok endişeleniyordum. Umarım kafamızdaki senaryonun aksine Zeynep ile 1960 yılında ölen kız arasında çarpıcı bir benzerlik vardır..’’ diye devam etti.

Bu sırada yaklaşık yarım saat önce sahneye çıkan Night Birds Rock Müzik Grubu, hareketli rock şarkılarıyla içeridekileri coşturuyordu. Sahnenin önünde çılgınca omuz omuza, yan yana hoplayıp zıplayan gençlerin eğlencesi görülmeye değerdi. Ama Berkant ve Burcu buna aldırış etmeden sohbetlerini sürdürmeye devam ettiler.

‘’Acaba Arda’nın durumu nasıl? Onun için çok endişeleniyorum. En yakın zamanda onu görmeye gitmeliyim.’’ dedi. Burcu.

‘’Ben de onun için çok endişeliyim. Tam da şimdi benim aklımdan geçenleri söyledin. Şu polis meselesini hallettikten sonra Arda’yı görmeye beraber gideceğiz. Ama…?’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Ama ne?’’ diye sordu. Merakla! Burcu.

‘’Söylemeye çalıştığım şey, o akşam Arda’nın ne kadar çok sarsıldığını gördük. Acaba şu anda Zeynep hakkında söylenen tuhaf söylentileri duymuş olsaydı kim bilir ne hale gelirdi. Bu onun için tam anlamıyla yıkım olurdu diye düşünüyorum.’’ diye cevap verdi. Berkant.

‘’Haklı olabilirsin ama Zeynep’i ondan daha iyi tanıyan kimse yoktu. Şu anda aklı başında olsaydı bize Zeynep hakkında tatmin edici bilgiler verebilirdi. Yani bu korkunç olaylar başımıza gelmeden önce davranışlarında bir tuhaflık olup olmadığını en iyi anlayabilecek kişi şüphesiz Arda’dan başkası değildir.’’ dedi. Burcu.

‘’Bu mümkün ama aşkın gözü gördür derler. Arda’nın ona sırılsıklam âşık olduğunu ikimiz de biliyoruz. Ayrıca Arda’yı biraz tanıyorsam Zeynep’in tuhaf davranışlarını mutlaka hisseder ve bana bundan bahsederdi. Burada neredeyse yaşanmış iki yıllık geçmişten bahsediyoruz. Bilmem farkında mısın? Boşa kürek çekiyoruz.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Sanırım haklısın. Bu olayların üzerine kafa patlatmaktan çok bunaldım.’’ dedi. Burcu.

‘’Biralarımız bitti bitecek. Birer tane daha söyleyelim mi?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Kafam oldukça çakır oldu. Ama küçük bir şişe birayla baş edebilirim.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Biralarımız geldikten sonra sahne önündeki insanlara katılıp bu grubu bir süre dinlemek istiyorum. Hem biraz da kafamız dağıtmış olur. Daha sonra da otele geri döneriz.’’ diye devam etti.

‘’Açıkçası ben de mantıksız ve tuhaf çıkarımlar yapmaktan yoruldum. Bu iyi olur.’’ dedi. Berkant.

Uzun bir bekleyişin ardından şişe biralar nihayet geldiğinde Berkant ve Burcu tüm masanın hesabını birlikte ödedikten sonra hızla masadan kalkıp içeri girdiler. Barın büyük salonu oldukça kalabalıktı ve zorlulukla sahnenin ön taraflarına doğru ilerleyişlerini sürdürdüler. İçeresi değişik tipte insanlarla doluydu. Kızıl ve yeşil uzun saçlı çekici hatunlar, uzun saçlı ve tuhaf sakallı adamlar salonun her tarafına dağılmıştı. Sahne önündeki gençler rock şarkılarının ritmine göre başlarını aşağı yukarı sallarken, yüksek bar masalarına yaslanan çiftler kimseye aldırış etmeden tutkuyla öpüşüyordu. Yüksek bar masaların etrafında dönen tutkulu öpücüklerden daha fazlası olduğunu söylemek abartılı olmazdı. Yani, çiftler birbirleriyle serotonin hormonu alışverişi yaparken, kendileri dışındaki herkesin sadece ellerinde tuttukları içkilerle ve grubun söylediği harika şarkılarla ilgileniyordu.

Burcu ve Berkant sahnenin sol hafif çaprazında müziğin ritmine göre hafifçe orada kendi hallerinde sallanıyorlardı. Night Birds Rock Müzik Grubu’nun solisti Nirvana’nın ‘‘Smells Like Teen Spirit (Ergen ruhu gibi kokuyor.)’’ şarkısını söylemeye başlayınca salondaki kalabalığın coşkusu her zamankinden daha da artmıştı. Burcu mutlulukla elinde tuttuğu bira şişesinden bir yudum içti ve şarkıyı yüksek sesle söylerken birkaç dakika öncesine göre daha hareketli sallanmaya başlamıştı. Şarkının coşkusuna kendini iyice kaptıran Burcu, arkadaşına dönerek yüksek sesle şöyle dedi:

‘‘Hiç kimse bu şarkıyı Nirvana’nın solisti Kurt Cobain'den daha iyi söyleyemez. Ama bu grup hiç de fena değil.’’

Berkant, Burcu’nun söylediklerinden tek kelimesini bile anlamayan bir yüz ifadesiyle, ‘’Ne? Seni duyamıyorum. Ne diyorsun?’’ diye yüksek sesle bağırdı.

‘’Diyorum ki bu müzik grubu harika!’’ diye yanıtladı. Burcu. Yüksek sesle bağırarak.

‘’Evet, evet!’’ dedi. Berkant. Heyecan dolu gülümsemesiyle!

Barın büyük salonundaki sahnede, müzik grubunun Davulcusu, Basçısı, Gitaristi ve Vokalisti yani grubun her bir üyesi, fenomenlerin en güçlüsü olan müziğin ruhunu kalplere taşıyordu ve gün yüzüne çıkardığı heyecan verici mutluluğun yerini hiçbir şey tutamazdı. Night Birds Rock Müzik Grubu, tüm zamanların en güzel rock şarkılarını birbiri ardına tutkuyla seslendirerek rock müziğin ruhunu insanların kalplerine nüfus ediyordu.

‘’Linkin Park - What have done?’’

(Ne yaptın?)

‘’Nickelback - How you remind me?’’

(Bana nasıl hatırlatırsın?)

 ‘’Accept - Can't stand the night.’’

(Geceye dayanamıyorum.)

‘’Green Day - Know your enemy.’’

(Düşmanını tanı!)

‘’Metallica - The Unforgiven.’’

(Affedilmeyen!)

Bu harika şarkıları dinledikten sonra Burcu ve Berkant bardan ayrılarak yoldan çevirdikleri taksiye binerek otellerine döndüklerinde saat gece 02:00’yi gösteriyordu. Sallanarak yataklarına doğru yürürlerken geçen zamanla yataklarına uzanıp derin bir uykuya dalmalarından geçen zamandan daha uzundu. Öğle saatlerinde uyanıp dün gittikleri aynı kafeye giderek kahvaltı yaptılar ve polislerden gelecek haberleri beklediler. Ama gün boyunca polisten ne bir arama ne de mesaj gelmişti. Ertesi gün ve bir sonraki gün de polisten yine hiçbir haber yoktu. Üç gün geçmişti ama kontrolden geçtikleri kahrolası hastaneden çıkacak olan raporlar ve test sonuçlarından hiçbir iz yoktu. Dördüncü günün öğle vakitlerinde Berkant ve burcu öfkeyle karakolun yolunu tutular. Karakola girer girmez hızla danışmanın ofisindeki birkaç üniformalı polis memuruna doğru ilerlediler. Berkant içindeki öfkeyi dizginlemeye çalışırken aslında Burcu’nun da ondan hiçbir farkı yoktu. Ama böyle durumlarda Burcu ne kadar sinirlense de başını belaya sokmayacak kadar nazik konuşma becerisine sahipti. Bu nedenle aralarındaki anlaşma gereği polisle tüm konuşmayı Burcu yapacaktı.

‘’Merhaba!’’ dedi. Burcu. Güler yüzlü, sakin ve tatlı bir dille!  

‘’Ne var bayan! Sorun nedir?’’ diye yanıtladı. Polis memuru! Sert bir üslupla!

‘’Sorun şu ki, dört gündür bu şehirden ayrılamıyoruz. Çünkü başımızdan korkunçlar olaylar geçti ve bunun üzerine polis memurlarınızdan Selçuk ve Yavuz beylerin talimatları doğrultusunda şehirden ayrılmama konusunda bizi uyardı. Üstelik bu uyarı bize oldukça ciddi gibi geldi.’’ dedi. Burcu. Anlaşılmaz bir gülümsemeyle!

‘’Nasıl yani! Anlamadım.’’ diye karşılık verdi. Polis memuru!

‘’Şöyle ki, yaşadığımız korkunç olaylar sırasında arkadaşım Zeynep Karagöl civarında bir yerde kayboldu. Ama bize arkadaşımız Zeynep’in, aslında 1960 yılında trajik bir trafik kazasında öldüğünü söylediler. Yani Zeynep arkadaşımız tatilimizde yanımızda değildi. Orada birlikte çektiğimiz fotoğrafları göstermemize rağmen Zeynep adında kimse yoktu. Çünkü o zaten yıllar önce ölmüştü. Ayrıca Zeynep’in erkek arkadaşı Arda, buradaki hastaneye kaldırıldı ve buradan da İstanbul’daki akıl hastanesine sevk edildi. Polis memurlarınız Selçuk ve Yavuz bizim akıl sağlımızın yerinde olmadığı şüphesiyle polis kontrolünde hastane gittik ve bize bazı testler yapıldı. Bu test sonuçlarının bir gün içinde çıkması gerekiyordu ama üzerinden üç gün geçti ve hala test sonuçları ve doktor raporları çıkmadı. Buradan hemen ayrılmak istiyoruz ama elimiz kolumuz bağlandı.’’ dedi. O tatlı gülümsemesiyle! Burcu.

Polis memuru, Burcu’nun uzun konuşmasını sabırla ve sakin bir tavırla dinledikten sonra şöyle dedi:

‘’Tamam, şimdi biraz bekleme odasında oturun. Biz, sizi birazdan döneceğiz.’’

‘’Elbette, memur bey! Zaten günlerdir bekliyoruz. Sanırım birkaç dakika daha bekleyebiliriz.’’ diye karşılık verdi. Burcu. Az öncekinden pek de farklı olmayan, o tatlı bir gülümsemeyle!

Bunun üzerine Burcu ve Berkant’ın bekleme salonundaki koltuklara doğru ilerlerken polis memuru arkalarından sinirli bir şekilde onlara bakıyordu.

‘’Nasıl konuştum ama…?’’ dedi. Burcu. Yüzündeki anlaşılmaz ifadeyle!

‘’İnanılmaz bir kızsın. Bayılıyorum sana!’’ diye karşılık verdi. Gülerek. Berkant.

‘’Ayrıca yüzündeki sinir bozucu gülümsemenin dışında son derece başarılıydın.’’ diye devam etti.

‘’Biliyorsun ki, insanların sinirlerini bozmakta üstüme yoktur.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Sanırım, bunu benden daha iyi bilen yoktur. Bu arada oldukça sakin ve alaycı bir tavırla konuştun. Umarım birkaç gün daha burada beklemek zorunda kalmayız.’’ dedi. Sırıtarak. Berkant.

‘’Endişelenme Berkant! O kadar uzun süreceğini sanmıyorum. Çünkü şu anda bizi tutuklamadıkları, akıl hastanesine yatırmadıkları sürece, kahrolası karakolun kapısından çıktığımda Ankara'ya dönmemi kimse engelleyemez.’’ dedi. Tüm ciddiyetiyle! Burcu.

Bu sırada onlara doğru yaklaşan bir polis memuru Berkant ve Burcu’nun küçük sohbetlerini bozarak, ‘‘Derhal danışmanlığa gitseniz iyi olur.’’ dedi.

‘’Sonunda!’’ diye yanıtladı. Kendi kendine Berkant. Mutlulukla!   

Oturdukları koltuklardan hızla kalkarak danışmanlığa doğru ilerlediler ve danışmanlığın önüne geldiklerinde az önce konuştukları aynı polis memuru ciddi ve sakin bir tavırla şöyle dedi:

‘’Dün sabah saatlerinde doktor raporları ve tahlil sonuçları arkadaşlarımıza ulaşmış ve şu anda herhangi bir sorun görünmüyor. Artık gidebilirsiniz.’’

Bu sırada Berkant’ın sol ayağı istemsizce sinirden titrerken, Burcu tek kelime etmeden kısa süreliğine polis memuruna manalı şekilde baktı ve Berkant’la birlikte hızla oradan ayrıldı. Karakolun kapısından çıktıklarında Berkant, ülkedeki tüm devlet hastanelerine ve polis karakollarına tek tek sayarak sövmeye başladı. Bir süre sonra Burcu gülümseyerek arkadaşına baktı ve ‘’Rahatladın mı bari?’’ diye sordu.

‘’Evet, mümkün olduğu kadar sanırım’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Şunlara bak, kaç gündür burada tedirginlikle bekliyoruz ve dün sabah saatlerinde doktor raporları ellerine ulaşmasına rağmen bize haber bile vermediler. Sanırım bu ülkede delirmek için korkutucu olaylar yaşamamıza hiç gerek yok.’’ diye devam etti.

‘’Ben de bu şehirden ayrıldığımda kesinlikle rahatlayacağım’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Yaşadığımız tüm bu olayları düşündüğümde polisin işe yaradığı tek şey aküsü boşalan kiralık arabayı şehir merkezine kadar getirmeleri oldu.’’ dedi. Öfkeyle! Berkant.

‘’Bu iyi bir şey! En azından bunu yapabilecek beceriye sahipler. Her neyse hemen otele dönüp Ankara yolculuğu için uçak bileti bulmam lazım.’’ diye karşılık verdi. Burcu.  

 Otele döndüklerinde hemen çok da fazla olmayan eşyalarını toparladılar. Burcu akşam 22.00’de Ankara'ya uçak bileti bulabildiği için kendini şanslı sayarken Berkant, önce Eskişehir’e gidip kiralık arabayı iade edip ardından İstanbul’daki arkadaşının yanına gitmeyi planlıyordu. Havanın kararmasına birkaç saat kalmıştı ve ayrılma zamanının geldiğini anladıklarında birbirlerine sarılıp hüzünle vedalaşmalarının ardından yolculuğa koyuldular.

 

 

ALTINCI BÖLÜM

ÜRPERTİCİ HASTANE KORİDORLARI

 

 

İ

Zmir’den farklı şehirlere dönmelerinin üzerinden neredeyse iki ay geçmişti. Yılsonuna kadar fakültelerindeki kayıtlarını dondurmalarının ardından Burcu Ankara’da yaşamını sürdürürken Berkant da İstanbul’da ailesiyle birlikte kalmaya başlamıştı. Arkadaşlarının ziyaretinden iki hafta sonra durumu kötüleşen Arda, akıl hastanesinin en ağır hastalarının tutulduğu bölümlerden birine nakledilmişti. Polis de bu kafa karıştırıcı tuhaf olayın gizemini çözemeyeceğini anlayınca dosyayı tamamen kapattı ve birkaç muhabirin ısrarlarına rağmen Berkant ve arkadaşlarının yaşadığı korkunç olaylar ana akım medyada hiç yer almadı çünkü olaylar haber değeri olamayacak kadar saçma görülmüştü.

‘’Var Olmayan Kayıp Kızın Gizemi!’’ başlıklı haber İzmir'de bazı yerel gazetelerin orta sayfalarında sadece küçük bir kutucuğun içinde kendine yer bulmuştu. Burcu ve Berkant, yaşadıkları korkunç olaylar nedeniyle medyanın gözdesi olamadıklarından oldukça memnun görünüyorlardı. Çünkü son zamanlarda televizyon ekranlarında mantar gibi türeyen medya maymunlarından biri olmak onlar için korkutucu bir şeydi. İstedikleri tek şey yaşadıkları sarsıcı olayı tamamen unutmak ve arkadaşlarının sağlığına kavuşmasıydı. Nisan ayının ilk haftasında Ankaralıları sağanak yağışlı yağmurlu bir hava karşılamıştı. Tüm hafta boyunca süren sağanak yağmur baharı müjdelese de yine de hiç karartıcı günler bir birini kovalamıştı. Haftanın son günü öğleden sonra evinin salonundaki kanepede oturup çayını yudumlayan Burcu, arkadaşı Berkant’ı arayarak birkaç gün sonra Arda’yı ziyaret etmek için İstanbul’a geleceğini söyledikten sonra kendisiyle gelip gelmeyeceğini sordu. Berkant’ın olumlu yanıt vermesinin ardından Burcu’nun yüzünde arkadaşının göremediği tatlı bir gülümseme belirmişti.

Hafta içinin bir gününde Burcu’nun uçağı güneşli bir İstanbul havasında sabah saat 08.00’de havalimanına inmişti. Havaalanından uzun bir otobüs yolculuğunun ardından nihayet Taksim'deki oteline ulaştı ve Burcu, odasında birkaç saat dinlenmesinden sonra öğle saatlerinde Taksim Meydanı’ndaki Metro durağının yanındaki banklara oturup arkadaşını beklemeye koyuldu. Burcu, son on dakikadır oturduğu bankta heyecanla etrafına bakınırken, Taksim Anıtı’nın arkasından beliren insanların arasından kendisine doğru gelen sıcak bir gülümseme gördü. Kendisine hızla yaklaşan gülümsemenin ardındaki kişinin Berkant olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Metro durağının yanındaki alanda bir süre özlemle birbirlerine sarılmalarının ardından çevredeki en yakın kafeye giderek kahve siparişlerini vermelerinden sonra koyu bir sohbete tutuştular.

‘’Seni tekrar görmek çok güzel! Umarım iyisindir.’’ dedi. Tatlı gülümsemesiyle! Burcu.

‘’Ben, gayet iyiyim. Seni görmek de çok güzel Burcu. Seni en son gördüğümde Arda’yı ziyaret etmek için hastaneye gitmiştik ve o günden daha iyi göründüğünü söyleyebilirim.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Teşekkürler! Berkant, o günlerde yaşadığımız olayların etkisini üzerimden atamıyordum ve o zamanlar her şey çok tazeydi. Kendimi toparladım ve şimdi çok iyi durumdayım. Ama bunu Arda için söylemeyeceğim. O gün kendisini ziyarete gittiğimizde durumunun iyi olduğunu, hatta hastane bahçesinde diğer hastalarla birlikte özgürce yürüyebildiğini uzaktan görebiliyorduk. Üstelik kendisi ile biraz konuşma fırsatımız da olmuştu. Ama iki hafta önce doktoruyla konuştuğumda durumunun her geçen gün daha da kötüye gittiğini öğrendim. Ne yazık ki aylar önce onu hastanenin en ağır hastalarının tutulduğu bölümlerden birine naklettiler. Arda’nın doktorunu büyük zorluklarla ikna ederek bugüne randevu alabildim.’’ dedi. Burcu. Hüzünlü dolu gözleriyle!

Berkant derin bir iç çekerek, ‘’Ah Arda, dostum!’’ diyerek sözlerine şöyle devam etti:

‘’Ben de bu aralar Arda’yı ziyarete gitmeyi düşündüğüm sıralarda geçenlerde sen aradın ve şimdi birlikte gitmemiz iyi olacak. Peki, randevu saat kaçtaydı?’’

‘’Öğleden sonra saat 14:00 ile 16:00 arası! Ama bu ziyaret düşündüğünden çok daha kısa olacaktır.’’ diye karşılık verdi. Burcu. 

 ‘’Evet, bunun farkındayım. Ama bir dakika bile olsa dostumu görmek istiyorum.’’ dedi. Berkant.

‘’Ben de!’’ diye yanıtladı. Burcu.

Kısa bir sessizliğin ardından kahvesinden bir yudum alan Burcu, arkadaşına baktı ve tüm ciddiyetiyle şöyle dedi:

‘’Berkant, gerçekten iyi misin?’’

‘’Elbette iyiyim.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Hayır, hayır! Bana kalırsa, hiç de iyi görünmüyorsun. Sanki günlerce uyumuyormuşçasına berbat görünüyorsun.’’ dedi. Endişeli sesiyle! Burcu.

 Berkant bir süre duraksayarak masanın üzerindeki kahve fincanına boş gözlerle bakmasının ardından alçak sessiyle şöyle cevap verdi:

‘’Burcu, işin aslı son zamanlarda çok kötü kâbuslar görmeye başladım. Geceleri uyuyamıyorum. Bazı geceler uyuyabilmek için uyku hapları bile aldığım oluyor. Sadece sabahları saat 08:00’den sonra birkaç saat uyuyabiliyorum.’’

‘’Peki ya, rüyaların da ne görüyorsun?’’ diye sordu. Endişeli sesiyle! Burcu.

‘’Bunu bilmek istemezsin.’’ diye yanıtladı. Alçak sesle Berkant.

‘’Bilmek istemediğimi de nerden çıkardın. Elbette bilmek istiyorum. Berkant, lütfen anlat bana. Belki yapabileceğim bir şey vardır.’’ dedi. Burcu.

‘’Burcu, ne yapabilirsin ki? Unut gitsin!’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Eğer kâbuslarında Freddy Krueger’ı görmüyorsan sana yardımcı olabileceğimden şüphen olmasın.’’ dedi. Gülümseyerek. Burcu.

‘’işte bu komikti. Daha önce yapmış olduğum esprilerimin ne kadar berbat olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Hey, bunu seni yargılamak için söylemedim. Sadece seni biraz neşelendirmek için küçük bir şakaydı. Şimdi bana neler olduğunu anlat bakalım. Çünkü yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorum. Ayrıca sinirlendiğimde tatlı bir kız olmadığımı hiç kimse senin kadar iyi bilemez.’’ dedi. Tüm ciddiyetiyle! Burcu.

‘’Doğru dedin. Hiç bilmez miyim?’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Tamam, tamam! Anlatacağım. Sen kazandın.’’ diye devam etti.

‘’Berkant, bunun kazanıp kazanmamakla alakası yok. Sadece bana neler olduğunu anlat. Hadi ama şimdi seni dinliyorum.’’ dedi. Burcu tüm kararlılığıyla!

Berkant konuşmasına ‘’İki gün önce gördüğüm kâbus hem tuhaf hem de korkutucuydu.’’ diye başladı.

‘’Karanlık bir odanın içindeydim. Birden bire önümde beyaz elbiseli, uzun düz sarı saçlı, yüzü zar zor görülebilen çok güzel bir kız belirdi ve tatlı gülümsemesiyle bana bakıyordu. Tam ortamızda tek bir beyaz gül vardı. Büyülenmişçesine o beyaz gülden gözlerimi alıkoyamıyordum. Gözlerim ona sabitlenmiş bir şekilde o güle bakıyordum. Birden tavandan beyaz gülün üzerine doğru yavaş yavaş kan damlamaya başladı. Çok geçmeden beyaz gül kıpkırmızı olmuştu ve tavandan damlayan kanın şiddeti o kadar arttı ki, gülün etrafı küçük bir kan gölüne dönüşmüştü. Küçük göletten taşan kanlar ayakuçlarıma kadar ulaştığında birden başımı yukarı kaldırıp o kıza doğru baktığımda öyle bir dehşete düşmüştüm ki o anda avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Ama karanlıktaki belli belirsiz gölgelerin arasındaki çığlıklarım hiç olmadığı kadar sessizdi. İlk başta gördüğüm kızın yüzü pek belli olmasa da yine de çok güzel görünüyordu. Artık onu açıkça görebiliyordum. Ama kızın eski görünümünden eser kalmamış, çok çirkin ve korkutucu bir hale bürünmüştü. Beyaz elbisesi tamamen çamura bulanmış, kuru, parlak sarı saçları tamamen ıslak koyu sarıya dönmüştü ve o anda kapkara gözleriyle sinsi bir gülümsemeyle bana bakıyordu. O çirkin yüzündeki sinsi gülümsemesiyle bana bakarken kalbim her zamankinden daha hızlı atıyordu ve birden kan ter içinde sabaha karşı uyandım.’’ dedi. Berkant.

‘’Vay canına!’’ dedi. Şaşkınlıkla! Burcu.

‘’Rüya gerçekten tuhaf olduğu kadar korkutucuymuş da!’’ diye devam etti.

‘’Evet öyle! Ama bu sadece rüya ile sınırlı kalmadı.’’ diye karşılık verdi. Berkant.

‘’Nasıl yani! Dahası da mı var?’’ diye sordu. Tedirgin dolu yüz ifadesiyle! Burcu.

‘’Aslına bakarsan evet!’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Sabah bu kâbustan uyandıktan sonra gün boyu evde ve sokakta rüyalarımda gördüğüm olayları küçük sekantlar halinde halüsinasyona uğratmaya başladım. Tüm bu görüntülerin halüsinasyon olduğunu anlamam uzun sürmedi. Daha sonra bu halüsinasyonlar kesildi ve artık hiçbir şey görmüyorum.’’ diye devam etti.

‘’Rüyanın seni ne kadar etkilediğini görebiliyorum. Sanırım bu yüzden bazı halüsinasyon görmüşsün. Nasıl olsa birazdan hastaneye gideceğiz. Eğer istersen Arda’nın doktoru Ebru Hanım ile bu olayları konuşup ondan tavsiye alabiliriz.’’ diye karşılık verdi. Endişeyle! Burcu.

‘’Ne yani! Bu şaka mı şimdi?’’ dedi. Öfkeli sesiyle Berkant.

‘’Berkant, ne şakası? Ben gayet ciddiyim. Kızmana hiç gerek yok. Ebru Hanım’dan biraz tavsiye alabiliriz diye düşündüm. O kadar!’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Burcu, endişelenme hiç gerek yok. Ben gerçekten iyiyim. Bu arada randevumuza gecikeceğiz. Hadi artık kalkalım.’’ dedi. Berkant.

Bunun üzerine Berkant ve Burcu hızla Taksim Metrosu girişine doğru ilerlediler. Trenin gittiği yönünün son istasyonda inip aktarmalı metroyu kullanarak İncirli durağında indiler. Oradan da kısa bir otobüs yolculuğun ardından akıl hastanesinin ana giriş kapısına ulaştıklarında saat öğleden sonra 14:30’u gösteriyordu.

Hastanenin son derece sinir bozucu geniş ana kapı girişinden içeri adım atar atmaz, içeride soludukları havanın bile daha önce hissettiklerinden farklı olduğunu fark etmeleri uzun sürmemişti. Yeşilliklerle çevrili geniş bir arazi üzerinde yer alan binaların kapalı kapılar ardındaki, durumlarına göre kategorize edilmiş hastalara gizemli tedavi süreçlerinde yardımcı olan psikologların, psikiyatristlerin, hemşirelerin ve hademelerin, zamanı ölçen anlamsız dakikalar içinde geçen heyecan dolu günün olağan koşturmacaları aslında bir önceki günden farklı değildi. Aslında burası milletvekillerinden oluşan bir parlamentoya ya da ülkedeki herhangi bir kuruma benzemiyordu. Binlerce metrekare alan üzerine kurulu hastanede ülkenin en seçkin manyaklarının ve şehrin kargaşasından bunalan zihinlerin tedavi edildiği sıra dışı bir yerdi. Hastane dışında yaşayanlar arasında en manyak vatandaşın bile psikiyatristlerden daha normal görüldüğüne dair pervasız hikâyeler saçma görünse de, bu tüyler ürpertici hastanede birkaç saat geçirmek saçma düşüncelere dalmak için yeterli sebep gibi görünüyordu. Berkant ve Burcu, hastanenin ana girişinden başlayıp yerleşkenin iç kısımlarına doğru uzanan uzun araba yolundaki kaldırımda sohbet ederek hızlı adımlarla yürürlerken Berkant birden duraksayarak tedirginlikle şöyle dedi:

‘’Bu hastaneye her geldiğimde ürperiyorum. Etrafta dolaşan kedilerin ve ağaç tepelerinde şakırdayan kuşların dışında burada hiçbir şeyin normal olmadığı hissine kapılıyorum.’’

‘’Hadi ama Berkant! Buraya daha önce sadece bir kez geldin ve çok az vakit geçirdin. Şimdi buraya ilk defa geliyormuşsun gibi düşün. Burası bir akıl hastanesi, kendini kötü hissetmen çok doğal. İşin aslı buradan ben de pek hoşlandığımı söyleyemem doğrusu ama önemli olan arkadaşımızın yanında olmak ve bunun dışında hiçbir şeyin önemi yok.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Öyle ama yine de buradan ne kadar çok ürperdiğim gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik ağaç tepelerinde mutlulukla şakırdayan kuşların akıl sağlığından da kaygı duyuyorum değil. Şehir de o kadar güzel milli parkalar varken akıl hastanesinin bahçesinde ne işleri var anlamış değilim.’’ dedi. Berkant.

Bu sözlerin ardından Burcu uzun bir süre güldü ve yüzünde uzun zamandır görülmeyen bir mutluluk ifadesi belirdi ve Berkant’ın kolunu neşeyle çekiştirerek, ‘’Hadi, yürü artık!’’ diyerek çıkıştı. Her ikisi de kısa bir süre tek kelime etmeden yürüdükten sonra Burcu tatlı gülümsemesiyle şöyle dedi:

‘’Tamam, hastane bahçesindeki ağaçlarda şakırdayan kuşlar hakkındaki alışılmadık düşüncelerini gayet iyi anlayabiliyorum. Peki ya, kedilere ne demeli!’’

‘’Beklenmedik şekilde bugün espri anlayışın ve neşen oldukça yerinde!’’ dedi. Gülümseyerek. Berkant.

‘’Lütfen bana kedilerden bahsetme! Eskiden kedileri gerçekten çok severdim. Ama yaşadığımız korkunç deneyimlerden sonra artık onları görmeye bile dayanamıyorum.’’ diye devam etti.

Burcu’nun her zamanki gibi aniden değişen yüz ifadesi yeniden ortaya çıktı ve neşeli ifadesi aniden kaybolup yerini beklenmedik derecede ciddi bir ifadeye bıraktığında, tüm ciddiyetiyle şunları söyledi:

‘’Seni yeniden görmek neşemi yerine getirdiğini söyleyebilirim. Ama o gece bizim gördüğüm şeyler kediler değildi. Bunu her ikimiz de biliyoruz. Bu yüzden kedileri suçlamak hem anlamsız hem de ahmaklıktan başka bir şey değildir.’’

‘’Elbette öyle! Haklısın ama sanırım kendimi yanlış ifade etmiş olabilirim. Aslıda kedilerin bana o geceki o korkunç varlıkları hatırlattığını söylesem daha doğru bir ifade olurdu. Kediler masum ve dost canlısı hayvanlar olsa da bu yine de kedilerden mümkün olduğunca uzak durmak istediğim gerçeğini değiştirmiyor.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Her neyse, bence bu anlamsız tartışmayı bırakmalıyız, yoksa geç kalacağız. Acele etsek iyi olur.’’ dedi. Burcu.

En ağır hastaların tutulduğu üç ayrı bloktan oluşan binaların girişine vardıklarında, kavşakta yer alan A, B ve C Bloklardaki binalardan oluşuyordu. Kavşağın sol tarafında yolun sonuna kadar devam eden C bloktaki bina diğerlerine göre daha büyüktü. Arda’nın tedavi gördüğü hastane de A Bloğundaki binaydı.

Berkant’ın akıl hastanesinin ana girişine girdiği anda başlayan gerginliği, gidecekleri binaya yaklaştıkça daha da çok artmıştı ve nihayet A bloktaki binanın bahçesinin önüne geldiklerinde üzerindeki gerginliği doruğa ulaşmıştı. Aslında Burcu’nun arkadaşından hiçbir farkı yoktu ama o bunu belli edemeyecek kadar soğukkanlıydı. Yerleşkenin içindeki tüm binalar herkesin gözüne aşina olduğu hastanelerden çok sıra dışı apartmanlara benziyordu. Hastanenin kapısından içeri girdiklerinde, kapı girişinin hemen solunda danışmanlık bürosu, tam karşılarında dört kişilik küçük bir asansör ve asansörün yanında üst katlara çıkan geniş basamaklı bir merdiven vardı. Berkant ve Burcu’yu orta yaşlarda kumral uzun siyah saçlı ve gözlüklü huysuz bir kadın karşıladı. Kadın önce kısa bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra her birine birer ziyaretçi formu uzattı. Son derece sıkıcı ve uzun ziyaretçi formunu doldurmalarının ardından danışman kadın, onları hastaneye kabul kaydını yaptığı süre neredeyse akıl hastanesinin ana giriş kapısından buraya kadar yürüdükleri mesafedeki geçen süreden daha fazlaydı. Nihayet tüm prosedürler tamamlandığında kadın, kalın çerçeveli gözlerinin ardındaki statik bakışında sanki daha önce hiç gülümsememiş gibi bir yüz ifadesiyle ziyaretçi kartlarını Berkant ve Burcu'ya uzattı. Ziyaretçi kartlarını alır almaz hemen asansöre doğru yürüdüler ve asansöre bindiklerinde Berkant arkadaşına dönerek, ‘’Burcu, danışman kadının eşsiz gülümsemesine bayıldım doğrusu!’’ dedi.

‘’Burada hastaların dışında hiç kimsenin gülümseyebileceğini sanmıyorum.’’ diye yanıtladı. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

Dördüncü kata çıktıklarında apartman kapılarına benzeyen çelik kapıların üzerinde yazılı olan altı ve yedi numaralar birbirine karşılıklı olarak bakıyorlardı. Hastanede çalışan psikiyatristlerin, hemşirelerin ve hademelerin kendilerine ait bu kapıları açan anahtarları vardı ve tüm çalışanlar diledikleri gibi bu kapılardan içeri girer girmez hemen kapıları sıkıca kilitliyorlardı. Hem de her defasında! Her kim olursa olsun, ister içeriden, ister dışarıdan girilip çıkılsın, herkes hep aynı eylemi gerçekleştiriyordu. Aslında bu, korkutucu olayların yaşanmaması için alınmış basit bir önlem gibi görünüyordu. Berkant, asansörün hemen solundaki altı numaralı çelik kapının yanındaki zili birkaç kez çaldı ve onları uzun boylu, geniş omuzlu, sert mizaçlı, sade beyaz giysili bir adam karşıladı. Adam o kadar sert görünümlüydü ki Burcu’nun sert mizacı bu adamın yanında hiçbir şeydi. Kapının eşiğinde adam sert bakışlarıyla onlara doğru bakarken, Berkant anlamsız şekilde olabildiğince hızlı davranarak önce elindeki ziyaretçi kartını gösterdikten sonra adamın tek kelime etmesine izin vermeden şöyle dedi:

‘’Arda arkadaşımızı ziyarete ve Doktor Ebru Hanım ile arkadaşımız hakkında görüşmeye geldik.’’

Adam hiçbir şey söylemeden eliyle içeri gir işareti yaptı ve kapıyı sıkıca kilitledikten sonra alçak sessiyle, ‘’Lütfen burada biraz bekleyin ve sessiz olun!’’ dedi.

Berkant ve Burcu endişeli gözlerle etrafa bakıntılar. Kapı girişinin sağ tarafında hemşirelerin bulunduğu bir bölüm vardı. Bu bölümden arka tarafa doğru giden kısa koridorun sonunda bir odaya açılıyordu. Bu bölümün girişinde hemşirelerin yanında gri üniformalı erkek ve kadınlar endişeli ifadelerle birbirleriyle konuşuyorlardı. Hemşirelerin bulunduğu bölümden karşı duvara kadar düz ve uzun bir koridor uzanıyordu. Karşı duvara uzanan bu uzun koridorun sağ tarafında bazı odalar vardı ve odaların muhtemelen kilitli olduğuna hiç şüphe yoktu. Ayrıca koridorun içinde oturulacak yer olmadığı gibi dışarı bakan pencereler de yoktu. Odanın duvarları ve tavanı beyaza boyanmış, zemini de beyaz mermer taşlarla döşenmişti. Odanın her yeri hemşirelerin giydiği üniformalardaki renkle aynıydı. Ama hasta bakıcıların kasvetli kıyafetleri dışında her şey bembeyazdı. Gri üniformalı iki adam dışarıdan telaşla odaya girdi ve adamlardan birinin elinde kelepçeye benzer bir kemer vardı. Adamlar hızla hemşirelerin bulunduğu bölüme doğru yürüdüklerinde oradaki hemşirelerle hararetli bir şekilde konuşmaya başladılar. Muhtemelen dışarıdan bakıldığında bu adamlar hasta bakıcılardı. Bilirsiniz popüler bir barın girişine gelip sert görünüşlü, korkutucu ve sinir bozucu iki gardiyanla karşılaştığınızda bir anda tüm hevesinizi kaybedersiniz. İşte, hasta bakıcı üniformaları dışında her şeyleriyle tam olarak bu tip adamlara benziyorlardı.

Deli gömleği giymiş hastaların çoğu, uzun koridorun beyaz duvarlarının kenarlarına yaslanmış, boş boş etrafa bakarak hareketsiz duruyorlardı. Kimisi kendi kendine konuşarak koridorda çok hızlı yürürken, kimisi de koridorun bir ucundan diğer ucuna çılgınlar gibi koşturuyorlardı. Koridorun beyaz duvarları arasındaki kargaşada bazı hastaların korkunç çığlıkları ve kahkahaları onları sarssa da Burcu sakinliğini koruyarak sessizce beklerken, Berkant oldukça tedirgin görünüyordu. Ama her ikisi de farkında olmadan kapı girişinden biraz daha uzaklaşarak hemşirelerinin bulunduğu bölüme doğru sokulmuşlardı. Aslında, koridor o kadar uzun ve genişti ki hastalardan olabildiğince uzaktaydılar. Kameraların yanı sıra gri üniformalı bazı hasta bakıcılar da hastaları gözlemliyor ve olağandışı bir durumda her an müdahale etmeye hazır durumdaydılar. Her ikisi de tedirginlikle olan biteni soğukkanlılıkla izlediği sırada o an akıllarından geçen düşüncelerin hemen hemen aynı olduğu yüz ifadelerinden anlaşılıyordu. Berkant ve Burcu’nun tedirgin dolu bekleyişlerinin sonunda kilitli dış kapının açılmasıyla birlikte son bulmuştu.

Berkant ve Burcu, Doktor Ebru Hanım’la kısa bir selamlaşmalarının ardından Burcu kaygıyla şunları söyledi:

‘’Arda’nın durumu gerçekten çok mu kötü? İyi olacak mı? Onu en son hastane bahçesinde gördüğümde bana telefonda bahsettiğiniz kadar kötü görünmüyordu. Çok kısa da olsa arkadaşımızı görmek istiyoruz.’’

‘’Arda’yı tedavi edebilmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Ama maalesef tedaviye yanıt vermiyor ve durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Zaman zaman sinir krizleri geçiriyor ve iki gün önceki durumu da çok ağırdı. Üzgünüm. Onu şuanda görmenize izin veremem çünkü sizi fark ederse yeniden sinir krizi geçirebilir. Zaten annesi ve babası dışında kimsenin onu görmesine izin vermiyoruz. Hatta ailesine çok acil bir şey olmadığı sürece buraya gelmelerini önermiyorum.’’ diye yanıtladı. Doktor Ebru Hanım.

Bunun üzerine Burcu'nun gözleri yaşardı. Masum dolu gözlerle doktora bakarak içtenlikle şöyle dedi:

‘’Ebru hanım, biz de onun ailesi sayılırız. Üstelik sevgili arkadaşımı görebilmek için Ankara’dan geldim. Berkant’la birlikte zor günler geçiriyoruz. 5-10 dakika bile olsa o farkına varmadan uzaktan göremez miyiz?’’

‘’Lütfen!’’

Doktor Ebru Hanım bir süreliğine Burcu’nun içtenlikle bakan gözlerindeki saflığa bakmasının ardından düşündü, düşündü ve tekrar düşündü. Daha sonra şu cevabı verdi:

‘’Pekâlâ, sadece 10 dakika!’’

‘’Şimdi biraz burada bekleyin, size eşlik etmesi için bir arkadaşımı yönlendireceğim.’’ diye devam etti.

Berkant ve Burcu mutlulukla doktora uzun süre teşekkür ettikten sonra Ebru Hanım tatlı gülümsemesiyle oradan ayrıldı. Yaklaşık 15 dakika sonra daha önce ilk kez karşılaştıkları o sert mizaçlı, beyaz üniformalı adam yanlarına gelerek, ‘’Hadi, gidelim!’’ dedi.

Berkant’ın beyaz üniformalı adamı ilk gördüğü andan itibaren pek hoşlanmadığı her halinden belliydi. Ama Burcu’nun adam konuşurken sağ gözünün istemsizce ve rahatsız edici derecede hızlı kırkmasından pek etkilenmişe benzemiyordu. O anda akılından neler geçtiğini kestirmek güçtü çünkü her zaman ki gibi o soğukkanlı görünüşündeki belli belirsiz yüz ifadesi belirmişti. Sakinliklerini koruyarak tek kelime etmeden sessizce adamı takip ettiler. Önce akıl hastanesinin rahatsız edici koridorundan çıktılar ve asansörün sağındaki geniş basamaklı merdivenlerden iki kat yukarı devam ettiler. Binanın iç koridorunun merdivenlerin sağındaki 10 numaralı çelik kapının önüne geldiler. Tam karşılarında da 11 numaralı başka bir çelik kapı daha vardı. Beyaz üniformalı adamın cebinden çıkardığı anahtarlığın üzerindeki birbirine bağlı çok sayıda anahtarın çıkardığı rahatsız edici şıngırtısı koridorda yankılanıyordu. Adamın doğru anahtarı bulması uzadıkça daha da çak geriliyorlardı ve nihayet adam kapıyı açtığında Berkant ve Burcu hastanenin farklı bir yerine adım atmanın heyecanı yaşasalar da aslında öncekinden pek farklı görünmüyordu. Yine her yer hiç karartıcı şekilde bembeyazdı. Her ne kadar beyaz renk insanların gözünde ferahlatıcı bir renk olarak görünse de aslında burada görülen her şey sanki aynadan geri yansıyan kasvetli bir yüzden daha fazlası değildi. Aslında akıl hastanesi koridorlarının birbirinden farklı olmadığını, tamamen farklı hastaların bulunduğunu anlamaları çok da uzun sürmeyecekti. Daha önce karşılaştıkları beyazlarla kaplı uzun koridorun aksine bu koridorda hiç hasta olmaması onları şaşırtmıştı. Beyaz üniformalı adamın arkasından uzun koridorun sonunda sağdaki köşeyi döndükten sonra başka bir uzun koridora girerek devam ettiler. Sessiz koridorlarda yürümeye devam ederken tekerlekli sedye üzerinde bir akıl hastasının kendilerine doğru geldiğini gördüler ve tekerlekli sedyenin yanında ve arkasında iki gri üniformalı adam vardı. Biri tekerlekli sedyenin arkasını tutarak hastayı beyaz mermer üzerinde yavaşça taşırken, bir diğeri de sedyenin sağ tarafından yavaşça yürüyerek onları takip ediyordu. Koridorun beyaz mermer zemininde yuvarlanan sedye tekerleklerinin son derece sinir bozucu gıcırtıları onlara doğru yaklaştıkça birdenbire hiç olmadığı kadar ürperdiklerini hissettiler. Hastanın görünümü uzun boylu, geniş omuzlu, oldukça zayıf, oval yüzlü, şişkin gözlü ve seyrek bıyıklı bir adama benziyordu. Bunun yanı sıra saçlarının birçoğu dökülmüş, iki ön dişi kırılmış, beyaz bir fanila ve eşofman giymişti ve tekerlekli sedyeye elleri ve ayakları sımsıkı bağlanmış adam en saldırgan hastalardan biri gibi görünüyordu. Tekerlekli sedyeye sımsıkı bağlanmış olan adam, Berkant ve Burcu’nun yanından geçerken tedirginlikle ona bakıyorlardı. Adam beklenmedik bir anda son derece korkutucu ve iğrenç bir şekilde güldü ve sinir bozucu bir şekilde şöyle bağırıp çağırmaya başladı:

‘’Lanet olası herifler, bırakın beni. Ben başkanım. Ben, Türkiye’nin Başkan’ıyım. Beni derhal serbest bırakın.’’

Bunun üzerine tekerlekli sedyenin yanında yürüyen gri üniformalı adam, yatağa sımsıkı bağlanmış akıl hastasının çığlıkları ve korkutucu mücadelesi karşısında yüzünü buruşturarak, kendi kendine son derece alçak bir sesle şöyle mırıldandı:

‘’Elbette öylesin, manyak herif! Endişelenme, seni Parlamento’ya götürüyoruz işte.’’

Daha sonra gri üniformalı adam kısa süreliğine Berkant ve Burcu’ya ciddi bir bakış attı ve hayatından bezmiş tavrıyla yüzünde hafif zoraki bir gülümseme belirdikten sonra hızla yanlarından uzaklaştı. Ama ruh sağlığından mustarip olan adam koridorun köşesini dönüp gözden kaybolsa da onun korkutucu çığlıkları hala duyulabiliyordu. Bir anda gerçekleşen olaylar silsilesinde zaman çabucak geçip giderken Berkant ve Burcu için zaman her zamankinden daha da yavaşlamış gibi görünüyordu. Ama o küçücük anda oldukça tedirgin görünseler de kendi aralarında fısıldaşmaktan da geri durmadılar.

Berkant yüzünde beliren acı dolu gülümsemesiyle, ‘’Burcu, böyle bir manyağın Başkan seçildiğini düşünsene, kim bilir ülke ne hale gelirdi.’’ dedi. Berkant. Son derece alçak sessiyle!

‘’Bırak zevzekliği Berkant! Şimdi hiç sırası değil.’’ diye yanıtladı. Tüm ciddiyetiyle! Burcu.

‘’Hemen de kızıyorsun. Sadece bir espriydi. Ayrıca böyle durumlarda mizah insanı rahatlatır. Daha önce böyle bir fenomen duymadın mı?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Umurumda değil’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Ah Berkant, bunları konuşmanın hiç sırası değil. Yürü hadi. Beyaz üniformalı adam ters ters bize bakıyor.’’ diye devam etti. 

Burcu’nun bu sert çıkışına karşı Berkant tek kelime etmedi ve beyaz üniformalı adamının arkasından yürümeye devam ettiler. Koridorun sonundaki dönemecin sağındaki dar merdivenlere yönelip iki kat aşağı indiler ve karşılarına başka bir koridor daha çıktı. Bu koridor diğerlerinin aksine daha korkutucu ve karanlıktı. Boylu boyunca uzanan koridor loş beyaz ışıklarla aydınlatılmıştı ve birbirlerine karşılıklı bakan odalar vardı. Bu odalar hastane odalarından çok cezaevlerindeki azılı mahkûmların iç karartıcı hücrelerine benziyordu. Koridorun içinde küf ve rutubet kokusu her yere sinmişti. Her odanın kapısı demir parmaklıklarla çevriliydi ve odaların içindeki çelik terle kaplı küçük pencereler karşılarındaki demir parmaklıklı kapılara bakıyordu. Odaların içinde ayrıca soğuk taşların üzerinde tek kişilik bir yatak ve küçük bir tuvalet vardı. Bazı hastaların ellerinden ve ayaklarından yatağa kelepçelendiğini, bazılarının deli gömleği giydirildiğini, bazılarının da odalarda serbestçe hareket edebildiğini gördüler. Ama hiçbirinin ayağında pabuca, terliğe benzer bir şey yoktu. Aslında her bir hastanın ortak bir yanı vardı. Her birinin ayakları çıplak olmasının yanı sıra her birinin soğuk taş duvarların arasında dolaşan birer hayali arkadaşı vardı. Yalnız oldukları kesinlikle söylenemezdi. Berkant ve Burcu dehşete düşmüş gözlerle çevreyi incelerken, her bir ayrı odadan hastaların son derece korkutucu bağırışlarını, kahkahalarını ve hastaların kendi kendilerine yüksek sesle anlamsız ve mantıksız konuşmalarını işitiyorlardı. Akıllarındaki tek şeyin arkadaşlarını görmek ve bir an önce buradan ayrılmak olduğunu kestirmek kâhin olmayı gerektirmiyordu. Arkadaşlarına yaklaştıkça yüzlerindeki sarsıcı ifade daha da belirginleşiyordu. Koridoru hızlı adımlarla geçmelerinin ardından koridorun sonundaki sağ tarafında yer alan boyası dökülmüş demir parmaklı bir kapının önüne kadar geldiler. Demir parmaklıklı kapının sinir bozucu gıcırtısıyla kapıyı açıp içeri girdiler. Küçük, dar bir koridoru geçtikten sonra yan yana sıralanmış odalarla dolu bambaşka bir koridorla karşılaştılar. Diğerlerinin aksine bu odaların kapıları demir parmaklılar gibi değildi. Odaların kapılarında normal insan boyunda göz hizasında geniş açık dikdörtgen pencereler vardı. Ayrıca diğerleri gibi odaların içinde çelik terlerle kaplı pencereler ve tek kişilik yataklar bulunuyordu. Akıl hastanesinin göz önünde görülen odaların aksine hastanenin bu bölümündeki hastaların maruz kaldığı koşullar içler acısıydı. Yüzyıllar öncesindeki akıl hastanelerinde yatan hastalara olan bakış açısının hiç de değişmiş gibi görünmüyordu. Aslında değişen tek şeyin, sadece farklı akıl hastalarının korkunç hastane koridorlarındaki ürpertici kahkahalarıydı. Hastane koridorlarındaki korkutucu odalar, asırlar öncesinde vahşi hayvanların zapt etmek için kapatılan kafeslerden hiçbir farkı yoktu. Berkant ve Burcu bu dehşet verici manzarayı görünce şu gerçeği anladılar; Soğuk taş duvarlarla çevrili odalarda kalan hastaların kaderi, kurtuluşa giden yolun sonunda kendilerini bekleyen özgürlüğe huzur içinde kavuşmaktı. Akıllarından geçen hüzünlü düşüncelerin karmaşası içinde boş gözlerle etraflarına bakarken, beyaz üniformalı adam onlara şöyle seslendi:

‘’Arkadaşınızın kaldığı oda koridorun sonunda!’’

Bunun üzerine Berkant ve Burcu, bir süreliğine hiçbir şey söylemeden beyaz üniformalı adama ters bir ifadeyle baktıktan sonra yavaş adımlarla arkadaşlarının kaldığı odaya doğru yürürken, beyaz üniformalı adam tekrar arkalarından seslendi ve onları şu şekilde uyardı:

‘’Lütfen onunla iletişime geçmekten sakının. Ayrıca bu bir rica değil.’’

Önce Burcu, ardından Berkant arkadaşlarının kaldığı odaya yaklaştı ve kapıdaki dikdörtgen aralıktan arkadaşlarına hüzünlü gözlerle baktılar. Tavanın ortasındaki lamba odaya loş beyaz bir ışık yayarak odanın bir kısmını aydınlatırken diğer kısmı gölgelerde kayboluyordu.

Arda, üzerindeki deli gömleğiyle yatağının karşısındaki iki duvar arasına yere dizüstü çökmüş haldeyken başını aşağı yukarı sallıyor ve alçak sesle kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Kendi kendine mırıldanırken aniden duraksayarak başını hafifçe çevirdi, gözlerini kocaman açtı ve yatağının bulunduğu duvardaki derin tırnak izlerine boş boş bakmaya başladı. Ardından başını tekrar aşağı yukarı sallamaya ve bir şeyler mırıldanmaya devam etti. Bu davranışı yaklaşık her otuz saniyede bir sürekli olarak tekrarlıyordu. Diğer hastalar gibi ayakları çıplaktı ve gözaltlarında kızarıklık, morluk ve şişlik vardı. Ayrıca alnının büyük bölümündeki şişlik ve morluklar gözden kaçırılmayacak kadar belirgindi. Bunun yanı sıra odanın tüm duvarlarında derin tırnak izleri ve bazı yerlerde kurumuş kan lekeleri vardı ve baktığı duvardaki kan lekelerinin diğerlerine göre daha belirgin olduğunu gördüler.

Burcu aniden öfkeyle kapılarak hızla beyaz üniformalı adamının yanına giderek, ‘’Arda’yı neden bağladınız?’’ diyerek bağırmaya başladı.

‘’Burcu hanım, lütfen biraz sakin olun. Arda kendine zarar vermemesi için deli gömleği giydirildi.’’ diye yanıtladı. Beyaz üniformalı adam!

Burcu derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştıktan sonra tekrar arkadaşına baktığında birden gözleri yaşardı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken elleri ve dudakları titriyordu ve bu sırada Berkant onun elini tutarak, ‘’Hadi çıkalım buradan!’’ dedi. Hüzün dolu gözleriyle!

‘‘Pekâlâ! Haklısın Berkant! Artık dayanacak gücüm kalmadı.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

Berkant ve Burcu hızla kendilerini hastane bahçesine attılar. İzmir’in beldesinde geçirdikleri o dehşet verici gece kadar sarsıldıkları gözlerinden okunuyordu. Önce temiz havayı ciğerlerine çekerek biraz toparlanmaya çalıştılar. Daha sonra hastanenin ana çıkış kapasına doğru ilerleyecekleri sırada Burcu, ‘’Berkant, dur biraz. Karşıdaki büfeden su alıp hemen döneceğim’’ dedi.

Burcu bir süre sonra arkadaşının yanına döndüğünde, yolun karşısındaki belli aralıklarda yan yana duran çam ağaçlarının arasında gezinen birkaç kuzgunun ağaç dibine düşmüş çam kozalakları ile oynadıklarını ve arkadaşının da boş ve donuk gözleriyle onları dikkatle izlediğini gördü. Elindeki su şişesini Berkant’a uzatarak, ‘’Neye bakıyorsun öyle?’’ diye sordu. Şaşkınlıkla!

Berkant, tek kelime etmeden orada öylece hiç kıpırdamadan büyülenmişçesine hala o yöne doğru bakmaya devam etti.

 ‘’Ne var orada? Berkant, sen iyi misin?’’ diye tekrar sordu. Burcu. Endişeli sesiyle!

Berkant hiçbir şey söylemeden sağ kolunu yavaşça kaldırıp işaret parmağını çam ağaçlarının altında kuzgunların çam kozalakları ile oynadığı bölgeyi işaret etti.

Bunun üzerine birden sinirlenen Burcu, ‘’Ne var orada? Sen neden bahsediyorsun?’’ diyerek çıkıştı.

‘’Kara kulenin giriş kapısına doğru koşan kızı görmüyor musun?’’ diye yanıtladı. Berkant. O boğuk, ürpertici sesiyle!

Berkant’ın tüyler ürpertici sesiyle söylediği anlaşılmaz saçma sapan sözlerinin ardından Burcu, havada asılı kalan sağ kolunu tutup aşağı çekti ve her iki omuzundan da tutarak silkeledi ve ‘’Berkant, kendine gel!’’ diye yüksek sesle bağırdı.

Kendine gelen Berkant, arkadaşından aldığı su şişesindeki suyun bir kısmını avucuna döküp yüzünü yıkadı ve birkaç yudum su içtikten sonra sakin tavrıyla ‘’Ben, iyiyim.’’ diye cevap verdi.

‘’Bana kalırsa hiçte iyi görünmüyorsun. Kara kuleye koşan bir kızdan bahsediyordun. Orada ne gördün öyle?’’ dedi. Burcu. Kaygı dolu sesiyle!

‘’Ben gerçekten iyiyim. Endişelenmeye hiç gerek yok. Sanırım hastanenin atmosferi beni o kadar etkiledi ki bir anda hayali bir şey gördüğümü sandım. Ama bunları sonra konuşuruz. Buradan hemen ayrılmak istiyorum.’’ diye karşılık verdi. Berkant. Soğukkanlılıkla!

Bunun üzerine Burcu, tek kelime etmedi ama aklında beliren kaygılar zihnini meşgul ediyordu ve bu durum hastaneden çıkana kadar devam etti. Yol boyunca hiç konuşmadan olabildiğince hızlı adımlarla hastanenin çıkış kapışana doğru ilerlediler. Civardaki en yakın kafeye giderek bir şeyler yemelerinin ardından sipariş ettikleri kahvelerini yudumlarlarken Berkant şunları söyledi:

‘’Sanırım, Doktor Ebru Hanım bize her şeyi detaylı olarak anlatmadı.’’

‘’Elbette, anlatmadı. Ne bekliyordun ki?’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Gerçekten de Arda’nın durumu hiç de iyi görünmüyor. Alnındaki morlukları, şişkinlikleri fark ettin mi? Korkarım ki Arda’ya elektroşok tedavisi uygulamış olabilirler.’’ dedi. Berkant. Endişe dolu sesiyle!

‘’Tabi ki fark ettim. Bilmiyorum Berkant, Bilmiyorum. Cidden bunu düşünmek bile istemiyorum. Bu durumu ailesiyle konuşmak istiyorum. Ama biliyorsun ki yaşadığımız o korkunç gecenin ardından Arda’nın ailesi anlamsız şekilde bize çok büyük bir tepki göstermişti. Özellikle annesi! Bu yüzden bir şey demeye çekiniyorum.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Ah, evet! Bunu unutmuşum. Arda’yı ne kadar çok sevsem de, şimdilik ailesinden uzak durmamızın daha iyi olacağını düşünüyorum. Muhtemelen yine bizi suçlayacaklar ve bizi tedirgin edecek bir sürü şey söyleyeceklerine neredeyse eminim. Bunu kaldıracak da gücüm yok.’’ dedi. Berkant.

‘’Evet, öyle görünüyor.’’ dedi. Burcu.

‘’Peki Berkant! Hastanenin bahçesinde ne gördün? Şimdi anlat bakalım.’’ diye devam etti.

‘’Dediğim gibi akıl hastanenin korkunç atmosferi beni çok etkiledi ve dün gece çok az uyudum. Sanırım, bu yüzden bazı tuhaf hayali zırvalıklar gördüm işte. O kadar da önemli bir şey değil. Zaten bu ilk kez oluyor.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Tamam, seni anlıyorum da orada ne gördün? Hastane beni de çok tedirgin etti ve etkiledi ama ben hiçbir şey görmedim. Ayrıca ne gördüğünü bilmek istiyorum.’’ dedi. Burcu. Israrlı tavrıyla!

‘’İllaki bunu öğreneceksin yani!’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Kesinlikle! Bundan kaçamazsın.’’ dedi. Gülümseyerek. Burcu.

 ‘’Öyle görünüyor.’’ diye cevap veren Berkant, sözlerine şöyle devam etti.

‘’Sen büfeye su almaya gittiğinde ben de etrafa boş boş bakınıyordum. Birden gökyüzü karardı ve gözümün önünde kara bir kule belirdi. Her yer karanlık ve gri tondaydı. Hava sıcaklığı birden düştü ve üşüdüğümü hissettim. Son derece ağır ve iğrenç bir koku etrafı sarmıştı. Kara kulenin kapısının önünde kuzgunlar, korkunç sesler çıkararak iki bembeyaz güvercinin cesedini gagalarıyla parçalıyor ve güvercinlerin rüzgâra kapılan beyaz tüyleri ahenkle havada sakin sakin uçuşuyordu. Kara kule neredeyse beş katlı bir apartman yüksekliğindeydi ve kulenin tepesinde düzinelerce kuzgun daire çizerek uçuyor, korkutucu derece yüksek sesleriyle bağırıyorlardı. Kulenin yuvarlak çatısı, kara bulutlara doğru uzanan soğuk siyah taş blokların arasından sarkan yosunlarla kaplıydı. Nereden geldiğini anlayamadığım bir yerden kirli beyaz elbiseli, düz sarı saçlı bir kız hızla kara kulenin kapısına doğru koştu ve aniden ortadan kayboldu. Daha sonra o kızın kara kulenin yosunlu, kara taşlı dönen başlı merdivenlerinden aceleyle yukarıya doğru koştuğunu gördüm ve kulenin en tepesine ulaştığında yavaşça kulenin açık büyük penceresine doğru ilerledi.

Burcu’nun daha önce görülmemiş şeklide heyecana kapılan yüreğiyle arkadaşının sözünü keserek şöyle dedi:

‘‘Peki, daha sonra ne oldu ve kızın yüzünü seçebildin mi?’’

‘’Burcu, seni daha önce hiç bu kadar heyecana kapıldığını görmemiştim. Biraz sabret et lütfen!’’ diye cevap verdi. Berkant.

Burcu, soğumuş kahvesinden bir yudum içti ve ‘’Tamam, tamam! Kusura bakma! Sen devam et!’’ dedi.

Berkant, alçak sesiyle hikâyesine kaldığı yerden şöyle devam etti:  

‘’O sırada çevresinde belli belirsiz şekilsiz karartılar ve gölgeler dolaşıyordu. Aşağıdaki kuzgunlar, güvercinlerin kokuşmuş cesedini parçalarken, iki kuzgun aniden havalanıp kıza doğru uçtu ve kızın sağ ve sol omuzlarına nazikçe kondu. İşte o anda kızın dehşet verici parlak kömür renkteki gözlerini bana dikmiş şekilde bakarken yüzünde rahatsız edici bir tebessüm vardı. Kızın yüzü net olarak görülemeyecek kadar belirsizdi ama gözlerindeki korkunç ifadeyi açıkça görebiliyordum. Daha sonra her şey başladığı gibi hızla sona erdi ve tüm görüntüler birdenbire ortadan kayboldu.’’

Burcu, arkadaşının kendisine anlattığı hikâyenin hayali zırvalıklardan daha fazlası olduğunu düşünüyordu. Son derece düşünceli ve endişeliydi. Yüzü sararmıştı ve konuşmakta güçlük çekiyordu. Uzun süre tek kelime etmeden önündeki boş fincanla uğraştı. Berkant sanki tüm bu korkutucu ve tuhaf görüntüleri kendisi yaşamamış gibi oldukça rahat ve sakin görünüyordu. Belki elit aktörlerden bile daha iyi rol kesiyordu. Belki de söylediği gibi gerçekten tüm bunları hayali bir saçmalık olarak görmüştü. Her halükarda, arkadaşının sezgisine göre günün sonunda ne olacağı bilinmese de bunun iyiye işaret olmadığı açıktı. Burcu, aklında beliren kaygılı, karmaşık düşüncelerini toparlayamadan doğrudan şöyle dedi:

‘’Sanırım, onlar geri döndü.’’

‘’Onlar da kim?’’ diye sordu. Berkant.

‘’Bana kalırsa, neden bahsettiğimi gayet iyi anladığını düşünüyorum. Şeytani varlıklar, İfritler veyahut adları her neyse işte!’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Pekâlâ, o evde son derece korkunç geceler geçirdik. Ama artık bunların hepsi geride kaldı ve bunları unutmalıyız. Daha önce de söylediğim gibi uykusuz bir gece geçirdim ve akıl hastanesindeki ortam beni çok tedirgin etti. Bu yüzden bir an halüsinasyonlar gördüm, hepsi bu!’’ dedi. Berkant.

‘’Umarım öyledir. Berkant, hatırlıyor musun bilmiyorum ama daha önce benim sezgilerimi dikkate alacağını söylemiştin. Lütfen dikkatli ol!’’ diye karşılık verdi. Burcu. Solgun yüzündeki tedirgin dolu bakışlarıyla!

‘’Elbette, hatırlıyorum.’’ dedi. Berkant. Tüm ciddiyetiyle!

Daha sonra Berkant’ın yüz ifadesi değişip tatlı tatlı gülümseyince Burcu, ‘’Ne oldu? Neden karşımda böyle sırıtıyorsun?’’ diye sordu. Merakla!

‘’Dikkatli ol diyorsun ama gerçekten beni ziyarete gelirlerse ne yapabilirim ki, beyzbol sopasının üzerine kutsal su döküp evin etrafındaki iblisleri mi kovalayacağım?’’ diye yanıtladı. Kahkaha atarak. Berkant.

‘’O halde dua et de, seni ziyarete gelmesinler. Hala durumun ciddiyetini anlamıyorsun. Değil mi? Her şeyi şakaya vuruyorsun ama bu mesele şaka yapılacak bir şey değil.’’ dedi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Farkında değilsin ama iyice rengin attı. Sadece seni neşelendirmeye çalışıyordum. Hepsi bu! Tamam, endişelenme! Dikkatli olacağım.’’ diye yanıtladı. Berkant.

‘’Hayır, endişelenmiyorum çünkü senin peşindeymiş gibi görünüyorlar. Ayrıca, bu kadar ciddi meselelere karşı tavrımın ne olacağını muhtemelen senden daha iyi bilen kimse yoktur.’’ dedi. Burcu.

Bunun üzerine Berkant, arkadaşının kışkırtıcı sözlerine karşı tek kelime etmeden masaya yeni gelen kahvesini yudumlarken gülümseyen yüzünün arkasına sığınsa da aslında aklındaki karmaşık düşüncelerin içinde boğuluyordu. Kahvelerini bitirdikten sonra kafeden çıktılar ve Burcu’nun arkadaşına tekrar ciddi uyarılarda bulunmasının ardından birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Berkant, oradan yakın bir arkadaşının evine giderken Burcu da oteline geri dönmüştü. Yorucu bir günün ardından zihninde endişeli düşüncelerle erkenden yatağına uzandı ve hemen derin bir uykuya daldı. Burcu, sabah erkenden kalkıp tüm seyahat hazırlıklarını tamamladıktan sonra öğleden sonra 14:45’te uçakla Ankara’ya döndü.

Burcu’nun hüzünlü İstanbul yolculuğunun üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Burcu ve Berkant hemen hemen her gün telefonla konuşuyor ve birbirlerine alışılmadık bir durumla karşılaşıp karşılaşmadıklarını sorarak istişare de bulunuyorlardı. Hiç alışılmadık korkutucu bir durumla karşılaşmadıkları için memnundular. Ortalıkta ne şeytani varlıklar vardı ne de onlara dair belirtiler. Düşünülenin aksine günler ve aylar sakin ve huzur dolu geçiyordu. Ama Arda için durum böyle değildi. Hiçbir iyileşme belirtisi göstermedi ve günlerini kasvetli, korkunç akıl hastanesi koridorlarında ıstırap içinde geçiriyordu. Umut dolu yeni yılın ardından günler hızla birbirini kovalıyor ve Ocak ayının sonları yaklaşıyordu. Geçen yıl dört yakın arkadaşın sömestr tatiline çıktığı güne üç gün kalmıştı. Bu üç günün sonrasında Burcu, soğuk ve güneşli bir Pazar günü öğleden sonra Güven Park’ta bir bankta oturmuş keyifle karton bardaktan kahvesini yudumlarken etrafta dolaşan güvercinleri izliyordu. O anda çalan cep telefonuna baktığında acı verici bir haberlerle sarsılmıştı. Onu arayan kişi Arda’nın doktoru Ebru Hanım’dı. Kısa süren telefon görüşmesinde Ebru Hanım, Arda’nın vefat ettiğini belirterek başsağlığı dilemekten başka bir şey söylemeden telefon görüşmesini sonlandırmıştı. Burcu zaten arkadaşının nasıl öldüğünün ayrıntılarını soracak durumda değildi. Adeta boğazı düğümlenmişti ve güçlükle konuşabiliyordu. Alışılmışın dışında Burcu’nun dudaklarından sadece birkaç kelime dökülmüştü. Uzun süre oturduğu bankta dona kalmıştı ve etrafa boş gözlerle bakınıyordu. Etrafta neşe içinde koşturan çocukların cıvıltısı ve güvercinlerin huzur dolu sesleri ortadan kaybolarak ortalık tamamen sessizliğe bürünmüştü. Sonsuz boşluğun içinde zaman adeta sessizliğe teslim olmuştu. Zaman algısı ya da buna dair herhangi bir belirti yoktu. Hiçbir şey yoktu. Sadece derin bir sessizliğin içindeki boşluktan başka hiçbir şey yoktu. Burcu, öyle bir şoka girmişti ki acı haberi öğrendikten on dakika sonra doktorun söylediklerini idrak edebildi ve gözleri bir anda yaşlara boğuldu. Bir süre sonra kendini güçlükle toparlayarak hemen Berkant’ı aradı. Ama cep telefonu çalmıyordu. Beş dakika sonra tekrar denedi. Ardından on dakika sonra yine denedi. Ama Berkant’ın cep telefonu çalmıyordu. Arkadaşını belirli aralıklarla defalarca aradı ama cep telefonu kapalıydı. Daha sonra yakın arkadaşı Elif’i aradıktan sonra oturduğu banktan hızla kalkıp arkadaşının evine doğru yola çıktı. Yaklaşık bir saatlik otobüs yolculuğu mesafesindeki arkadaşının evine vardığında arkadaşını kapı eşiğinde görür görmez gözleri yaşaran Burcu, arkadaşına tüm samimiyetiyle sarıldı ve oracıkta uzun süre gözyaşlarına boğulup kalmıştı. Evin giriş kapısından oturma odasına kadar uzanan küçük koridordan geçerek koridorun sonundaki oturma odasına geçtiler ve televizyonun karşısındaki kanepeye oturdular. Elif, arkadaşının sakinleştiğini anlayınca mutfağa gidip birer fincan kahve yapıp oturma odasına geri döndü. Burcu ve Elif saatlerce konuşup dertleştiler. Zaman o kadar hızlı geçmişti ki havanın karardığını bile fark etmemişlerdi. Burcu, arkadaşının nazik teklifini reddetmedi ve o akşam arkadaşının yanında kalmayı memnuniyetle kabul etmişti. Zaten ruh hali de hiç iyi değildi. Bu gece yalnız kalamayacak kadar yorgundu ve düşünceleri kargaşa denizindeki belirsizliğe doğru sürükleniyordu. Akşam yemeğinin ardından Burcu ve Elif, gece geç saatlere kadar akıl hastanesindeki rahatsız edici görüntüleri ve Berkant’ın hastane bahçesinde gördüğü halüsinasyonlar başta olmak üzere son bir yılda yaşadıkları tüm korkutucu olayları konuşup tartıştılar. Burcu ertesi sabah saat 11:00 sularında terler içinde uyandığında kendi kendine ‘’Tanrım, bu nasıl bir kâbus böyle!’’ diye mırıldandı.

Puslu ve karanlık bir gecede Arda çamurun içinde yüzükoyun yatarken acı içinde bağırıyordu. O sırada Zeynep de çalıların arasındaki eski püskü siyah paltolu, siyah fötr geniş şapkalı adamın siluetine doğru deli gibi koşuyordu. Zeynep geniş siyah fötr şapkalı adamın siluetine yaklaştıkça adamın son derece korkutucu, iğrenç yüzündeki sinsi gülümseme daha da belirginleşiyordu. Ta ki Zeynep, Arda’nın göz ucundan kaybolana kadar!

 Burcu’nun arkadaşının ölümünün ardından gördüğü bu rüya onu çok sarsmıştı. Ama son bir yıldır etrafını saran kötülüğün sadece fiziksel değil aynı zamanda zihnini de sardığını biliyordu. Etrafını saran negatif enerjinin yol açtığı olumsuzlukların ve kötülüğün yansımalarının kabusa dönüşmesini oldukça normal olduğunu düşünüyordu. Zihnindeki kaosun ve çözülemeyen bilmecenin etkileri, tüm benliğinde beliren karamsarlık, çaresizlik ve mutsuzluk duygusu tüm ruhunu sarmıştı. İyi bir kahvaltının ardından Burcu ve Elif çaylarını yudumluyorlarken sıradan konuları konuşuyorlardı. Ama Burcu’nun aklı Berkant’ta ve arkadaşına henüz anlatmadığı korkunç rüyada kalmıştı. Uyandığından beri endişeyle Berkant’ı üç kez aradı ama cep telefonu hala kapalıydı. Bir sigara yaktı, birkaç derin nefes aldı ve arkadaşını yeniden aradı ama kahrolası telefonu hâlâ kapalıydı. O sırada Elif telefonunda sosyal medyada geçen haberlere boş gözlerle bakarken birden, ‘‘Akıl Hastanesi’nde Gizemli Ölüm’’ başlıklı haber gözüne ilişti. Habere hızla göz attıktan sonra aniden irkildi ve şunları söyledi:

‘’Burcu, şuna da bak! Haberlerde Arda’dan bahsediliyor.’’

Burcu hemen haberi okuyup ardından haberin altındaki kısa videoyu izleyince dünden bugüne üst üste ikinci şokunu yaşıyordu. Bunun üzerine Burcu ve Elif hemen oturma odasına giderek, söz konusu olayla ilgili bir haber olup olmadığına bakmak için hızla televizyon kanallarını değiştirdiler. Sonunda bir haber kanalında bahsi geçen olayla ilgili haberi yakaladılar. Televizyon kanalında Arda’nın ölüm haberini dikkatle izlediler. Haberlerde inanılmaz ve saçma iddialar yer alıyordu. Üstelik Arda’nın annesi ve kız kardeşi, kameralar önünde yaşadıkları yıkım ve acıyla Berkant ve Burcu’ya lanetler yağdırıyor, onları Arda’nın ölümüne sebep olmakla suçluyorlardı. Elif daha fazla dayanamayıp Burcu’nun elinden televizyon kumandasını alarak hemen televizyonu kapattı ve arkadaşına içtenlikle sarılarak, ‘’Üzülme canım! Bunu da atlatacaksın. Benim tanıdığım Burcu, tüm bu korkunç olayların üstesinden gelebilecek güçtedir. İnan ki senin yerinde ben olsaydım. Kendim hakkımda bu kadar iyimser konuşamazdım. Ama sen tanıdığım en güçlü insansın. Ayrıca her zaman senin yanımdayım.’’ dedi.

‘’Öyle diyorsun ama artık dayanacak gücüm kalmadı. Arda’nın ailesi beni şimdi lanetliyor ama o zaman lanet olası tatile gitmek istemeyen tek kişi bendim.’’ diye yanıtladı. Burcu. Ağlamaklı sessiyle! Uzun süre kanepede oturup boş ve hüzünlü gözlerle kapalı televizyon ekranına bakan Burcu’nun aklından geçen düşünceleri kestirmek her zamanki gibi güçtü. Kendini biraz olsun toparlamasının ardından arkadaşıyla birlikte yeniden mutfağa geçtiler. Elif, sert bir kahve hazırladıktan sonra Burcu’nun karşısındaki sandalyeye oturdu. Burcu kahvesinden bir yudum aldı ve ‘’Bu işin aslını öğrenmem lazım.’’ diyerek hemen Doktor Ebru Hanım’ı aradı. Ama doktor telefona cevap vermedi. On dakika sonra tekrar aradığında doktor yine telefona bakmamıştı. Burcu, doktoru ilk aradığında işi olabileceğini düşündü ama ikinci kez arayıp telefona cevap vermeyince kuşkuları daha da çok artmıştı. Doktor, Ebru Hanım’ın telefona bilerek cevap vermediğinden neredeyse emindi. Burcu hemen pes edecek kızlardan değildi ve ısrarla üçüncü kez doktoru arayıp telefonunu uzun süre çaldırdı. En sonunda Ebru Hanım telefonuna baktı ve ‘’Merhaba Burcu, kusura bakma! İşlerim vardı. Bu yüzden telefona bakamadım.’’ diye cevap verdi.

‘’Merhaba, önemli değil!’’ dedi. Burcu. Kararlı ve sert sesiyle!

Burcu lafını eğeleyip gevelemeden hemen konuya girerek,

‘’Ebru Hanım! Arda nasıl hayatını kaybetti? Az önce haberlerde gördüm, Arda’nın ölümüyle ilgili birçok abuk sabuk iddialar var.’’ diye devam etti.

Doktor telefonda kısa süreliğine cevap vermeyince Burcu hemen araya girerek nazik sesiyle, ‘’Hadi ama Ebru Hanım! Lütfen bana neler olduğunu anlatın. Bakın, Arda’nın ailesi benim hakkımda haksız suçlamalarda ve hakaretlerde bulunuyor. Neredeyse tükenmiş durumdayım. Bunu bilmek zorundayım. Lütfen!’’ dedi.

‘’Burcu Hanım, bu şuanda polis meselesi! Üzgünüm bunun hakkında bir şey diyemem.’’ diye yanıtladı. Doktor.

‘’Ebru Hanım! Lütfen! Bakın, yaşadığımız korkunç olaylar hakkında bugüne kadar sizinle hiç konuşmadım. Bu olaylar hakkında muhtemelen bilgi sahibi olduğunuzu varsayarak söylüyorum. Biz o evde dört kişi gittik ve oradan üç kişi geri dönebildik. Zeynep adında bir arkadaşımız daha vardı. Ama o kişinin yıllar önce ölmüş olduğu ortaya çıktı. Onunla üniversite yerleşkesinde, göl çevresinde ve o evde çekilmiş fotoğraflarımız var. Böyle şeylere inanmadığınız yüksekle ihtimal. Ama gerçekten de o gün şeytani varlıklar bize musallat oldu ve onlar gerçekler. Arda’nın deli olduğunu hiç zaman düşünmedim. Bakın, doktor! Arda dün bir hayalete sırılsıklam âşıktı bugün ise ölü! Dünden beri Berkant’a da ulaşamıyorum. Telefonu sürekli kapalı! Lütfen bana neler olduğunu anlatın. Bunu bilmem gerekiyor. Zaten haberlerde birçok şey söyleniyor. Bunlar doğru mu?’’ dedi. Burcu. Istırap dolu sesiyle!

Burcu’nun uzun ve etkili sözlerinin ardından Ebru Hanım endişeli sesiyle şunları söyledi:

‘’Tamam, ama?’’

‘’Ama ne?’’ diye sordu. Burcu.

‘’Bakın Burcu Hanım! Konuşacaklarımızın tamamen aramızda kalacağını bilmem gerekiyor. O yüzden basına falan konuşmanızı istemiyorum. Beni anlıyor musunuz değil mi?’’ diye yanıtladı. Doktor.

‘’Elbette, doktor! Bunda anlaşılmayacak bir şey yok.’’ diye karşılık verdi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Televizyon ekranlarındaki talk şov programlarına katılıp medya maymunu olmaya hiç niyetim yok. Biz uzun zamandır görüşüyoruz ve bu konuda benim ne kadar hassas olduğumu hala anlayamadınız mı doktor?’’ diye devam etti.   

‘’Tamam öyleyse! Aslında medyada geçen iddiaların birçoğu doğru sayılır. Bunun şokunu hala üzerimden atabilmiş değilim. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim.’’ dedi. Doktor. Tedirgin dolu sesiyle!   

‘’Ebru Hanım! Ne oldu? Devam edin lütfen!’’ dedi. Burcu.

‘‘Arda gün içerisinde oldukça sakin ve iyi görünüyordu. Hatta deli gömleğini çıkarıp saatlerce onu gözlemledik. Hiçbir sorun yok gibi görünüyordu. Aniden krize girdi ve kendi yüzüne tokatlayarak acımasızca yüzünü tırmıklamaya başladı. Daha sonra hayali bir kişiyle konuşuyor, sanki karşısında biri varmış gibi ona küfrediyor ve bağırıyordu. O anda hemen müdahale edip tekrar deli gömleği giydirdikten sonra sakinleştirici iğne yaptık.’’

Burcu bir anda doktorun sözünü keserek endişeyle şunları söyledi:

‘’Arda hayali kişiye ne diye hitap ediyordu?’’

‘’O’na şapkalı adam diyordu.’’ diye yanıtladı. Doktor.

‘’Tanrım!’’ dedi. Burcu. Endişeli sesiyle!

‘’Ne oldu?’ diye sordu. Merakla! Doktor.

‘’Sanırım, siyah fötr geniş şapkalı adamdan bahsediyor.’’

‘’O da kim? diye tekrar sordu. Doktor.

‘’Gündüz vakti o evden kaçmaya çalışırken birden evin bahçesinde belirdi ve biz de tekrar eve kaçtık. Geçen gece de o siyah fötr geniş şapkalı adamı rüyamda görmüştüm. O gün yüzünü görememiştim ama o rüyamda gördüğüm gibiyse gerçekten iğrenç bir görünüşü vardı. Sanırım, Arda bu şeytani varlıktan bahsediyor.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Belki de!’’ dedi. Doktor. Alaycı bir ses tonuyla!

Daha sonra Ebru Hanım sözlerine şöyle devam etti:

‘’Gece saat 03:00 sularında Arda’nın kaldığı odanın kamerası bir anda tuhaf bir şekilde bozuldu. Odada her ne yaşandıysa görevli personel kamerayı kontrol etmeye gittiğinde dehşet verici bir görüntüyle karşılaştı. Yatağı ters dönmüştü ve Arda'nın boğazına ince dikenli tel dolanmış ve vahşice boğularak öldürülmüştü ama kim tarafından? Odası kilitliydi ve koridorun kamerası çalışıyordu. Görevli personel hemen kamera geçmişini kontrol etti ama koridorda hiç kimse yoktu. Daha sonra koridorun kamera geçmişi defalarca kontrol edildi ama o anlarda koridorda gerçekten kimse gözükmüyordu. O anda diğer hastaların gürültüleri, çığlıkları ve bağırışları duyuldu ama bu, burada her gece yaşanan doğal bir olaydı. Sonuçta burası bir akıl hastanesi! En tuhafı da duvarda kanla yazılmış Latince bir yazının olmasıydı.’’ dedi. Doktor.

Burcu güçlükle, ‘’Duvarda ne yazıyordu ki?’’ diye sordu. Ağlamaklı sesiyle!

Burcu’nun Doktor Ebru Hanım’ın yüzünde göremediği şaşkınlık ifadesi belirirken korku dolu sesiyle şu cevabı verdi:

‘’Ha! Ha! Ha!

‘’Finis amoris!’’

‘’Yani, aşkın sonu!’’

Doktorun söyledikleri karşısında nutku tutulan Burcu, birden sessizliğe büründü ve Ebru Hanım endişeli sesiyle, ‘’Burcu Hanım, iyi misin, orada mısın?’’ diye seslendi.

‘’Evet! İyiyim.’’ diye yanıtladı. Bir süre sonra alçak sesle! Burcu.

Kendi kendine mırıldanarak, ‘’Demek, aşkın sonu yazıyordu. Öyle mi?’’ diye devam etti.

 

‘’Telefonu artık kapatmam lazım Burcu Hanım! Kendinize iyi bakın! Arkadaşınıza çok üzüldüm, tekrar başsağlığı diliyorum.’’ diyerek telefonu sonlandırdı. Doktor Ebru Hanım.

Bunun üzerine Burcu bir sigara yaktı ve aklında beliren korkutucu sorularla uzun süre konuşmadan karşısındaki mutfak penceresine bakarken kendisine endişeli gözlerle bakan arkadaşı Elif’e dönerek doktorun söylediklerini tüm detaylarıyla arkadaşına anlattı.

‘’Demek duvarda ‘Finis amoris’ yazıyormuş, öyle mi? Nasıl böyle bir şey olabilir. Aklım almıyor.’’ dedi. Şaşkınlıkla! Elif.

‘’Evet öyle! Bazı şeylerin mantıklı bir açıklaması yoktur.’’ diye yanıtladı. Burcu.  

‘’Peki, bu yazıyı duvara yazan her kimse gülerek aşkın sonu derken ne demeye çalıştığını anlamıyorum.’’ dedi. Elif.

‘‘Bunda anlaşılmaz bir şey yok Elif. O sürtük de onlardan biriydi. Dolayısıyla o şeyin Zeynep’in suretine bürünen şeytani bir varlık olduğunu düşünüyorum. Zeynep adındaki kız zaten yıllar önce ölmüştü. Bu bazı şeyleri açıklıyor. Yanlış zamanda yanlış yerde olduğunuzda korkutucu belalarla yüzleşmeniz kaçınılmazdır. Aslında söylemeye çalıştığım şey, bizim başımıza gelen şey kesinlikle tesadüf değildi. Bizi hedef olarak seçtiler ama neden? O şey neden o kızın suretine büründü ki? İşte bunu anlayamıyorum.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Eğer dediğin gibiyse, bundan nasıl kurtulmayı düşünüyorsun, bu işin sonu nereye varacak?’’ diye sordu. Elif. Endişeli sessiyle!

‘’Bilmiyorum! İlk başlarda o gölün çevresinin lanetli olduğunu düşünüyordum ama yanılmışım.’’ diye yanıtladı. Alçak sesiyle! Burcu.

‘’Kafama takılan bir şey daha var.’’ dedi. Elif.

‘’Ne, ne var?’’ diye sordu. Burcu. Merakla!

‘’Arda şeytani bir varlığa mı âşık oldu yani? Yoksa büyü veya başka bir şeyle uğraşan bir adam mıydı?’’ diye cevap verdi. Elif.

‘’Saçmalama Elif!’’ diye çıkıştı. Burcu.

‘’Hayır, Arda sadece 1960 yılında trajik şekilde trafik kazasında ölen kıza âşık oldu.’’ diye devam etti.

‘’Tamam, tamam! Anlıyorum. Bu konular benim iyice sinirimi hoplatıyor. Bak, ne diyeceğim. Bu gece de bende kal istersen. Birazdan alışverişe çıkar ve birkaç tane bira alırız ya da daha sert bir şey, bilmiyorum. Akşam biraz kafamızı dağıtırız. Ne dersin?’’ diye sordu. Elif.

‘’Bira ve cips iyi olurdu. Bir de güzel bir film seçeriz. Korku ve aşk filmi hariç her türde film olabilir. Aslında hiç de yalnız kalacak halim yok.’’ diye yanıtladı. Tatlı gülümsemesiyle! Burcu.

Bir süre sonra Burcu ve Elif üstlerini değiştirip evden çıkıp Kızılay Meydanı’na gittiler. Meydanda uzun süre vakit öldürdükten sonra akşama doğru meydandan ayrılarak evlerinin yolunu tuttular. Elif’in evinin yakınındaki bir markete gidip alışveriş yaptıktan sonra eve döndüklerinde akşam saat 19:00’ı gösteriyordu. Güzel bir akşam yemeğinin ardından çay-kahve keyfi derken saat 22:00 olmuştu. İlk önce güzel bir macera filmi seçtiler. Daha sonra hazırladıkları soğuk biralar ve atıştırmalıklar oturma odasındaki kanepenin önündeki sehpanın üzerinde onları bekliyordu. Elif filmin tadını çıkarırken Burcu da filmden keyif alıyor gibi görünse de aklını kurcalayan korkutucu sorularla boğuşuyordu. İki saatlik filmin ardından sehpa boş bira şişeleriyle dolmuştu ve her ikisinin de kafaları oldukça çakır olmuştu. Boş bira şişeleri, atıştırmalıklar ve meyve kabukları sehpanın etrafına dağılmıştı ve berbat görünüyordu. Darmadağın olmuş sehpayı aldırış etmeden olduğu gibi bıraktılar ve Elif sallanarak uyumak için kendi odasına giderken Burcu da oturduğu kanepeye kıvrılmıştı.

Burcu öğlen saat 12:00 sularında gözlerini açtığında tüm bedeni kas katı kesilmişti ve hafif bir baş ağrısı da çekiyordu. Biraz kendine geldiğinde sehpanın üzerindeki telefonuna uzantı ve telefonunu kurcalamaya başladı. Telefonuna çok sayıda yeni mesajın geldiğini gördü ve mesajları kontrol etmeye başladığında Berkant’ın gece saat 03:16 sularında göndermiş olduğu mesajı fark eder etmez hemen mesajı okudu.   

‘’Burcu, lütfen yardım et!’’

Burcu, arkadaşının mesajını okuyunca aniden yataktan fırladı ve önce Berkant’ı aradı ama telefonu yine kapalıydı. Daha sonra panik içinde hızla Elif’in odasına doğru koştu.

Burcu arkadaşını panik içinde dürterek, ‘’Elif, hadi uyan!’’ diye bağırmaya başladı.

Şaşkın ve kısık gözleriyle Burcu’ya bakarak, ‘’Ne oldu?’’ diye sordu. Elif.

 ‘’Berkant, dün gece bana yardım et Burcu diye mesaj göndermiş. Az önce onu hemen aradım ama telefonu yine kapalıydı. Ben şimdi polis karakoluna gidiyorum.’’ diye yanıtladı. Burcu. Tedirgin dolu sesiyle!

Elif'in ‘’Tamam, biraz sakin ol!’’ demesine fırsat kalmadan Burcu hızla odadan çıkıp üstünü değiştirmeye başladı. Daha sonra Burcu kısa sürede evden ayrıldı ve arkadaşı Elif, güçlükle arkasından yetişebilmişti. Telaş içinde bölgedeki en yakın polis karakoluna koştular ve karakolun kapısından içeri girdiklerinde her ikisi de nefes nefese kalmıştı. Burcu hemen danışma bürosundaki polislerin yanına gitti ve adeta hızla atan kalbinin ritminden daha hızlı konuşarak şunları söyledi:

‘’İki gündür arkadaşım Berkant’a ulaşamıyordum ve dün gece lütfen bana yardım et Burcu diye mesaj gönderdi. Başına çok kötü bir şey gelmiş olmalı. Çok endişeliyim.’’

‘’Bayan, biraz sakin olun! Öncelikle siz kimsiniz? Kimlik kartınızı verin lütfen!’’ dedi. Polis memuru!

Telaşla, ‘’Benim adım Burcu!’’ dedikten sonra kimlik kartını polise uzattı.

Polis memuru, Burcu’nun endişeli yüzünü dikkatle süzdü ve kimlik kartına baktıktan bir süre sonra şunları söyledi:

‘’Siz İzmir’de Kara Göl çevresinde tuhaf olaylar yaşayan bir grup gençten biri değil misiniz?’’

‘’Evet!’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Pekâlâ, Burcu Hanım! Biraz şurada bekleyin.’’ dedi. Polis memuru!

Burcu ve Elif bir köşeye çekilip sessizce beklemeye koyuldular. Aralarında hiç konuşmadan endişeli bekleyişlerini tedirginlikle sürdürdüler. Dakikalar geçtikçe kaygıları daha da çok artıyordu. Sonunda az önce konuştukları polis memuru Burcu ve Elif’in yanına gelerek sakin bir tavırla şunları söyledi:

‘’Burcu Hanım, arkadaşınız iki gün önce İzmir’de Kara Göl yakınındaki bir evin bahçesinde ölü bulundu. Gerçekten çok üzgünüm. Başınız sağ olsun.’’

Bu acı haber karşısında Burcu, tek kelime etmeden dehşete düşmüş gözleriyle polis memuruna bilinçsizce bakarken Elif de güçlükle konuşarak, ‘’Peki, Berkant iki gün önce nasıl ölmüş olabilir ki? Dün gece Berkant kendi cep telefonundan Burcu’nun cep telefonuna mesaj göndermiş, üstelik telefondaki mesaj da bana yardım edin yazıyor. Bunu az önce size de göstermiştik. Böyle bir şey nasıl olabilir ki? Acaba onu öldüren katil mi gönderdi bu mesajı?’’ diye sordu. Ağlamaklı sesiyle!

‘’Hayır, cinayet değil. Ama belki de bir başkası yazmış olabilir. Bilemiyorum. Eğer öyleyse bu işin boyutu da değişiyor demektir. Çünkü delikanlının kalp krizinden hayatını kaybettiği belirlendi ve kişisel eşyalarının arasında cep telefonu bulunamadı. Yapılan incelemeler sonunda orada çok fazla tuhaflık olduğu söyleniyor.’’ diye yanıtladı. Polis memuru!

‘’Memur bey, lütfen açık konuşun. Berkant nasıl ölmüş?’’ dedi. Sert bir üslupla! Elif.

  ‘‘Berkant, geçtiğimiz hafta kiraladığı beyaz renkli bir arabayla Kara Göle yakınlarında ailesine ait olan ve şu anda kullanılmayan eve gitmiş. Anlaşılamayan şekilde evde yangın çıkmış ve ev büyük ölçüde harap olmuş ama ilginçtir ki Berkant’ın eve hiç girmediği anlaşıldı. Evin kapısının bir kısmı yanmasına rağmen kapının anahtarla açıldığına dair herhangi bir belirtiye rastlanmadı. Üstelik evin önüne park edilmiş aracın iki ön kapısı da açıktı ve evin anahtarı sürücü koltuğunun altına düşmüştü. Zaten evin elektrik şalterleri hiç açılmamıştı. Ayraca sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa yaslanmış bir av tüfeği ve bir kutu fişek vardı. Fişeklerin çoğu koltuğun üzerine ve altına düşerek etrafa saçılmıştı. Berkant’ın ayak izleri Kara Göle giden yolun ağzına kadar ilerliyordu. Cansız bedeni göle giden yol ayrımının sağındaki çalıların arasında yatıyordu. Delikanlının yattığı yerin hemen ilerisinde bir beyzbol sopası bulundu. Ama vücudunda herhangi bir yaralanma ya da boğuşma izi yoktu. Üstelik evin çevresinde Berkant’ın ayak izleri dışında herhangi bir hayvan ya da başka ayak izi yoktu. Bütün bu tuhaflıklar yetmezmiş gibi şimdi de ölümünden iki gün sonra telefonundan gönderilen mesaj meselesi ortaya çıktı. İki gün önce öldü dediğime bakmayın, belki de daha önceden ölmüştür. Bunu henüz bilmiyoruz. Bu durum otopsi sonuçlarının ardından netlik kazanacaktır. Çevre yolundan geçen bir araçtan gelen yangın ihbarı üzerine Berkant’ın orada hayatını kaybettiği anlaşıldı.’’ diye cevap verdi. Polis Memuru!

‘’Tanrım, o şeyler gerçek!’’ diye mırıldandı kendi kendine. Elif. Dehşet dolu yüz ifadesiyle!

‘’Ne, neden bahsediyorsun?’’ diye sordu. Polis memuru.

‘’Yok, bir şey!’’ diye yanıtladı. Elif. Alçak sesiyle!

Burcu hâlâ bilinçsizce dehşete düşmüş gözleriyle onlara bakarken birdenbire üzerine bir ağırlık çöktü. Başı dönmeye ve gözleri kararmaya başladı. Polis memuru ve arkadaşı birbirleriyle konuşurken net sesleri boğuklaşarak anlaşılmaz sözcüklere dönüşmüştü. İşte o anda Burcu aniden olduğu yere yığılı verdi. Gözlerini açtığında kendini bir hastane odasında buldu. Kendini son derece berbat hissediyordu ve karşısında ona endişeli gözlerle bakan arkadaşı Elif ve çok sevdiği teyzesi vardı.

 

 

 

YEDİNCİ BÖLÜM

KORKUTUCU DÖNGÜ

 

 

K

ara Göl yakınındaki evde başlayan ve iki gencin ölümüyle sonuçlanan açıklanamayan tuhaf olaylar zincirinde kafa karıştırıcı pek çok bulgu vardı ve polisin tüm çabalarına rağmen gençlerin gerçek ölüm nedeni belirlenemedi. Beş yıl önce Ocak ayının karanlık günlerinde gençlerin esrarengiz ölümlerinin gizemi bir türlü çözülememişti ve bunun üzerine polis dava dosyasını kapatmak zorunda kalmıştı. Berkant’ın ölüm nedeni kalp krizi olarak açıklanırken Arda’nın ölüm nedenine ilişkin mantıklı bir açıklama yapılamamıştı ve komplo teorisyenlerinin absürt argümanları aradan geçen bunca yıldan sonra bile devam ediyordu. Ayrıca, Burcu’nun polise vermiş olduğu ifadelerinde geçen, 1960 yılında trafik kazasında trajik şekilde hayatını kaybeden Zeynep isimli kızın o gün yanlarında olduğuna dair sıra dışı bir teorisi de vardı. Burcu ve arkadaşlarının o eve geldikleri ilk günden son güne kadar yaşadıkları olağanüstü tuhaf olayların ardından sadece İzmir’in bazı yerel gazetelerinde haberleşen bu trajedi artık havuz medyasının gündemine oturmuştu. Ama Burcu, hiçbir zaman basına bir acıkama yapmadı. Bazı kişiler hem sosyal medyada hem de komplo teorisyenlerinin akıl almaz iddialarıyla kendilerini gündemde tutarak olayın kahramanlarından daha popüler hale gelmişti.

Arkadaşlarının ölümü üzerine Burcu’nun yaşadığı tramvayı atlatabilmesi hiç de kolay olmamıştı. Özel bir klinikte gördüğü psikolojik tedavinin süreci beklenenin aksine meşakkatli ve uzun sürmüştü. Çünkü babası ve annesinin yakalandığı amansız hastalıklar nedeniyle küçük yaşta yetim kalmıştı. O, altı yaşındayken annesini, dokuz yaşında da babasını kaybetmesinin ardından Burcu’yu çok sevdiği teyzesi Didem büyütmüştü. Psikoloğuna göre arkadaşlarının tuhaf ölümleri, çocukluğunda annesini ve babasını üç yıl arayla kaybetmenin yarattığı travmanın yeniden tetiklenmesi sonucu tedavi sürecini uzatmıştı. Ama Burcu ne zaman yere düşerse düşsün, o daima yerden ayağa kalkabilecek güçlü bir iradeye sahipti. Sonunda kendini toparlamayı başardı ve üniversitede örgün eğitimden uzaktan eğiteme geçerek İşletme bölümünü tamamladıktan sonra Kızılay’da ‘Cafétéria & Esprit du café’ adında şirin ve lüks bir kafeterya açtı. Kafeteryanın menüsünde fiyatlar fahiş olsa da mekân oldukça güzeldi. Korkunç geçmişin popülizmi sayesinde kafeterya neredeyse her gün doluydu. Bu durum memnuniyet verici olsa da çevresindeki hiç kimse onun yanında geçmişinden bahsetmeye bile cesaret edemiyordu. Bunu daha önce deneyen talihsiz insanlar olmuştu ama artık buna cüret edecek biri görünmüyor gibiydi. Üstelik altı ay önce başlayan kötü ilişkiler listesine bir yenisi daha eklenmişti. Neredeyse karşılaştığı tüm erkeklerin şapşal olmasından şikayetçiydi. Aslında karşılaştığı erkekler yakışıklı ve karizmatikti ama onların boş bir dış kabuktan ibaret olduklarını anlaması uzun sürmüyordu. İşin aslı, hayalini kurduğu aşk henüz ne zihninde ne de kalbinde belirmemişti. Burcu’nun sert mizacı ve gözlerindeki normal bakışları bile erkekleri baştan çıkartacak kadar cezbediciydi. Çok güzel ve çekiciydi ama aynı zamanda Burcu zaten zor bir kızdı ve yaşadığı zor günlerin ardından onunla geçinmek gerçekten zor bir işti. En iyi anlaştığı kişi, altı yıl önce ölen arkadaşı olarak gördüğü Berkant’tı. Geçmişe dair olan her şeyi geri de bırakıp yeni bir başlangıç yapmıştı. Ama son beş yıldır, bazen Ocak ortasında bazen de sonunda gördüğü kabuslar dışında her şey normal görünüyordu. O şeytani varlıklara dair hiçbir belirti yoktu ama Berkant’ın ölümünden sonra Burcu hiçbir zaman yeni yılı kutlamadı. Yeni yılın 1 Ocak’ı herkes için mutluluk ve umut anlamına gelse de onun için kâbusların başladığı ayın ilk günüydü. Her yeni yılın başında bir ay boyunca yine korkunç kâbusların ortasında kalabileceğinden endişeleniyordu. Ağustos ayının sonunda en yakın arkadaşı Elif, bir yıl önce tanıştığı Cem adında gençle muhteşem bir düğünle evlenmişti. Burcu’nun çok sevdiği arkadaşı evlendikten sonra sahibi olduğu kafeteryada onunla yalnızca bir kez görüşebilmişti. Zor günlerinde kendisine en çok destek verenlerin arasında yer alan sevgili arkadaşı Elif’e minnettardı ve onu özlüyordu. Ama günlük işlerin koşturmacasında günler, aylar çok çabuk geçiyordu ve yakın ilişkileri birbirine bağlayan bağların kopması kaçınılmazdı. Hayatın tüm zorluklarına rağmen ona destek olan insanlar olsa da aslında o da herkes gibi kendi korkularıyla mücadelesinde yapayalnızdı.

Her yeni yılın başında sürekli tekrarlanan döngüde, insanların umutlarının yeşerdiği güne yalnızca iki ay kalmıştı. Burcu, Kasım ayının ilk günün sabahında soğuk bir Ankara havasında uyanmıştı. Anlaşılmaz şekilde son derece gergin ve sinirliydi. Üstelik o kadar iştahsızlık çekiyordu ki, bir dilim ekmek, iki tane siyah zeytin, bir parça beyaz peynir ve bir fincan sert kahveyle kahvaltıyı geçiştirdikten sona evini toplayarak biraz vakit öldürmüştü. Bir an önce evden çıkmak istiyordu ve öğle saatlerinde Ankara’nın Dikmen ilçesindeki evinden çıkıp hızla kafeteryaya doğru yola koyuldu. İşyeri ile evi arasındaki yaklaşık 15 dakikalık kısa mesafeyi aracını kaza yapma pahasına daha hızlı kullanarak işyerine beklenin aksine daha az sürede varmıştı. Kafeteryaya varır varmaz kafede çalışan tüm personeli sudan sebeplerle gereksiz yere azarladıktan sonra kafenin üçüncü katındaki ofisine geçti. Burcu Hanım’ın beklenmedik öfkesine maruz kalan personel, ona kızmaktan çok şaşkındı. Çünkü Burcu Hanım’ın haklı sebeple bile olsa personele bağırıp çağırdığı daha önce görülmüş bir şey değildi. Üstelik tüm personel onu seviyor ve saygı duyuyorlardı. Şu anda bile bu sektörde eşine az rastlanan dürüst, adil ve güler yüzlü bir patrona sahip olmalarının memnuniyetleri, yüzlerinden okunabiliyordu. Ama bugün yüzleri biraz asılmış olsa da Burcu Hanım’ın iç dünyasında yaşadığı sıkıntılar göz önüne alındığında bu duruma pek aldırış etmediler. Belki de acımasız iş dünyasında her şeyi kâr amacı güden ve gözleri para hırsına bürünmüş patronların gazabı, korkunç bir gecenin sabahında anımsanan düşlerin gerçek yaşama dair yansımaları, emekçilerin gerçek kâbusuydu.

Burcu ofisine kapanmasının üzerinden neredeyse iki saat geçmişti ve sonunda ofisten kendini dışarı atarak kafeden ayrıldı. Anlamlandıramadığı huzursuzluğun şiddeti artmıştı ve uzun, sakin bir yürüyüşün kendisine iyi geleceğini düşünüyordu. Ama dışarı oldukça soğuktu ve yağmur çiselemeye başlamıştı. Yaşadığı coğrafya Ankara’ydı. Elbette şu anda Ankara sokaklarında keyif için yürüyüş yapılacak mevsim değildi. Aslında sokaklar insanlarla doluydu ama yürüyüşün sonunda herkesin kendisini nereye götüreceğine dair bir beklentisi ve gayesi olduğu açıktı. Ama Burcu buna aldırış etmeden Kızılay’ın popüler caddelerinde sakin ve sessiz yürüyüşüne devam etti. Burcu birdenbire karşı kaldırımdaki pahalı bir giyim mağazasının önüne doğru yürüyen zarif beyaz paltolu sarışın bir kızı fark etti. Yüzünü uzak mesafeden seçemese de sarı saçları ve yürüyüşü tıpkı Zeynep’e benziyor gibiydi. Kıza dikkatle bakmaya başladı ve bakışlarının ağırlığı azımsanmayacak kadar yoğundu. Mağazanın süslü vitrinine bakarken birden başını çevirip sert bir ifadeyle Burcu'ya baktı. Bu kadar uzaktan birbirlerinin yüzlerini net görmek olanaksızdı ama ilginçtir ki sarışın kız Burcu’yu tanıyormuş gibi görünüyordu. Daha sonra kız birden hızla başını çevirip kalabalığın arasına karıştı. O sırada Burcu kısık sesiyle ‘’Tanrım, bu kız Zeynep!’’ diye kendi kendine mırıldandı.

Burcu, hemen caddenin karşı kaldırımına geçerek kızın arkasından koştu ve kız kalabalığın içinde sakin şekilde yürüdüğünü gördü. Yavaşça sarışın kızın omzuna dokunarak şöyle seslendi:

‘’Zeynep!’’

‘’Ne yapıyorsun sen? Zeynep de kim?’’ diye şaşkın ve endişe dolu bir sesle cevap verdi. Sarışın kız!

Burcu çok kısa süreliğine kızın gözlerine bakmasının ardından, ‘’Kusura bakmayın! Sizi uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma benzettim.’’ dedi.

‘’Önemli değil! Bazen böyle şeyler olur.’’ dedi. Sarışın kız! Değişen yüz ifadesiyle!

‘’Evet, sanırım öyle! Uzaktan sizin 200 metre gerideki bir giyim mağazasına doğru yöneldiğinizi gördüm. Yüzünüzü seçemedim ama yürüyüşünüz ve görünüşünüz arkadaşımı çok andırıyordu. Bir süre size dikkatle bakarken birden siz de bana bakmaya başladınız. Sonra kafanı hızla çevirip uzaklaştınız. Arkadaşım olduğunu düşünerek size seslendim.’’ dedi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Hayır, bahsettiğiniz giyim mağazasının önünde hiç bulunmadım ve sizi ilk kez görüyorum. Az önce ayakkabı mağazasından çıktım. Alışveriş yaptım ve mağazanızdan ayrıldım. Elimdeki çantalardan anlaşılıyor herhalde. Sanırım beni başkasıyla karıştırdınız.’’ diye yanıtladı. Sarışın kız! Şaşkınlıkla!

‘’Tamam, sanırım öyle! Sizi rahatsız ettim. Tekrar kusura bakmayın.’’ diye cevap verdi. Burcu.

Sarışın kız, ‘’Tekrar önemli değil!’’ deyip caddeden aşağı doğru yoluna devam etti.

Burcu kızın arkasından bakıp derin düşüncelere daldı ve aklından geçen karmaşık düşüncelerin içinde kaybolmuştu.    

 ‘’Tanrım, bugün bana neler oluyor böyle! Tamam, sarışın kız Zeynep’e benziyordu ve sonuçta onun Zeynep olmadığını anladım. Ama o kızın dükkânın önünde bana baktığını gördüm ve onun elinde hiç çanta yoktu. Neler oluyor böyle! Ben, keçileri mi kaçırıyorum acaba. Hayır, hayır sanırım, halüsinasyonlar görmeye başladım. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Eve gidip biraz uzansam iyi olacak.’’ diye aklından geçirdi. Burcu.

Burcu tekrar caddenin karşı kaldırımına geçerek kafenin yakınlarına park etmiş olduğu aracına yöneldi. Eve varır varmaz sıcak bir duş aldıktan sonra zorlukla da olsa bir şeyler atıştırdı ve yatağına uzandı. Uyandığında akşam saat 20:00 olmuştu. Kendini biraz daha iyi hissediyordu. Mutfağa gidip kendine sert bir kahve hazırladıktan sonra bir sigara yaktı ve Didem teyzesini aradı.

‘’Merhaba, teyze nasılsın?’’ dedi. Burcu.

‘’Ben, iyiyim. Asıl sen nasılsın?’’ diye sordu. Didem teyze!

‘’Teyze, işin aslı hiç iyi değilim. Bu sabah uyandığımda çok gergin ve huzursuzdum. Öğle saatlerinde hava almak için dışarıya çıktım ve biraz dolaştım. Ama Kızılay’da dolaşırken uzaktan caddenin karşısında Zeynep’i gördüğümü sandım ve onun yanına gittiğimde elbette o kız Zeynep değildi. Uzaktan onu gördüğümde yüzünü tam olarak seçemesem de kızın yürüyüşü ve görünüşü Zeynep’ e çok benziyordu. Üstelik ben ona bakarken birden o da bana bakmaya başladı. Kızla konuştuğumda orada hiç bulunmadığını ve beni ilk kez gördüğü söyledi. Sanırım yine halüsinasyonlar görmeye başladım.’’ dedi. Burcu.

‘’İlaçlarını alıyorsun değil mi?’’ diye sordu. Endişeli sesiyle! Didem teyze!

‘’Elbette, alıyorum. Endişelenme!’’ diye cevap verdi. Burcu.

‘’Teyze, sence! Ben keçileri mi kaçırdım?’’ diye devam etti.

‘’Tabi ki hayır! Bak, kızım! Senin aklın başında ve gayet iyi durumdasın. Sadece çok zor günler geçirdin. Zamanla çok daha iyi olacaksın. Ama Zeynep diye biri yok. Bu kızı aklından tamamen çıkarmalısın.’’ dedi. Didem teyze.

‘’Teyze, bu meseleyi yeniden seninle tartışmak istemiyorum. Sadece beni anlamanı bekliyorum. İlaçlarımı aksatmadan alıyorum ama yine de sinir bozucu şeyler başıma geliyor. Ama şuan da gerçekten iyiyim.’’ diye yanıtladı. Sert tavrıyla! Burcu.

‘’Tamam, kızım! Bir ara bana uğra ve arayı çok fazla da uzatma lütfen! Biraz konuşuruz. Ayrıca bu bir rica değil. Haberin olsun.’’ dedi. Gülümseyerek. Didem teyze!

‘’Seninle baş edebilecek yakışıklı bir delikanlı bulmalısın.’’ diye devam etti.

Burcu, teyzesinin göremediği tatlı gülümsemesiyle, ‘’Etrafım şapşal erkeklerle dolu! Sanırım muhabbet kuşu alacağım. Hani şu mavi renkli olanlardan!’’ diye cevap verdi.

‘’Burcu, seninle uğraşmak zor! Sen nasıl biliyorsan öyle yap.’’ dedikten sonra telefonu kapattı. Didem teyze!

Burcu ertesi sabah uyanır uyanmaz aceleyle kahvaltısını yaptı ve hemen Pet Shop'a giderek erkek ve dişi olmak üzere bir çift sevimli mavi muhabbet kuşu satın aldı. Kuşların cıvıltılarıyla birlikte evdeki derin sessizlik kaybolmuş gibiydi. Muhabbet kuşları o kadar hareketliydi ki bir süre sonra kuşların cıvıltıları baş ağrıtacak dereceye kadar ulaşmıştı. Burcu kuşlarla her gün özenle ilgileniyordu ve yüreği mutlulukla, huzurla dolmuştu. Her geçen gün kuşlara daha da bağlandığını hissediyordu ve kuşlara gerçekten alışmıştı. Muhabbet kuşlarından biri Burcu’yu gerçekten sevmiş gibi görünüyordu. Kuşları oturma odasında serbest bıraktığında Burcu’nun omzuna oturur ve asla yanından ayrılmıyordu. Bir diğeri de Burcu’dan hiç hoşlanmamıştı ve olabildiğince ondan uzak duruyordu. Sakin ve huzurlu günler birbirini kovalarken, Burcu’nun sıra kadem basmış eşsiz gülümsemesi yüzünde tekrar belirmişti ve yılbaşı gecesine sayılı günler kalmıştı. İnsanların çılgınlar gibi kafayı çekmesine sadece üç gün kalmıştı ve barlar, eğlence mekânları ve tekel bayileri tüm hazırlıklarını çoktan tamamlamıştı. Ankara caddelerinin ışıltısı, insanların yüreklerinde beliren umut ışığı her zamankinden daha parlaktı. Geçen yıl olduğu gibi yılbaşının son altı saatine kadar insanlar gün içinde çantalarıyla şehrin popüler caddelerinde koşuşturacak gibi görünüyordu. Ebeveynler, Milli Piyango’nun yılbaşında çekilecek büyük ikramiyesinin büyüsüne kapılırken, çocuklar da Noel Baba’ya bel bağlamıştı. Büyük eğlencenin içine etmek isteyen Noel Baba’nın aksakalının aksine geleneksel kıyafetli ve kara uzun sakallı adamlar da yok değildi.         

Burcu, yılbaşı gecesinde planladıkları harika akşam yemek ziyafeti için yakın arkadaşı Elif ve Didem teyzesinin nazik davetlerini, muhabbet kuşlarının yalnız kalmasından endişe ettiğini söyleyerek saçma bir bahaneyle kabul etmedi. Burcu’nun yılbaşı kutlamalarından pek hoşlanmadığını biliyorlardı ama onun bu alaycı ve anlamsız tavrı karşısında incinmişlerdi. Ama Burcu, prensiplerinden ve kararlı dik duruşundan ödün verecek biri de değildi. Her ne kadar neşesi ve morali yerinde olsa da beş yıl önce o korkunç gecede başlayan kaygıları hala tüm şiddetiyle devam ediyordu. Sahip olduğu kafeteryayı yılbaşı gecesi için süslemek isteyen personele de izin vermedi. Kızılay’ın popüler caddesindeki kafelerin, mağazaların ışıltısı arasında sıkıcı ve sıradan görünen tek dükkân Burcu’nun kafeteryasıydı. Ama diğer kafeterya sahiplerini kıskandıracak derecede mekân tamamen doluydu ve kafedeki yoğunluk sabahın ilk ışıklarından akşam kapanış saatine kadar hiç durmuyordu. Burcu yılbaşı günü erkenden kalktı ve önce çok sevdiği kuşlarıyla ilgilendikten sonra sıradan olağan kahvaltısı yaptı. Daha sonra dairesinden ayrılarak kafenin yolunu tuttu. Gülümseyerek kafeye girip çalışanları selamladıktan sonra garsonun birinden ofisine bir fincan kahve ve atıştırmalık kurabiye getirmesini rica etti. Burcu daha sonra kafenin müdürü Erdem Bey’e 20 dakika sonra ofise gelmesini söyleyerek üçüncü kattaki ofisine çıktı. Burcu hemen işe koyulup bilgisayardaki muhasebe programından cari hesapları ve kafenin genel durumunu dikkatle kontrol ederken, ofisin kapısı çalındı. ​​ Gelen kişi garsonlardan biriydi. Burcu’nun masasına bir fincan kahve ve atıştırmalık kurabiyeleri bıraktıktan sonra ofisten ayrıldı. Bir süre sonra ofisin kapısı yeniden çalındı ​​ve bu sefer gelen kişi kafeterya müdürü Erdem Bey’di.

Burcu, çalışma masanın önünde birbirine karşılıklı bakan koltuklardan birine oturan Erdem Bey’e gülümseyerek baktı ve şöyle dedi:

‘’Erdem bey, nasılsın? Nasıl gidiyor? Herhangi bir sorun var mı? Biliyorsun çok sık kafeye gelmiyorum. Sayenizde! Güvenilir bir müdüre sahip olduğum için kendimi şanslı sayıyorum ve yokluğumu hiç aratmıyorsunuz.’’

‘’Teşekkür ederim. Burcu hanım! Hiç bir sorun yok ve gördüğünüz gibi her şey yolunda!’’ diye yanıtladı. Kafeterya müdürü Erdem!

‘’Evet, bunu görebiliyorum. Kafenin genel durumunu yakından inceledim ve gerçekten çok iyi durumdayız.’’ dedi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Evet, çok şükür! İyi durumdayız.’’ diye cevap verdi. Kafeterya müdürü!

‘’Bu arada geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yılbaşı ikramiyelerini ay sonunda tüm çalışanların hesaplarına yatıracağım ve ayrıca tüm çalışanların maaşlarında da iyileştirme yapacağım. Ama bunu daha sonra konuşuruz.’’ dedi. Tatlı gülümsemesiyle! Burcu.

‘’Aslında tüm çalışanlar bu konuyu merak ediyordu ve ben de şimdi bunu size soracaktım. Ama siz ben den önce davrandınız.’’ diye yanıtladı. Mutlulukla! Erdem!

‘’Evet, aklındaki soruları gözlerinden okumak hiç de zor olmadı. Neyse ben birazdan kafeden çıkacağım, bir sorununuz olursa ya da bir şeye ihtiyacınız olursa bana nasıl ulaşacağını biliyorsun.’’ dedi. Burcu. Tüm ciddiyetiyle!

‘’Elbette, Burcu Hanım!’’ diye karşılık verdi. Kafeterya müdürü Erdem!

Bunun üzerine kafeterya müdürü ofisten mutlulukla çıkarak işinin başına döndü. Bu sırada Burcu, kameradan yakın arkadaşı Elif ve eşinin kafenin kapısından içeri girdiğini gördü. Elif ve Cem giriş kattaki tüm masalar dolu olduğu için ikinci kattaki cam kenarındaki masaya oturdular. Burcu sevinçle arkadaşının yanına gitti ve dostça selamlaştıktan sonra Elif’in yanındaki boş sandalyeye oturup ‘’Sipariş verdin mi?’’ diye sordu.

‘’Evet!’’ diye cevap verdi. Elif.

Bir süre sonra siparişler masaya geldi ve garson servisi tamamladıktan sonra Burcu da bir fincan kahve istedi. Bu sırada Cem, ‘’Bu akşam harika bir ziyafet var ve senin de katılmanı istiyoruz.’’ dedi.

Elif birden araya girerek, ‘’Sakın muhabbet kuşu saçmalığına gireyim deme! Şu anda yanımda oturuyorsun. Bak, saçını başını yolarım.’’ dedi. Kahkaha atarak.

‘’Tamam, çocuklar! Haklısınız. Nazik davetiniz için çok teşekkür ederim ve bunun en iyi bahanem olmadığının farkındayım. Ama ben yılbaşı kutlamalarından hoşlanmıyorum. Yılbaşına dair hiçbir kutlamaya katılmayacağım. Bunun için geçerli nedenlerim var ve çok ciddiyim. Beni anlamanızı ve benim kararıma saygı duymanızı bekliyorum. Bu akşam erkenden yatıp harika bir uyku çekeceğim. Ama söz veriyorum, bir ay sonra hep birlikte toplanıp harika bir akşam yemeği ziyafeti çekeceğiz.’’ diye cevap verdi. Burcu. Kararlı ve ciddi bir tavırla!

‘’Ayrıca siz eğlenmenize bakın. Benim için endişelenmenize hiç gerek yok çünkü ben konforlu yatağımda huzurlu bir gece geçireceğim.’’ diye devam etti.

Burcu’nun kararlı ve sert tavrının üzerine söylenecek bir söz kalmamıştı ve arkadaşları geri adım atarak ortam derin bir sessizliğe bürünmüştü. Bu sırada Burcu, az önce masaya gelen kahvesini yudumlarken, Elif kaygılı sesiyle şunları söyledi:

‘’Burcu, o şeytani varlıklara dair belirtiler var mı, seni hala rahatsız ediyorlar mı?’’

‘’Hayır, henüz çok korkutucu bir şeyle karşılaşmadım. Ama yarın 1 Ocak ve ay sonuna kadar beni neyin beklediğini bilmiyorum. Bunu yaşayıp göreceğim. Geçen yıl Ocak ayını korkunç kâbuslarla atlatmıştım. Aslında son iki yıldır Ocak ayının belirli günlerinde kâbuslardan başka bir şey olmadı. Ama içimde kötü bir his var. Yaklaşık bir buçuk ay önce sokak ortasında Zeynep’i gördüm. Gerçekten o lanet kızı gördüğümü sandım. Ama yanılmışım. Gördüğüm o şeyin, halüsinasyon olduğunu anlamam uzun sürmedi.’’ diye cevap verdi. Burcu. Kaygı dolu sesiyle!

‘’O kızı nasıl gördün, ilaçlarını alıyorsun değil mi?’’ diye sordu. Elif. Tedirgin dolu sesiyle!

‘’Elif, teyzem gibi konuşuyorsun. Tabii ki ilaçlarımı alıyorum. Endişelenme! Bu sadece bir halüsinasyondu ama tüyler ürperticiydi.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Artık bu konuyu kapatalım çünkü bu mesele hem beni hem de sizi geriyor. Bunu Cem’in gözlerinden görebiliyorum.’’ diye devam etti. O tatlı gülümsemesiyle!

‘’Hiç de bile! Ben gayet sakinim. Bazı şeyler açıklanamıyor diye aptalca şeylere inanmak zorunda değiliz. Her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır.’’ diye cevap verdi. Cem.

Bu sözlerin ardından aniden yüz ifadesi değişen Burcu, tüm ciddiyetiyle ve tüyler ürpertici alçak sessiyle şunları söyledi:

‘’Altı yıl önce Berkant da buna benzer şeyler söylüyordu. Ama o artık aramızda değil. Asıl mesele onlara inanmak ya da inanmamakla ilgili değil. Onlarla karşılaştığınızda ne yapabileceğinizle ilgilidir.’’

Elif, ‘’Tamam, tamam! Cidden bu konu artık sıkıcı olmaya başladı. Bu meseleyi kapatsak iyi olur.’’ dedi ve çantasından küçük bir paket çıkarıp Burcu’ya uzattı.

‘’Bu da ne?’’ diye sordu. Burcu. Şaşkınlıkla!

‘’Küçük bir hediye!’’ diye yanıtladı. Elif.

‘’Hediye mi?’’ diye tekrar sordu. Burcu.

‘’Evet, bu bir hediye! Bugün sevgili arkadaşıma bir hediye almak istedim.’’ diye yanıtladı. Elif.

Burcu, önce hediye paketine baktı ve daha sonra arkadaşının gözlerine bakarak şöyle dedi:

‘’Elif, çok teşekkür ederim. Çok naziksin ve çok mutlu oldum. Ama bu hediyeyi kabul edemem.’’

‘’Neden ki?’’ diye sordu. Şaşkın bir yüz ifadesiyle! Elif.

‘’Daha önce de söylediğim gibi yılbaşına ilişkin hiçbir şeyi kabul etmiyorum. Bu ister bir hediye olsun, ister içtenlikle söylenen yeni yıl dilekleri! Bunların hiçbiri benim için bir şey ifade etmiyor. Her yıl aynı şeyleri söylemekten yoruldum. Lütfen benim için yılbaşına dair hiçbir şey yapmayın. Elif, üzgünüm. Seni kırmak istemezdim ama bunu söylemem gerekiyordu artık. Çünkü siz farkında değilsiniz ama sizin bu davranışlarınız benim ruhumu incitiyor.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Tamam o halde! Öyle olsun! Ama Burcu, sen gerçekten saplantılı bir insansın.’’ dedi. Elif. Öfkeli sesiyle!

‘’Evet, dediğin gibi ben saplantılıyım. Haklısın! Zaten beni anlamınızı beklemiyorum. Sadece bir gün bile olsa düşüncelerime saygı duymanızı bekliyorum. O kadar! Sanırım sizden çok fazla bir şey istemiyorum ve bana verebileceğiniz en güzel hediye bu!’’ diye karşılık verdi. Burcu. Sakin ve kararlı tavrıyla!

‘’Bu meseleyi artık gerçekten kapatalım. Çünkü bu hayatta kahrolası yeni yıl kutlamalarından daha değerli şeyler var.’’ diye devam etti.

Burcu’nun bu sert çıkışından sonra bu konuyla ilgili başka bir şey söylemediler. Elif ile Cem’in yüzleri asılmıştı ama bunu belli etmemeye çalışıp daha farklı konular hakkında konuşmaya başladılar. Burcu her şeyin farkındaydı ama buna hiç aldırış etmeden sanki az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi olağan güler yüzlü tavrına bürünmüştü ve arkadaşlarıyla içtenlikle konuşuyordu. Beş dakika önceki tavrından eser kalmamıştı ve arkadaşlarının sinirini bozacak kadar doğal bir tavrı vardı. Kesinlikle rol yapmıyordu ve gerçekten de neşeli görünüyordu. Aklından neler geçtiğini tahmin etmek her zaman zordu ama etrafındaki insanlar bu duruma alışmış olsa da bazen dayanılmaz hale gelebiliyordu.

Bir süre sonra Elif ve Cem ikinci kahvelerini bitirip Burcu’yla vedalaşarak kafeteryadan ayrıldılar. Sokağın sol tarafından otoparktaki araçlarına doğru yürürken Cem alaycı sesiyle şunları söyledi:

‘’Bu kız cidden hasta! Burcu’nun anlattığı şeylere gerçekten inanıyor musun?’’

‘’Evet, ona inanıyorum. Daha önce de söylediğim gibi ilk başta bazı şüphelerim ve kaygılarım vardı ama o gün karakolda yaşananlardan sonra hiç şüphem kalmadı. Ayrıca arkadaşım hakkında konuşurken lütfen saygılı ol. Eğer ben Burcu’nun yerinde olsaydım ve onun yaşadıklarının küçük bir kısmını bile yaşamamış olsaydım. Şu anda biz evli olamazdık. Çünkü ben çoktan çıldırmış ve beni tımarhaneye kapatmışlardı. Sanırım delirmiş bir kızla evlenmeyi tercih etmezdin.’’ diyerek kocasını sert bir dille azarladı. Elif.

‘’Ah canım! Hemen de kızıyorsun. Arkadaşına hiç de toz kondurmuyorsun. Ama Burcu bana göre hiç iyi görünmüyor. Ayrıca ben kötü bir şey demedim. Sana yılbaşında ona hediye almamanı söylemiştim! Bu konuya karşı gülünç bir takıntısı var.’’ dedi. Cem.

‘’Burcu hakkında kötü bir şey demediğini söylüyorsun. Ama senin neyi ima ettiğini gayet iyi anlıyorum Cem. Yani onun bahsettiği şeytani varlıklara inandığım için benim de hasta olduğumu mu düşünüyor musun?’’ diye sordu. Elif. Öfkeli sesiyle!

‘’Ah bebeğim! Elbette hayır! Hiç kimse inançları nedeniyle sorgulanamaz. Benim bu tür olaylara olan bakış açımı biliyorsun. Bu tür olaylara karşı kuşkuyla bakıyorum ve düşüncelerimi söylemekten geri duramıyorum. Kusura bakma canım! Seni ve arkadaşını incitmek istemedim.’’ diye cevap verdi ve Cem, Elif’in elini tutarak alnına sıcak bir öpücük kondurdu.

‘’Cem, işin aslı! Senin çıkışın Burcu’nun umurunda bile olmadı. Burada kırılan sadece ben oldum. Kendinden o kadar emin ki lafını söyledi ve eski neşeli haline geri döndü. Burcu’yu neredeyse çocukluğumdan beri tanırım. Evet, her zaman sert mizaçlı bir kızdı ama asla böyle olmamıştı. Her ne olduysa o lanet sömestr tatilini geçirdikleri o evde oldu. Onun takıntısını bilmeme rağmen ona Yılbaşı hediyesi aldım. Belki düzelmiştir diye düşündüm. Ama yanılmışım.’’ dedi. Elif.

‘’Evet, canım! Şaşırtıcıydı. Bir anda saman alevi gibi parlıyor ve sonra hiçbir şey olmamış gibi hızla eski neşeli haline geri dönüyor. Kesinlikle numara yapmıyor. Aslında bu müthiş bir özellik! Burcu her zaman mı böyleydi, yoksa bahsettiğiniz korkunç olaylardan sonra mı böyle oldu?’’ diye sordu. Merakla! Cem.

‘’Onu tanıdığımdan beri böyle! Aklından neler geçirdiğini kestirmek çok zordur. Ben buna alışsam da bazen sinir bozucu olabiliyor.’’ dedi. Gülümseyerek. Elif. 

Cem, ‘’Neyse bunu sonra konuşuruz. Sonunda otoparka geldik. Hadi artık eve gidelim.’’ dedikten sonra arabaya binip evin yolunu tuttular.

Kafede biraz daha oyalandıktan sonra Burcu markete giderek bir şişe kaliteli kırmızı şarap ve akşam yemeği için ufak tefek şeyler satın aldı. Eve geldiğinde saat akşam 17:00’yi geçiyordu. Bir süre muhabbet kuşlarıyla ilgilendikten sonra mutfağa giderek kendine bir fincan çay hazırladı. Bir sigara yaktı ve çayını yudumlarken aniden kapı zili çalmaya başladı. Gelen kişi Burcu’nun teyzesiydi. Birbirleriyle içtenlikle selamlaşmalarının ardından mutfağa geçtiler. Burcu, teyzesinin çayını hazırlarken, teyzesi henüz yılbaşı gecesi ile ilgili tek kelime etmemiş olmasına rağmen Burcu, yılbaşından bahsetmemesi için onu en başından ciddi bir şekilde uyardı. O sırada teyzesinin şaşkın yüz ifadesinde, belki de yılın son saatlerinde aklından geçen düşünceler zihninin karanlığına gömülmüştü. Teyzesi, bu konuda tek kelime etmedi. Zaten bu malum konuyu açacak cesareti de kendinde bulamamıştı. Sadece sıradan konularda sohbet ettiler. Ama Burcu’nun neşeli tavrı teyzesini mutlu edecek yeterli sebepti. Geçen bir saatin ardından Burcu’nun teyzesi evden ayrıldı. Burcu akşam yemeği için hemen işe koyuldu ve iyi bir akşam yemeğinin ardından televizyonun karşısına geçerek güzel bir bilim kurgu filmi seçtikten sonra cep telefonunu kapatarak sehpanın bir köşesine fırlattı. Daha sonra kırmızı şarabın mantarını dikkatle açtı ve kendine bir kadeh şarap doldurdu. Filmi başlatıp keyifle izlemeye başladığında akşam saat 21:00 sularıydı. Dünyanın pek çok farklı şehrinde insanlar gelecek olan yeni yılın özlemiyle kendinden geçmişti. Ama dairesinin dışında olan hiçbir şey Burcu’nun umurunda değildi. O sadece izlediği bilim kurgu filmine odaklanmıştı ve keyifle şarabını yudumluyordu. İki saatlik filmin ardından şarap şişesinin dibi neredeyse görünüyordu. Burcu, kadehindeki son damla şarabı içtikten sonra yavaş ve dikkatli adımlarla yatak odasına yöneldi ve kendini yatağa atarak derin bir uykuya daldı.

Ocak ayının ilk haftası,

Burcu, sabahın saat 10:00 sularında gözlerini açtığında tüm vücudu kasılmıştı, hafif bir baş ağrısıyla ve biraz da tedirginlikle uyanmıştı. Dün gece hatırlayabildiği kadarıyla korkutucu rüyalar görmemişti. Bu muhtemelen şarabın etkilerinin bir yansıması olan sabah sendromuydu. Kendi kendine homurdanan huysuz yaşlı kadınlar gibi homurdanarak önce banyoya gitti, sonra oturma odasına girdiğinde televizyonun açık olduğunu ve ortalığın berbat bir halde olduğunu gördü. Dün gece sehpanın üzerine koyduğu cep telefonuna baktı ama telefon sehpanın üzerinde değildi. Telefonunu dikkatle aramaya başladı ve sehpanın altına, üstüne, etrafına ve her yerine baktı ama telefon gerçekten de yoktu. Dün gece oturduğu kanepenin üzerinde olmadığını bildiği halde telaş içinde kanepenin her yerine baktığında yine telefonu bulamamıştı. Daha sonra endişeli gözlerle etrafa bakınırken telefonun kanepenin sağındaki tekli koltuğun arasına sıkışmış olduğunu fark etti. Hemen cep telefonunu uzandı ve hayretle kendi kendine şöyle dedi:

‘’Dün gece telefonu sehpanın üzerine koyduğuma eminim! Üstelik telefon açık! Bu nasıl olabilir? Tamam, dün gece bir şişe şarabı devirmiş olabilirim ama lanet telefonu kapatıp sehpanın üzerine koyduğumu hatırlıyorum. Şuraya bak, mesaj kutusu dün geceye dair aptal mesajlarla dolmuş.’’

Burcu, telefonuna gelen tüm mesajların yılbaşı ile ilgili olduğunu düşünerek tüm mesajları okumadan silerken tereddüt bile etmedi. Daha sonra muhabbet kuşlarının durgun, sakin ve sessiz oluklarını fark etti ve ‘’Her gün hareketli ve cıvıl, cıvıl olan kuşlara ne oldu da bugün bu kadar sessizleştiler?’’ diye düşündü.

Kuşlar kafesin bir yerine tünemiş sessizce duruyorlardı ve üstelik yemlikleri tamamen doluydu. Burcu kuşlarla ilgilenip onlara seslenmesine rağmen kuşlar hiçbir tepki vermedi. Üstelik ona oldukça alışkın olan muhabbet kuşu bile tepkisizdi. Bunun üzerine Burcu kuşların hastalanmış olabileceği endişesine kapılarak banyoya doğru ilerledi. Duş aldıktan sonra bir şeyler atıştırıp kendini dışarıya attı. Hava soğuk olmasına rağmen yağmur ya da kar yağmıyordu. Hatta Ocak ayının ilk günü hava olağan Ankara havasından çok uzaktaydı ve Burcu çok sevdiği Kuğulu Park’a giderek bir bankta oturup bir sigara yaktı. Ardından yanında getirdiği termostan kahveyi karton bardağa döktükten sonra kahvesini keyifle yudumlamaya başladı. Bir süre sonra Burcu arka arkaya iki uzun telefon görüşmesi yaptı. Önce teyzesiyle, sonra da Elif’le konuştu. Telefon görüşmesinin konusu her zamanki olağan konulardı. Durgun ve boş gözlerle parkta dolaşan insanlara ve çevreye bakarken aklında endişe dolu düşünceleri vardı. Beklediği gibi Ocak ayı yine açıklayamadığı tuhaflıklarla başlamıştı. Bir yandan bunlara sebep olan şeylerin kötü varlıklar olduğunu düşünüyordu ama diğer yandan da zihninin ona oynadığı kötü bir şakaydı. O korkunç sömestr tatili ve Ocak ayının tüyler ürpertici döngüsünde arkadaşlarının gizemli ölümünü aklından çıkaramıyordu. Ocak ayının son haftasını geçirdikleri sömestr tatilinde yaşanan korkunç olaylardan bir yıl sonra yine Ocak ayının son haftasında Arda ve Berkant hayatını kaybetti ve beş yıl sonra yine Ocak ayının ilk günüydü ama günlerin çok çabuk geçeği barizdi. Zeynep meselesi de yaşanan tüm bu olaylar döngüsünün tam ortasındaydı. Belki de Ocak ayı döngüsü tam bir saçmalıktı ve zihninin ona oynadığı bir oyundu. Üstelik son üç yıldır kâbuslar dışında gözle görülür olağandışı hiçbir şeyle karşılaşmamıştı. Olan biten her şeyi mantıksal bir varsayıma dayandırmaya çalışsa da açıklayamadığı tek şey, tüm bu korkunç olayların neden yaşandığıydı. Burcu parkta geçirdiği süre boyunca aklındaki düşüncelerinin ağırlığına daha fazla dayanamayıp kafeye gitti. Birkaç saat orada oyalandıktan sonra saat 16:00 sularında dairesine geri döndü. Evinde geçirdiği tedirgin dolu saatlerin ardından gece saat 23:00 sularında yatağına uzanarak derin bir uykuya daldı. Hafta boyunca birkaç sabah kâbuslar yüzünden ter içinde uyanmak dışında farklı bir şey olmamıştı.

Ocak ayının ikinci haftasının ilk gününden son gününe kadar Burcu geceleri nereden geldiği belli olmayan bazı rahatsız edici belli belirsiz tıkırtıların sesiyle uyanıyordu ve sanki özellikle uykusunun bölünmesi isteniyormuş gibiydi. Üstelik gece yarısı her uyandığında yatak odasında birilerinin onu izlediği hissine kapılıyordu. Aynı zamanda evde, kafede, sokakta birilerinin onu takip ettiği hissine kapıldıkça işler daha da dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Bu da yetmezmiş gibi sabah uyandığında daha önce yerleştirdiği eşyaların taşındığını ve başka bir yerde olduğunu, bazen de bazı eşyalarının tuhaf bir şekilde ortadan kaybolduğunu fark ediyordu.

Üçüncü haftanın ilk beş gününde olağan dışı bir tuhaflık olmadan sakin geçmişti. Öğleden sonra saat 15:00 sularında Burcu mutfakta oturmuş çayını yudumlarken cep telefonu çalmaya başladı ve arayan kişi arkadaşı Elif’ti ve son derece endişeli sessiyle arkadaşını akşam yemeğine davet ettiğinde Burcu bu sefer arkadaşının davetini içtenlikle kabul etmişti ama içi son derece huzursuzdu.      

Burcu, akşam saatlerinde havanın kararmasıyla evinden çıkıp arkadaşının evine gitti ve eve vardığında harika bir sofranın hazırlanmış olduğunu gördü. Arkadaşı Elif’in sıcak karşılamasının ardından Burcu, Cem’i selamlayarak oturma odasına geçti. ‘’Elif, sofra harika görünüyor ama bu kadar zahmet etmeye hiç gerek yoktu.’’ dedi. Tatlı gülümsemesiyle! Burcu.

‘’Canım! Olur, mu öyle şey? Zaten sıklıkla böyle organizasyonlara katılmıyorsun ve bunun keyfini sürmek istedik. Ama ben yine davetimi geri çevireceğini düşünmüştüm ve beni son derece şaşırttığını söyleyebilirim.’’ diye cevap verdi. Yılbaşı gecesini ima ederek! Elif.

Burcu, arkadaşının sitemkâr tavrını anlamamış gibi yaparak gülümseyerek şöyle cevap verdi:

‘’Yemekler gerçekten çok leziz görünüyor ve çok teşekkür ederim. Bunun yanı sıra biraz abarttığını düşünüyorum Elif. Ben sevdiğim insanlarla bu tür organizasyonlara katılmaktan her zaman mutluluk duymuşumdur.’’

‘’Bu arada telefonda sesin oldukça endişeli geliyordu. Bir sorun mu var?’’ diye devam etti.

‘’Sana anlatmak istediğim bir şey var. Ama bunu yemekten sonra konuşuruz. Hadi artık yemeğe geçelim!’’ dedi. Elif.

‘’Bence de!’’ diye cevap verdi. Araya girerek. Cem.

‘’Oldukça acıktığınızı buradan görebiliyordum.’’ diye devam etti.

‘’Evet, evet! Çok fena açıktık doğrusu!’’ dedi. Gülümseyerek. Burcu.

Keyifli bir akşam yemeğinin ardından çaylarını yudumlarken Burcu merakla arkadaşına dönerek ‘’Elif, bana ne söyleyecektin?’’ diye sordu.

‘’Son birkaç gündür korkunç rüyalar görmeye başladım.’’ diye yanıtladı. Elif. Endişe dolu sessiyle!

‘’Peki, ne görüyorsun?’’ diye hemen sordu. Burcu. Gergin vücudunun titreyen sesiyle!

Elif endişeli sesiyle sözlerine şöyle başladı:

‘’Dehşet verici anlardı ve daha önce hiç bu kadar nefesimin kesildiğini hatırlamıyorum.’’

‘’Yatağa uzandıktan sonra hemen derin bir uykuya dalıyorum. Sırt üstü yatar vaziyetteyken tüm vücudum buz kesiliyor ve daha sonra birden karanlığın içindeki belli belirsiz gölgeler etrafımı sararak bana doğru yaklaşıyorlar. Şekilsiz gölgeler birden insan bedenine dönüşen figürlere dönüşüyor. O anda ne hareket edebiliyorum ne de çığlık atabiliyorum. Cem’in yanımda yatığının farkındayım. Hatta nefesini bile hissedebiliyorum ama sesimi ona duyuramıyorum. O dehşet verici anlarda sadece sessiz çığlıklarımın içinde boğuluyorum. Konuşamıyordum. Çığlık atamıyordum. Birkaç gecedir aynı kâbusları görmekten mustaripim.’’ diye devam etti.

Bunun üzerine Burcu’nun tüm gergin vücudu gevşedi ve kendini çok rahatlamış hissederek kendinden emin bir şekilde şöyle cevap verdi:

‘’Elif, bu karabasan! Yani bilimsel adıyla buna uyku felci deniyor. Endişelenme hiç gerek yok. Karabasan gördüğünü iddia eden herkes zaten aynı semptomları yaşıyor. Bu gelip geçici bir fenomendir.’’

Araya giren Cem, serzenişte bulunarak şöyle dedi:  

‘’Canım, sana bunun uyku felci olduğunu söylemiştim. Ama bir türlü sana kendimi dinletemedim. Sebepsiz yere endişelenmeye ve kendini korkutmaya devam ettin.’’

‘’Tamam Cem! Üstüme gelme lütfen! Elbette uyku felcinin ne olduğunu biliyorum. İlk kez böyle bir şey yaşadım ve bu tür şeyler beni korkutuyor.’’ diye yanıtladı. Elif.

‘’Çocuklar, biraz sakin olun!’’ dedi. Gülümseyerek. Burcu.

‘’Uyku felci, yani halk dilinde karabasan denilen şey berbat bir şeydir. Ama endişelenme hiç gerek yok Elif. Bunu deneyimi herkes yaşayabilir. Zaten yaşıyor da! Bak, Elif beni tanıyan en iyi kişilerden birisin. Eğer, ciddi bir şey olduğunu düşünseydim şu anda gülümsüyor olmazdım. İnsanlar gerçekten korktukları zaman gerçeklik algısı değişir. Beynimiz daima bizi manipüle eden bir organ olduğunu unutmamız lazım.’’ diye devam etti.

‘’Bunu söyleyene de bak!’’ dedi. Kahkaha atarak. Elif.

‘’Burcu, bunu söylediğine inanamıyorum. Tıpkı psikolog gibi konuştun doğrusu. Gerçekten garip bir kızsın.’’ diye cevap verdi. Gülümseyerek. Cem.

‘’Aslında haklısınız. Yaşadığım onca korkutucu şeyden sonra bunları söylemem size tuhaf görünüyor olabilir. Ama sanki Araf’tayım. Zihnim gerçeklik ile gerçeklik dışı arasındaki boşluğun içinde sıkışıp kalmış durumda! Bazen neyin gerçek neyin gerçek olmadığını ayırt etmek güç oluyor. Ama ortada somut bir gerçek var. İki yakın arkadaşım henüz açıklanamayan sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. İşte bu canımı acıtıyor. Çünkü bu saldırıların tamamı zihinsel değil fizikseldi.’’ dedi. Burcu. Endişe dolu sesiyle!

‘’Ayrıca gece vakti başımızı göğe doğru kaldırıp güneşe baktığımızda onu göremeyiz ama onun orada olduğunu biliriz. Onları göremiyor olmamız var olmadıkları anlamana gelmez. İnanın bana, sırf onlara inanmak için onlarla berbat bir gece geçirmek zorunda kalmak istemezsiniz. Yani bu şeytani varlıklar gerçek.’’ diye devam etti.

Burcu o kadar etkili ve tüyler ürpertici bir sesle konuşuyordu ki Cem’in bile tüyleri diken, diken olmuştu. Cem, kısa bir süre düşündü ve Burcu’ya bakarak merakla şunu sordu:

‘’Daha önce bahsettiğin gibi şuanda Ocak ayındayız. Olağan dışı korkutucu şeyler oluyor mu?’’

‘’Tanrı’ya şükür! Şuana kadar ciddi bir saldırı olmadı. Ama bazı tuhaflıklar olmuyor da değil.’’ diye yanıtladı. Burcu.

Elif araya girerek, ‘’Ne gibi tuhaflıklar?’’ diye heyecanla sordu.

 ‘’Benim hayatımdaki her zamanki olağan şeyler işte. Korkutucu rüyalar görüyorum. Bazen tuhaf bir şekilde eşyalarım evin içinde kayboluyor, bazen de evdeki eşyalarım yer değiştiriyor. Yani geceleri tarağım yatak odasında aynanın karşısında duruyor ve sabah uyandığımda tarağın mutfakta olduğunu görüyorum. Yılbaşı gecesi özellikle cep telefonumu kapatmıştım ama sabah uyandığımda telefonun açık olduğunu gördüm ve koyduğum yerde değildi. Bu yalnızca bir kez oldu. En dayanılmaz olanı da gece yarısı nerden geldiğini anlayamadığım seslerle aniden uyanıyorum ve birilerinin beni izlediği hissine kapılıyorum. Ama son beş gündür hiçbir şey olmadı. Normal ve sakin geçti.’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Gerçekten de garip olaylar.’’ dedi. Cem.

Daha sonra Cem alaycı bir gülümsemeyle sordu:

‘’Bütün bunların zihninizin size oynadığı oyunlar olabileceğini hiç düşündünüz mü?’’

‘’Evet!’’ diye yanıtladı. Burcu. Son derece sakin tavrıyla!

‘’Zaten kesin bir yargıya varamadığım için tüm bunları tuhaflık olarak nitelendiriyorum.’’ diye devam etti.

Kısa bir sessizliğin ardından Burcu alçak ve sakin ses tonunu değiştirerek tüm ciddiyetiyle şunları söyledi:

‘’Bak, Cem! Bana inanmadığın bariz görünüyor. Bu tür şeylere de oldukça uzaksın. İyi ki de uzaksın. Ama lütfen onlar hakkında alaycı sözler söylemekten kaçınmalısın. Çünkü Berkant da aynı senin gibi alaycı konuşuyordu. Hem de kâbusun tam ortasındayken bunu defalarca yaptı. Ama sonu hiç de iyi olmadı. Sana onun ıssız bir yerde av tüfeği ve beyzbol sopasıyla tek başına kalp krizinden öldüğünü hatırlatmak isterim. Ayrıca evinin açıklanamaz bir şekilde yandığını da belirtmeliyim. Ben alaycı tavırlarını kişisel olarak üzerime almıyorum. Ama onlar alabilirler. İnan bana! Bu iş uyku felcine falan benzemez.’’

‘’Burcu, haklı! O doğru söylüyor. O evde yaşanan her detayını biliyorum. Üstelik yıllardır bu kadar korkutucu olaylar, tuhaflıklarla açıklanamaz.’’ diye yanıtladı. Elif. Endişeli sessiyle!

‘’Tamam, tamam! Çenemi kapatıyorum. Yoksa bu gece rahat uyuyamayacağım.’’ dedi. Cem.

‘’Cem, bu akşam yaptığın en doğru tespit bu gibi görünüyor.’’ diye cevap verdi. Elif. Sert ve gür sesiyle!

‘’Arkadaşlar artık gereksiz tartışmaları bırakalım. Daha önce de söylediğim gibi bu sizin onlara inanıp inanmamanızla ilgili değildir. Burada asıl mesele, onlarla karşılaştığınız da ne yapabileceğinizle ilgilidir. Her neyse, saat oldukça geç oldu. Artık eve gitsem iyi olur. Harika lezzetli yemekler ve tatlı sohbettiniz için teşekkürler!’’ dedi. Burcu. Belli belirsiz gülümsemesiyle!

Elif, arkadaşının biraz daha kalması konusunda ısrar etse de Burcu’yu ikna etmek o kadar da kolay değildi. Burcu nihayet arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra hemen evinin yolunu tuttu. Apartmanın kapısından içeri girdiğinde saat gece 23:00 sularıydı. Bir anda tüm vücudu buz kesilmişti. Sanki apartmanın koridorları dışarıdan daha soğuktu. Birdenbire içinde anlamlandıramadığı bir huzursuzluk belirdi. Dördüncü kattaki dairesindeki kapının eşiğine geldiğinde içindeki tedirginliği daha da çok artmıştı ve deliye dönen kalbi bozuk pusulanın yalpalanması gibi çılgınca dönüyordu. Dairesine girdiğinde her şey normal görünüyordu. Ama evin içi sandığından daha soğuktu ve çürük et kokusuna benzer iğrenç bir koku vardı. Öncelikle evin tüm pencerelerini açtıktan sonra doğalgazın kesilmiş olabileceğini düşünerek hemen doğalgazlı radyatörleri kontrol etti ve elini uzun süre radyatörlerin üzerinde tutamayacak kadar sıcak olduğunu gördü. Daha sonra oturma odasındaki yemek masasının üzerinde bulunan kuş kafeslerindeki muhabbet kuşlarının ürkek davranışları gözüne ilişti. Kuşalar birbirlerine sokularak büzülmüş halde sakin, sessiz ve tedirginlikle öylece duruyorlardı. Bir terslik olduğu barizdi ama ‘’Burada neler oluyor böyle?’’ diye düşündü. Burcu.

Aklında beliren düşünceler dudaklarından çıkamayacak kadar korkutucuydu. O anda yatak odasından gelen belli belirsiz bir hayvanın sesini işittiğini sandı. Soğukkanlılıkla biraz bekledi ve sese kulağını kabarttı. Gerçekten de kahrolası odadan bir hayvanın sesi geliyordu. Uzun süre olduğu yerde hareketsiz kaldı ve ne yapması gerektiğini düşündü. Delicesine koşarak dairesinden olabildiğince uzaklaşacak mıydı, yoksa insani merak güdüsüne teslim olmuş halde o lanet odaya gidip orada neler olup bittiğini mi görecekti? Elbette, Burcu da her aptal insan gibi kaçınılmaz olan eylemi gerçekleştirmesinin hazından kaçamazdı. Burcu, yavaş ve sakin adımlarla yatak odasında doğru ilerledi ve kapının eşiğine geldiğinde kapıyı hafifçe araladıktan sonra ışıkları yaktı. Gördükleri karşısında sanki tüm kanı çekilmiş gibi orada öylece hareketsiz duruyordu. O anda ne çığlık attı ne de başka bir şey! Sadece hayretle yatağının üzerindeki o şeye doğru bakıyordu. Yatağının ortasındaki zarif ipek çarşafların üzerine yayılan yaklaşık üç metre boyundaki Kara Yılan, kendi etrafına dolanmış, iki keskin uzun dişinin arasından çatal dilini çıkarmış, ürpertici bir sesle tıslayarak Burcu’ya bakıyordu. ‘’Tanrım, halüsinasyon mu görüyorum, yoksa bu şey gerçek mi?’’ diye kendi kendine güçlükle mırıldandı.

Burcu, korku dolu ve şaşkına dönmüş gözlerle yılana doğru bakarken, birden yılan kara gövdesini hareket ettirerek yavaşça çarşafların üzerinde süzülmeye başladı. Daha sonra yılan birden duraksadı ve yılanın korkutucu kafası, Burcu’nun yüz hizasına gelene kadar yatağın üzerinde yükseltip doğruldu. O anda yılan son derece korkunç bir şekilde tıslarken, uzun sivri dişlerinden yatağa tükürük benzeri beyaz bir sıvı damlıyordu. Burcu ile Kara Yılan yüz yüze gelmiş birbirlerine bakarlarken, O an tarif edilemeyecek kadar korkunç bir manzaraydı ki sanki soğukkanlı katilin donuk ve dehşet verici gözleriyle bakması gibi Kara Yılan da Burcu’ya aynen öyle bakıyordu. Yılan, istese ona saldırabilecek bir mesafedeydi ama anlaşılmaz şekilde bunu yapmadı. Sanki Burcu’nun buz kesilmiş bedeninin hareket edemeyeceğini biliyormuş gibiydi. Sonunda kendini toparlayan Burcu, içinde biriken korkuyu serbest bırakırken yüksek sesle çığlık atarak var gücüyle sokak kapısına doğru koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki, işittiği belli belirsiz kahkaha seslerinin gerçek olup olmadığından bile emin değildi. Zaten bunu anlayacak kadar vakti olmadığı gibi umurunda da değildi. Burcu karşı dairede oturan komşularının kapısını deli gibi çalmaya başladı. Bu kargaşanın ardından komşu şaşkınlık ve korku dolu gözlerle kapıyı açtı ve Burcu’nun dehşete düşmüş gözleriyle karşılaştı. Komşunun, ‘’Burcu iyi misin, neler oluyor?’’ demesine kalmadan Burcu, panik içinde şöyle dedi: 

‘’Kahrolası yatağımın üzerinde kocaman bir yılan var. Hemen benimle gelin. Lütfen!’’

‘’Burcu iyi misin? Pek, iyi görünmüyorsun. Ne yılanı?’’ diye sordu. Komşusu! Şaşkınlıkla!

‘’Tabi ki de iyi değilim çünkü yatak odamda kocaman kara bir yılan var. Bana yardım edin lütfen!’’

‘’Lütfen!’’ diye cevap verdi. Korku dolu sessiyle! Burcu.

 Komşuları Mehmet ve Aslı kısa süreliğine şaşkınlıkla birbirlerine bakmalarının ardından Mehmet, ebeveynlerin arkasına merakla toplanan çocuklara dönerek, ‘’İçeri girin!’’ diye seslendi.

Daha sonra ‘’Hadi, Burcu! Seni bu kadar çok korkutan o yılanı göster bakalım.’’ dedi. Komşusu Mehmet Efendi. Alaycı gülümsemesiyle!

Burcu, komşusunun alaycı gülümsemesine aldırış etmeden hemen onları dairesine götürdü. Yatak odasına girdiklerinde ortalıkta yılan olmadığı gibi evin içine sinen çürümüş et kokusu da yoktu. Sadece tüm pencereler açık olduğundan biraz ev soğumuştu. Komşusu Burcu’yu ciddiye alarak ve biraz olsun rahatlaması için evin her köşesini aradı. Ama bırakın devasa yılanı, evde küçük bir solucan bile yoktu.

‘’Sanırım, gitmiş olmalı!’’ dedi. Burcu aklı karışmış halde!

‘’Muhtemelen öyledir’’ diye yanıtladı. Komşusu! Tatlı gülümsemesiyle!

‘’Hangisi daha korkutucuydu acaba.’’ diye düşündü. Burcu.

‘’Kahrolası devasa kara bir yılan mı, yoksa gülünç duruma düşmek mi?’’

Artık şeytani varlıkların geri döndüğüne ve aklına saldırdıklarına neredeyse emindi. Ama bu sefer bu mücadelede güçsüz ve yapayalnızdı. Burcu tereddütle komşularından bir süre daha evinde kalmasını istedi. O kadar korkmuştu ki daha önce görülmemiş davranışları belirmişti. Bu onun sert mizacına ve güçlü iradeli duruşuna bir haykırıştı. Ama artık kendini güçsüz ve çaresiz hissediyordu. Bunun üzerine komşuları Mehmet ve Aslı tüm bunların saçmalık olduğunu düşünse de Burcu’nun ne kadar korktuğunu bariz şekilde gözlerinden görebiliyorlardı ve duyarlı komşu profili çizerek bir süre daha yanında kalabileceklerini söylediler. Burcu’nun komşularına kahve hazırlamasının ardından Aslı meraklı sessiyle, ‘’Bize burada neler olup bittiğini en başından anlatabilir misiniz?’’ diye sordu.

Burcu, komşularına olan biten her şeyi tüm detayına kadar anlattıktan sonra Mehmet, ‘’Sanırım, hayal falan görmüşsün. Gördüğünüz gibi ortada ne yılan var, ne de iğrenç bir koku. Eğer gerçekten dediğiniz kadar iğrenç bir koku olsaydı mutlaka hissederdik. Çünkü bildiğiniz gibi sigara içmiyoruz ve evimizde asla kötü koku olmuyor. Bu nedenle burnumuz sandığınızdan daha hassastır. Yani sigara içmeyenlerin burunlarının kötü kokulara karşı ne kadar hassas olduğunu duymuşsundur herhalde!’’ diye cevap verdi.

Komşusunun bu sözlerinden sonra ‘’Bunun senin lanet burnunla ne alakası var?’’ diye düşündü. Bir süreliğine! Daha sonra o tatlı gülümsemesi belirdi ve nazik sessiyle Burcu şunları söyledi:

‘’Gece vakti sizi de rahatsız ettim. Kusura bakmayın! Desteğiniz için çok teşekkür ederim. Sanırım haklısınız. Dediğiniz gibi hayal falan görmüş olmalıyım. Yoksa evin içindeki devasa yılan birden nereye gidecek. Değil mi?’’

‘’Sorun değil!’’ dedi. Komşusu Aslı!

‘’Yine olağan dışı bir şey görecek olursan biz her zaman senin yanındayız.’’ diye devam etti.

 ‘’Eksik olmayın! İçim çok rahatladı doğrusu.’’ diye yanıtladı. Burcu. Gülümseyerek.

 Burcu, komşularının dairesinden ayrılmasından sonra kendi kendine öfkeyle şöyle söylendi:

‘’Tabi tabi size haber vereceğim. Şunlara bak ya! Yanımda olacaklarmış da, aman içim ne kadar rahatladı doğrusu! Karşıma geçmişler bana naval okuyorlar. Gecenin bu saatinde lanet olası hassas burunları beni çok ilgilendiriyormuşçasına bundan bahsedip durdular. Burcu, kızım sen ne yapıyorsun, karşına geçirdiğin iki salaktan mı medet umuyorsun? Belki gördüklerim hayal gücümün bir ürünüydü, belki de değildi. Ama bu gece kesinlikle yaşadığım en korkutucu şey, iki salağın zırvalıklarıydı.’’

Burcu uzun süre kendi kendine homurdandıktan sonra kendine sert bir kahve yapıp oturma odasına gitti. Bir sigara yaktı, birkaç derin nefes çekti ve kahvesini yudumladıktan sonra dayanamayıp aniden yatak odasına gitti. Endişeli gözlerle odanın etrafına dikkatle baktı ama olağandışı hiçbir şey yoktu. Daha sonra oturma odasına dönüp kahvesini yudumlamaya devam etti. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahve ve sigaranın dibine vurmuştu. O gece yatak odasına uyumaya gitmesi aklının ucundan bile geçmemişti. Sabaha doğru sonunda ağırlaşan göz kapaklarına teslim olmak zorunda kaldı ve oturma odasındaki kanepeye kıvrılıp uykuya daldı.

 Ocak ayının korkutucu döngünün son haftasının ikinci günün sabahında Burcu’nun en çok bağlandığı ve sevdiği sevimli muhabbet kuşu ölmüştü. Ertesi sabah da bir diğerinin öldüğünü gördü. Aylar öncesinde Burcu’nun evine giren cıvıl, cıvıl şakırdayan son derece hareketli kuşlara Ocak ayının ilk gününde birdenbire başlayan durgunlarından üç hafta sonra ölmüşlerdi. Üstelik geçen hafta veteriner hekimliğinin herhangi bir sağlık sorunu olmadığını söylemesine rağmen kuşlar nasıl birer birer ölmüş olabilirdi? Burcu’nun çok sevdiği kuşlarının ölümüne çok üzülmesinin yanı sıra bazı kafa karıştırıcı endişeleri de vardı. Burcu, ‘’Geçen gün gördüğü korkutucu gerçek ya da gerçek dışı görüntülerin hemen arkasından muhabbet kuşların ölmüş olması rastlantı olamazdı.’’ diye düşünüyordu.

Burcu’nun anlayamadığı bir kötülük etrafını sarmıştı ve sevdiği her şey birer birer elinden alınıyordu. Yıllardır kendine sorduğu korkutucu sorular aklını hala meşgul ediyordu. Altı yıl önceki o korkunç gecede arkadaşlarıyla birlikte kaldığı odanın kapısına şeytani varlıkların kan kırmızısı renkli kalemle yazdığı mesajı o zamanlar hiç anlamamıştı. Ama artık her şey zihninde daha netti.

‘’Sizi izliyorum. Sizi görüyorum ve sizi dinliyorum. Ben, her yerdeyim.’’ ‘’Hahaha!’’

Muhabbet kuşlarının ölümünün üzerinden birkaç gün geçmişti ve daha önce gördüğü korkutucu rüyalar yeniden başlarken geceleri artık dayanılmaz bir hal alıyordu. Gece yarısı uyuduğu sırada soğuk bir elin tüm vücuduna dokunma hissiyle uyanıyor olması en korkunç olanıydı. Bu sadece geceleri değil, gündüzleri de buna benzer tuhaflıklar yaşanıyordu. Evde yürürken veya otururken aniden soğuk bir esinti tüm vücudunu sarıyor ve tüm vücudu istemsizce titremeye başlıyordu. Yıllardır internet üzerinden paranormal olayları araştırıyor olmasına rağmen son zamanlarda bu konulara daha fazla odaklanmaya başlamıştı. Bir çıkış yolu arıyordu. Ama etrafta dolaşan pek çok güvenilmez palyaço ve medyum kılıklı ucubelerle doluydu. Böyle bir işe bulaşırsa işlerin daha da korkunçlaşacağını biliyordu. Burcu da pek çok kişinin her gece okuduğu duaları en zor anlarında okusa da pek işe yaradığı söylenemezdi. O anlarda kendini en azından biraz olsun rahatlamış hissetse de, korkutucu ve meşakkatli sürecin sonunda nihai sonuca varmadığı barizdi. 

Burcu, yoğun kar yağışlı soğuk bir havanın teslim aldığı günün öğleden sonrasında, işyerindeki ofisinde oturmuş çayını yudumlarken içinde bulunduğu kâbusun sonunun nereye varacağını düşünüyordu. Dışarıdaki kasvetli soğuk hava yüreğinden hiçbir farkı yoktu. Morali bozuktu. İçi son derecece bunalmış ve dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Birileriyle konuşmaya ihtiyacı var gibi hissediyordu. Yüzündeki yaşam enerjisinin ışıltısı her geçen gün biraz daha azalıyordu. Didem teyzesini arayıp müsait olduğunu öğrenince hemen kafeden ayrıldı ve teyzesinin evinin yolunu tuttu. Teyzesinin evine vardığında kapının girişinden adımını atar atmaz hemen teyzesine içtenlikle sımsıkı sarılarak ağlamaya başladı. Teyzesi, Burcu’nun yanağını ve saçlarını şefkatle okşadıktan sonra endişeli bir sesle şunları söyledi:

‘’Burcu, ah kızım! Sana ne oldu böyle? Gerçekten berbat görünüyorsun.’’

Burcu güçlükle konuşarak, ‘‘Teyzeciğim hadi içeri girelim.  Birazdan nasıl olsa her şeyi anlatacağım.’’ diye cevap verdi.

Burcu oturma odasına giderken teyzesi de mutfağa giderek birer fincan kahve hazırladı ve bir süre sonra oturma odasına döndükten sonra şöyle dedi:

‘’Anlat bakalım kızım. Neler oluyor?’’

Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra derin bir nefes alan Burcu, son zamanlarda yaşadığı korkutucu olayları tüm detaylarıyla anlattıktan sonra teyzesi endişeli bir sesle cevap verdi:

‘’Ah kızım, sanırım! Doktorunla görüşmelisin. Belki de bir faydası olur.’’

‘’Hayır!’’ dedi. Burcu. Sert sessiyle!

‘’Teyze! Ben, henüz çıldırmadım ve aklım yerinde! Daha önce de söylediğim gibi ilaçlarımı düzenli kullanıyorum. Gördüğüm korkutucu görüntüler hayal gücümün bir ürünü mü yoksa gerçek mi? Bunu söylemek zor ve bundan tam olarak emin olamasam da şundan kesinlikle eminim. Bu varlıklar zihnime saldırıyorlar. Bu sana saçma da gelse, hatta etrafımdaki herkesin benim çıldırdığımı düşünse de o lanet olası varlıklar gerçek. Tamamen benim etrafımdalar, bunu hissedebiliyorum. Gördüğüm görüntülerin hayalden başka bir şey olmaması en büyük dileğim. Teyze, inan bana! Yanılmayı senden daha çok istiyorum.’’ diye devam etti.

‘’Peki, bu gördüğün rüyalar altı yıl önce yaşadığın olaylara ilgili bir ilişkisi var mı?’’ diye sordu. Teyzesi! Merakla!

‘’Hayır, hepsi değil! Bazıları daha önce yaşadığım olaylarla hiçbir bağlantısı olmayan saçma sapan, alakasız rüyalar ama hepsi korkutucu kâbuslar!’’ diye yanıtladı. Burcu.

‘’Onlardan birini anlatmak ister misin?’’ diye tekrar sordu. Teyzesi!

‘’Bunun kimseye faydası yok. Korkunç kâbuslar işte! Ama eğer gerçekten bunu sana anlatmamı istiyorsan elbette anlatırım.’’ diye cevap verdi. Burcu.    

‘’Evet, anlatmanı istiyorum.’’ dedi. Teyzesi! Kararlı ve son derece nazik sessiyle!

‘’Tamam, öyleyse!’’ dedi. Burcu. Sakin bir tavırla!

Daha sonra tüyler ürpertici sessiyle sözlerine şöyle devam etti:

‘’Gecen gece gördüğüm rüyamda, belli belirsiz şekilsiz iki grup gölge birbirine bakıyor ve rahatsız edici bir ses tonuyla fısıldaşıyordu ve ben o sırada tam karşılarında durmuş onlara bakıyordum. Birbirine bakan şekilsiz gölgeler sürekli şekil değiştiriyor, birçok farklı hayvan ve insan figürüne bürünüyordu. Gölgeler bazen domuz, yılan, köpek, ayı gibi figürler şeklinde ortaya çıkarken bazen de insan şekline bürünüyordu. Daha sonra beni fark ettiklerinde hepsi bana korkunç bir şekilde bakmaya başladı ve fısıltıları yoğunlaştıkça tüm gölgeler yavaş yavaş bana doğru gelmeye başladı. Etrafımı tamamen sardıklarında fısıldaşmalarının yoğunluğu gittikçe artıyordu. O anda dizlerimin üzerine kapaklanıp ellerimle kulaklarımı kapatmaya çalışıyordum. Sonunda tüm vücudum gölgelerin içinde kaybolduğunda, rahatsız edici fısıldaşmalarının yoğunluğu o kadar korkunç bir seviyeye ulaştı ki, kulak zarlarımın patlayıp sağır olacağımı düşündüğüm sırada birdenbire kan ter içinde kalarak uyandım.’’

‘’Bu ne tuhaf rüya böyle!’’ dedi. Teyzesi! Hayretle!

‘’Sanırım, anladığım kadarıyla bu karabasan denen şey!’’ diye devam etti.

‘’Belki de bilmiyorum. Uyku felci olması yüksek ihtimal! Bu rüyanın muhtemelen içsel sıkıntılarımın bir yansıması olabileceğini düşünüyorum.’’ dedi. Burcu.

Teyzesi, yeğeninin yaşadığı olaylarla ilgili hem mantıklı çıkarımlar yapmasından hem de saçma düşüncelere sahip olmasından endişe ederek bir süre düşündü ve daha sonra ‘’Burcu, kızım!’’ dedi.

‘’İstersen bu gece biz de kalabilirsin.’’

‘’Teyzeciğim, teşekkürler! Kendi evimin dışında başka bir evde kalınca ben hiç rahat edemiyorum. Hem başıma bir iş gelecekse her yerde gelebilir.’’ diye cevap verdi. Burcu. Tatlı bir tebessümle!

 ‘’Burcu, bu nasıl söz böyle! Burası da senin evin sayılır.’’ dedi. Teyzesi! Sert bir tavırla!

‘’Tamam! Öyle ama şuan da yalnız kalmaya ihtiyacım var teyze. Başka bir zaman olabilir. Her neyse! Ben kendime bir fincan kahve daha hazırlayacağım. Sen de ister misin?’’ diye sordu. Burcu.

Teyzesi, hemen konuyu değiştiren Burcu’ya kaşlarını çatarak baktı ve ‘’Tamam, olur kızım.’’ diye yanıtladı.

Burcu kahveyi hazırladıktan sonra tekrar oturma odasına girdiğinde karşıdaki kitaplığın rafında duran fotoğraf albümü gözüne ilişti. Kahve fincanlarını teyzesinin oturduğu kanepenin önündeki sehpaya bıraktı ve hemen raftaki fotoğraf albümünü alır almaz merakla dedi ki:

‘’Teyze! Bu fotoğraf albümünü daha önce hiç görmemiştim. Bu nereden çıktı böyle!’’

‘’Daha önceden depoya kaldırdığım büyük karton kutunun içindeki eski fotoğrafları yaklaşık iki ay önce gözüme ilişişti. Ben de bir tane fotoğraf albümü satın aldıktan sonra eski fotoğrafları albüme koyarak düzenledim. O kutuda hala bir sürü eski fotoğraf var. Sanırım bir tane daha fotoğraf albümü satın almam gerekecek.’’ diye cevap verdi. Teyzesi!

‘’Teyze, iyi iş çıkarmışsın’’ dedi. Burcu. Yüzünde beliren o tatlı gülümsemeyle!

Burcu, keyifle kahvesini yudumlarken bir yandan da heyecanla fotoğraf albümüne göz atıyordu. Çocukluk fotoğraflarını, teyzesinin, annesinin, babasının ve büyükannesinin eski fotoğraflarını görünce yüreği heyecanla çarparken, aynı zamanda anne ve babasına duyduğu özlemin etkisiyle yüzünde hüzünlü bir ifade belirdi. Nadir görülen gerçek duygularının yüzünde belirmesine engel olamadı ve yüzünde aniden beliren hüzünlü ifadeyi teyzesinden saklamaya çalışsa da Burcu’nun bu çabası beyhudeydi. Fotoğraf albümün sayfalarını çevirdikçe tanımadığı kişilerin fotoğraflarını görünce bunların kim olduklarını merakla teyzesine soruyordu ve biraz olsun neşesi yerine gelmişti. Burcu, fotoğraf albümünün arka sayfasını çevirip gözüne çarpan fotoğrafa dikkatle baktığında dehşet dolu gözleriyle adeta donup kaldı. Neşeli yüz ifadesi tamamen kaybolmuş ve korkutucu bir ifadeye bürünmüştü. O sırada istemsizce titreyen ellerine alıkoyamıyordu. Elindeki kahve fincanı birden elinden kayıp yere düşüp parçalara ayrıldıktan sonra teyzesi kırılan kahve fincanına aldırış bile etmedi ve endişeli sessiyle yeğenine şöyle seslendi:

‘’Burcu, iyi misin, ne oldu?’’

 Burcu, hiçbir şey demedi. Sanki teyzesinin sesini işitmiyormuşçasına yüz ifadesi vardı ve o hala albümdeki fotoğrafa gözlerini dikmiş ona bakıyordu.     

Teyzesi, ‘’Kızım, neler oluyor, iyi misin?’’ diye yeğenine yeniden endişeyle seslendi.

Burcu birden ayağa kalkarak doğruldu ve elindeki fotoğraf albümünü teyzesine uzatarak, ‘’Diğer fotoğraflar nerede?’’ diye sordu.

‘’Burcu kızım gerçekten iyi misin, ne oldu?’’ diye sordu. Teyzesi! Şaşkın bir yüz ifadesiyle!

‘’Teyze! Artık iyi olup olmadığımı sormayı bırak! Bana diğer fotoğrafların nerede olduğunu söyle! Neredeler?’’ diye cevap verdi. Burcu. Sert bir tavırla!

Teyzesi şaşkın gözlerle fotoğrafların yerini söyler söylemez aceleyle fotoğrafları almaya giden Burcu, döndüğünde halıdaki kırık camların temizlendiğini ve teyzesinin ona şaşkınlıkla baktığını gördü.

‘’Burcu, artık bana neler olduğunu anlatacak mısın?’’ diye sordu. Teyzesi! Sert bir tavırla!

Burcu kucağındaki kutuyu halının üzerine bırakarak teyzesine kısa süreliğine baktı ve fotoğraf albümündeki siyah beyaz fotoğrafı gösterip teyzesine şöyle dedi:

‘’Büyükbabamın yanındaki kız kim?’’

Siyah beyaz fotoğrafa dikkatle bakan teyzesi, ‘’Babamın yanındaki kızın kim olduğunu gerçekten bilmiyorum.’’ diye yanıtladı.

‘’Bunu neden soruyorsun ki?’’ diye devam etti.

Burcu, hiçbir şey demeden fotoğraf albümündeki tüm fotoğraflara yeniden dikkatle baktıktan sonra teyzesine şöyle dedi:

"Fotoğrafları bu albüme yerleştirirken bu fotoğrafa hiç dikkat etmedin mi?"

‘’Hayır!’’ dedi. Teyzesi! Şaşkınlıkla!

‘’Acaba bana ne olduğunu ne zaman anlatacaksın?’’ diye devam etti.

‘’Teyze, lütfen biraz sabırlı ol! O kutudaki fotoğrafları kontrol ettikten sonra sana her şeyi açıklayacağım.’’ diye yanıtladı.

Burcu, kutudaki tüm fotoğraflara bakıp büyükbabasına ait olan iki fotoğrafı kenara ayırdı ve üç ayrı fotoğrafı dikkatle inceledikten sonra meraklı gözlerle kendisini izleyen teyzesine dönerek şunları söyledi:

‘’Teyze, bu kızın büyükbabamla üç farklı yerde ve zamanda çekilmiş fotoğrafları var ve kız hep aynı kazağı giyiyor gibi görünüyor. Bu da fotoğrafların kışın çekildiğini gösteriyor. Tabi fotoğraflar siyah beyaz olduğu için renginden belli olmasa da kazağın desenlerinden aynı kazak olduğu anlaşılıyor. Teyze, lütfen bu fotoğraflara bir daha dikkatli bak! Gerçekten bu kızı tanımıyor musun?’’

‘’Teyzesi fotoğraflara tekrar dikkatle baktıktan sonra şunları söyledi:

‘’Hayır, bu kızı gerçekten tanımıyorum. Onu ilk defa görüyorum. Ama Burcu, neye varmak istediğini cidden anlamıyorum.’’

‘’O halde bu fotoğraflar senin eline nasıl geçmiş olabilir? Ben de bunu anlayamıyorum.’’ diye cevap verdi. Burcu. Kuşku dolu sessiyle!

‘’Bilmiyorum. Bu fotoğraflar çok eski ve bu fotoğrafların çekilmesinin üzerinden çok zaman geçtiği bariz. Ama bahsettiğimiz kişi senin büyükbaban ve benim de babam oluyor. Yani babamın eski fotoğraflarının evimde olması kadar doğal bir şey yok. Üstelik bu kızı ilk kez görüyor olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Burcu, hala neye varmaya çalıştığını anlamıyorum. Sanırım biraz daha açık konuşursan birbirimizi daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.’’ dedi. Teyzesi! Öfkeli sesiyle!

‘’Pekâlâ, teyze! Niyetim seni kızdırmak değil. Aslında büyükbabamın yanındaki kızın Zeynep olduğunu söylemeye çalışıyorum.’’ diye karşılık verdi. Burcu.

‘’Burcu, şimdi sen gerçekten saçmalıyorsun.’’ dedi. Teyzesi! Büyük bir şaşkınlıkla!

‘’Öyle mi?’’ diye cevap verdi. Burcu.

‘’Evet!’’ dedi. Teyzesi!

Burcu, büyükbabası ile o kızın tüm fotoğraflarını yan yana koydu ve 1960 yılında trafik kazasında ölen kızın fotoğrafını cep telefonunda gösterdi. Burcu daha sonra, altı yıl önce Zeynep’le sömestr tatiline gittikleri gün çektirdikleri fotoğrafları gösterdikten sonra şunları söyledi:

‘’Teyze lütfen şu fotoğraflara bir bak! İnanılmaz bir benzerlik var. Bu nasıl olabilir?’’

Uzun süre tüm fotoğraflara dikkatle ve hayretle baktı ve gerçekten de çarpıcı bir benzerlik vardı. Hemen ne söyleyeceğini bilemedi ve biraz düşündü. Aklındaki karmaşık düşünceleri dudaklarından mantıklı sözcükler dökülemeyecek kadar yoğundu. Biraz aklını toparlamaya çalıştıktan sonra teyzesi şöyle cevap verdi:

‘’Haklısın Burcu! Son derece kafa karıştırıcı ve inanılmaz bir benzerlik var. Ama ben tüm fotoğraflardaki kızın aynı kişi olabileceğine hala ihtimal vermiyorum. Aslında bu korkutucu ihtimalin gerçek olması beni ürpertiyor. Bu yüzden bu ihtimalin gerçek olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.’’

‘’Pekâlâ!’’ dedi. Burcu.

‘’O zaman şu fotoğraflara bir daha bak ve bana ne gördüğü söyle!’’ diye devam etti.

 ‘’Burcu, az önce fotoğraflara baktım! Evet, çarpıcı bir benzerlik var ama neyi ima etmeye çalışıyorsun?’’ diye sordu. Teyzesi!

‘’Hayır, teyzeciğim. Fotoğraflara yeterince dikkatli bakmıyorsun. Tamam, bir an için fotoğraflardaki kızın ayrı kişiler olduğunu düşünelim. Peki, nasıl oluyor da büyükbabamın yanındaki kız, polislerin Berkant ile bana gösterdiği kızla ve Zeynep’in boynunda aynı gümüş kolye olur. Teyze, gümüş kolyedeki figüre daha dikkatli bakmalısın. Birbirine dolanmış iki yılanbaşının karşılıklı birbirlerine bakıyor. O gün karakolda bu detay nasıl gözümden kaçtı anlamıyorum. Ama polislerin gözünden kaçtığını hiç sanmıyorum. Polisler daima açıklanamayan korkutucu fenomenlerin üzerini kaparlar. Ayrıca ben bu gümüş kolyeyi yakından gördüğümü söyleyebilirim.’’

Teyzesi fotoğraflardaki gümüş kolyeye şaşkın gözlerle ve tüm dikkatiyle baktıktan sonra derin düşüncelere dalıp gitti ve bir süre sonra Burcu’nun sessiyle kendine geldiğinde alçak sesle şöyle dedi:

‘’Ah, Tanrım! Evet!’’

‘’Aynı kolye gibi görünüyor.’’ diye devam etti.

Burcu, teyzesinin endişe dolu yüz ifadesine bakarak, ‘’Teyze, büyükbabam hakkında bilmem gereken bir şey var mı?’’ diye sordu.

Ama teyzesi, yeğeninin sözlerine karşılık vermedi ve Burcu sorusunu tekrarladıktan sonra teyzesi yine suskunluğunu koruyarak ağzını bıçak açmamıştı. Bunun üzerine iyice meraklanan Burcu sitemkâr sessiyle şunları söyledi:

’’Teyze, neden susuyorsun, ne oldu? Bugüne kadar büyükbabamla ilgili sorularıma hep kaçamak cevaplar verdin. Bunu cidden anlamıyorum ve bunu hep merak etmişimdir. Üstelik büyükbabam hakkında doğru düzgün hiçbir şey bilmiyorum. Burada tuhaf şeylerin döndüğü ortada! Bunu bilmek istiyorum. Teyze, neler olduğunu bana ne zaman anlatacaksın?’’

‘’Burcu, üzerime gelip durma! Tamam, anlatacağım. Zaten zamanı gelmişti. Ama gerçekten nereden başlayacağımı ve bunu sana nasıl anlatacağımı bilmiyorum.’’ diye cevap verdi. Teyzesi! Alçak ve hüzünlü sessiyle!

‘’Eğer üzerindeki bu yükten bir an önce kurtulmak istiyorsan, çabucak söyle gitsin. Teyzeciğim, bunu bana anlatsan da anlatmasan da, ben zaten neler döndüğünü öğreneceğim. Ama bunu senden duymayı yeğlerim.’’ dedi. Burcu.

Teyzesi tam olanları anlatmaya başlayacaktı ki, elektrikler aniden kesilip tekrar geri geldi. Burcu ve teyzesi, Ankara’da zaman zaman olağan elektrik kesintilerinin yaşandığını düşünerek buna pek aldırış etmediler. Zaten şehir de henüz karanlığa gömülmemişti. Hava koşulları dışarı da berbat olsa hava hala aydınlıktı ve endişeye kapılacak bir durum da yoktu.

Teyzesi hüzünlü bir sesle sözlerine, ‘’Bak, kızım!’’ diyerek sözlerine başladı ve şöyle devam etti:

‘’Burcu, büyükbaban 47 yıl önce Ocak ayının ortalarında Mersin şehir merkezine yaklaşık 100 kilometre uzaklıktaki orman evinde şeytani bir tarikat tarafından hunharca öldürüldüğü söyleniyor. En azından polis raporlarındaki açıklama bu yönde.’’

Burcu dehşet dolu gözlerle teyzesine baktı ve sert ve yüksek sesle konuşarak şunları söyledi:

‘’Teyze sen neden bahsediyorsun böyle! Böyle bir şey nasıl olabilir? Onlar kim? Katiller bulunamadı mı? Büyükbabamın neden öldürüldüğü ortaya çıkmadı mı? Büyükbabam ve büyükannem Mersin şehir merkezindeki evlerinde yaşıyorlardı. Orman evi de nereden çıktı böyle. Büyükbabamın orman evi mi vardı ve sizin bu evden haberiniz var mıydı?’’

‘’Burcu, kızım! Lütfen biraz sakin ol! Bir anda her şeyi yanıtlayamam.’’ diye cevap verdi. Teyzesi!

‘’Tamam, o halde! Sakin kalmaya çalışacağım. Teyze, bana olup biten her şeyi tüm ayrıntılarıyla anlatmanı istiyorum. Evet, şimdi seni dinliyorum.’’ dedi. Burcu. Öfkeli sessiyle!

 ‘’Öncelikle şunu söylemem gerekiyor. Bizim orman evinden haberimiz yoktu. Büyükbaban öldükten sonra böyle bir evin varlığından haberdar olduk. Babam orman evini ölmeden 20 yıl önce satın almış. Ayrıca ne annem ne de babam bize bu orman evinden hiç bahsetmedi. Belki de annemin bile haberi yoktu. Bilmiyorum. Bildiğimiz tek şey evin satın alındığı tarih! Büyükannen ölmeden önce Büyükbaban gayet neşeli ve normal bir adamdı. Sıklıkla Ankara’ya bizi ziyarete gelirlerdi, biz de Mersin’e gider onları ziyaret ederdik. Ama büyükannenin ölümcül bir hastalığa yakalanıp kısa sürede vefat etmesinin ardından büyükbaban çok değişti ve kendini evine kapattı. Hatta ölümden önceki son zamanlarında kendisini ziyarete gelmemizi bile istemiyordu.’’ diye karşılık verdi. Teyzesi!

Burcu, birden araya girerek öfkeli sessiyle şöyle dedi:

‘’Tanrım! Bütün kahrolası ölümcül hastalıklar her zaman bizi buluyor olması çok ilginç. Bu nasıl bir kader! Önce büyükannem, ardından babam ve annem ölümcül hastalıklara yakalanarak vefat etmişler. Ben hiçbirini yakından tanıyamadım. Sadece annemi hayal meyal hatırlıyorum. Peki, büyükannem ne zaman vefat etmişti ki?’’

‘’Büyükbabanın ölümünden 15 yıl önce vefat etti.’’ diye yanıtladı. Teyzesi!

Daha sonra Burcu’nun teyzesi hüzün dolu sözlerine şöyle devam etti:

‘’Ah, Burcu kızım! Maalesef büyükbabanın katilleri hiçbir zaman bulunamadı ve lanet olası katillere dair hiçbir belirti yoktu. O vahşilere ait ne parmak izi ne başka bir şey vardı. O orman evinde sadece büyükbabanın parçalanmış cesedinden başka bir şey yoktu.’’

‘’Tanrım!’’ dedi. Burcu.

Burcu uzun bir süre düşündükten sonra teyzesine dönerek endişeli sesiyle şöyle dedi:

‘’Teyze, bana o evden bahset. Büyükbabam birileri tarafından hunharca öldürüldüğüne göre mutlaka evde boğuşma izleri ya da herhangi bir şey olmalı! Ayrıca polis, büyükbabamın katillerinin şeytani bir tarikat olduğunu nereden biliyordu? Bunun mutlaka bir dayanağı olması gerekir herhalde. Bu sadece polislerin saçma sapan varsayımlarından ibaret olamaz.’’

Teyzesi, bir şey demeden susunca Burcu sorusunu tekrarladıktan sonra şöyle dedi:

‘’Bak, teyze! Daha önce de söylediğim gibi ben nasıl olsa bu işin iç yüzünü öğreneceğim. Bana bildiğin her şeyi anlat lütfen!’’

 ‘’Burcu, senin daha çok incinmeni istemiyorum. Bence bu konuyu kapatalım.’’ diye cevap verdi. Teyzesi! Tüm ciddiyetiyle!

‘’İncinmek mi? Teyze, yaşadığım onca şeyden sonra kalbimin paramparça olduğunun farkında değil misin? Artık incinecek bir kalbim yok. Sen rahat ol!’’ dedi. Burcu. Öfkeli sessiyle!

Teyzesi güçlükle konuşarak hüzün dolu sözlerine şöyle başladı:

‘’Pekâlâ, Burcu sen nasıl istersen.’’

‘’Büyükbabanın ölümünden 7 gün sonra cesedi bir orman korucusu tarafından o lanet orman evinde tesadüfen bulundu ve ev çok korkunç durumdaydı. Orman korucusu da üç gün sonra evin yakınındaki bölgede gerçekleşen ayı saldırısından sonra hayatını kaybetmiş. Üstelik o bölgede daha önce hiç ayı saldırısının yaşanmamış olması da işleri daha da tuhaf hale getiriyordu. Evin içindeki iğrenç kokunun yanı sıra tüm ev kan gölüne dönmüştü. İçinde sadece insan kanı değil, birçok farklı hayvanın da kanının bulunduğu belirlendi. Evde zaten kedi, köpek, koç gibi hayvanların cesetleriyle doluydu. Hepsinin kafaları kesilip büyük bir ahşap masanın üzerine konularak oraya özellikle yerleştirilmiş gibi görünüyordu. Kafaları kesilmiş zavallı hayvanların görüntüsü insanın kanını donduracak kadar dehşet vericiydi. Büyükbabanın kanı dışında ne insan kanı ne de başka bir şey bulunamadı. Ayrıca evde şeytani bir ayin yapıldığına dair birçok işarete rastlandı. Latince ve İbranice yazılmış pek çok büyü kitabı, şeytani figürler, semboller ve duvarlarda kanla İbranice yazılmış şeytani iğrenç dualar vardı. Polis başlangıçta büyükbabanın şeytani bir tarikatın kurbanı olabileceğini düşündü. Ama ilginçtir ki bunlara dair hiçbir kanıt veya iz bulunamadı. İşin daha da ilginci tarafı, tarikat tarafından zorla alıkonulup o eve götürüldükten sonra vahşice öldürülmesi de pek olası görünmüyordu. Çünkü o ev zaten büyükbabana aitti. Polisin yaptığı incelemeler sonucunda büyükbaban Mersin merkezdeki evine aylardır gitmediği ve evinin oldukça düzenli ve normal göründüğü anlaşıldı. Yani evde olağandışı bir belirti yoktu. Komşuları da onu uzun süredir görmediklerini söylemişlerdi. Polis, büyükbabanın da o mezhebin mensubu olduğunu ve aralarındaki bir anlaşmazlık nedeniyle öldürülmüş olabileceğini düşündü. Ama soruşturma uzun süre devam etmesine ve polisin tüm çabalarına rağmen hiçbir iz bulunamadı. Polis her ihtimali değerlendirdi ama hiçbiri sonuç vermedi. Büyükbabanın ölümü sırra kadem bastı ve nihayetinde dosya kapatılmak zorunda kalmıştı.

Burcu sen sormadan söyleyeyim. Ne ben ne de ailemizden hiç kimse o eve gidip olanları görmedik. Evdeki korkunç manzaranın anlattığımdan daha dehşet verici olduğu söyleniyor. Bunu polisin bize anlattıklarına ve bize gösterdikleri bazı fotoğraflara dayanarak söyledim. Bu korkunç olaydan bir yıl sonra orman evini sattık. Şu anda evin akıbetinin ne olduğunu bilmiyorum ve zaten umurumda da değil.’’

 Didem teyzesi sözlerini bitirdikten sonra Burcu’nun boğazı düğümlenmişti ve adeta nutku tutulmuştu. Uzun bir süre sessizliğe bürünerek hiçbir şey demedi. Ama zihninde kaotik bir ortam vardı. Şiddetli fırtınalar kopuyor ve gök gürültüsünün arasından şimşekler çakıyordu. Aynı zamanda darmadağın olmuş yüreğinde duygu kırıntılarından başka hiçbir şey kalmamıştı. Burcu, teyzesinin gözlerinin ardındaki ruhuna bakarak güçlükle şöyle dedi:

‘’Teyzeciğim! Büyükbabam büyü işleriyle uğraşan lanet bir büyücü müydü yani?’’

‘’Burcu, bu nasıl bir soru böyle! Büyükbaban hakkında böyle konuşma lütfen! Niyetin beni üzmekse bunu başardın. Aferin sana!’’ diye cevap verdi. Teyzesi! Ağlamaklı sessiyle!

Bunun üzerine Burcu, teyzesinin elini tuttu ve yanağına sıcak bir öpücük kondurduktan sonra şunları söyledi:

‘’Ah, teyzeciğim! Elbette niyetim seni üzmek değildi. Gerçekten de seni çok seviyorum. Ailemden geriye kalan tek şey sensin. Birde kuzenlerin var elbet. Ama anlaşılıyor ki, büyükbabam yanlış bir yola sapmış ve bunu kabullenmek zor da olsa gerçekler her zaman acı verir. Artık kafamda her şey oturdu. Ortalıkta şeytani bir tarikat falan yok. Büyükbabam şeytanın ta kendisiymiş. Bunu çok iyi anlıyorum ve bunu kabullenmek benim içinde çok zor. Anladığım kadarıyla büyükbabam yıllardır o evde büyü işleriyle uğraşmış ve bir şeyler ters giderek ölümüne neden olduğu bariz şekilde belli oluyor. Kim bilir kaç masum insanın canını yakmıştır bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki, benim ve arkadaşlarımın canımı yaktığı açık. Altı yıl önce bize musallat olan o şeytani varlıkların geçmişten gelen kötülükleri olabilir. Buradaki anahtar kelime Zeynep’ten başkası değil. Yani bu kâbusun ortasındaki tek şeyin Zeynep kılığına giren o şeytani varlık olduğu aşikâr. Birde benim anlamadığım şey, yaşadığımız korkunç olaylardan sonra büyükbabamla ilgili basında ne haber çıktı ne de polisler bize bundan bahsetmedi. Bizi sorgulayan polislerin bunu bilmemesine ihtimal vermiyorum.’’

 ‘’Ah Burcu! Ben de seni çok seviyorum. Bunu bilmiyorsun. Seni kendi çocuklarımdan hiçbir zaman ayırmadım. Sen kız kardeşimin bana emanetisin. Ama bahsettiğimiz kişi benim babam oluyor. Bunun farkındasın değil mi? Ben, aptal biri değilim. Yıllardır senin düşündüklerini benim düşünmediğimi sanıyorsun. Ama bunu asla kabullenemedim. Annen bu konuda beni uyarmıştı ve tıpkı senin gibi düşünüyordu. Ne diyeceğimi bilemiyorum.’’ dedi. Teyzesi! Hüzün dolu sesiyle!

‘’Ah, canım annem! Demek annem de her şeyin farkındaydı.’’ diye kendi kendine mırıldandı. Burcu.

Daha sonra Burcu teyzesine dönerek, ‘’Bak teyzeciğim! Büyükbabam yıllar önce öldü ve onun için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Ama buradaki asıl mesele büyükbabam değil, benim hayatım! Etrafımı saran büyük bir kötülük var. Bundan kurtulmam gerekiyor. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ama en azından kötülüğün kaynağını anlıyorum. Mutlaka bir çıkış yolu olmalı!’’ dedi.

‘’Tamam kızım! Sanırım haklısın! Her zaman yanında olacağım ve tüm bu tuhaflıklar eninde sonunda sona erecektir.’’ dedi. Teyzesi! Endişeli sesiyle!

‘’Teyze, bu tuhaflık değil, kötülük!’’ diye karşılık verdi. Burcu. Öfkeli sessiyle!

‘’Neredeyse akşam oldu ve saat akşam 17:30’u geçiyor. Artık eve gitsem iyi olur.’’ diye devam etti.

‘’Kızım, keşke akşam yemeğine kalsaydın.’’ dedi. Teyzesi!

Burcu, ‘’Teşekkür ederim teyze! Başka bir zaman! Şimdi eve gitmeliyim. Evde yapmam gereken işler var.’’ dedikten sonra toparlanarak hızla teyzesinin evinden ayrıldı.

Yol boyunca Burcu, teyzesinin anlattığı korkutucu hikâyedeki yerini düşündü durdu. Çıkış yolu için artık nereden başlayacağını biliyordu ama hala yapbozun birçok parçası eksikti. Belki de Mersin’e gidip geçmişten gelen kötülüğün izlerini takip etmek gerekiyordu. Büyükbabası hakkında adı dışında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. İçine düştüğü belanın sorumlusunun asla kurcalanmaması gereken kötülükle uğraşan büyükbabası olduğuna emindi. Yıllar önce o lanet olası orman evinde her ne yaşandıysa bir şeylerin ters gittiği barizdi. Peki, orada ne yaşandı da o şeytani varlıklar büyükbabasını vahşice öldürmüşlerdi. Yıllar önce yaşanan bu cinayetinin failleri kesinlikle şeytani bir tarikatın mensupları tarafından işlenmemişti. Zaten buna dair kanıt veya herhangi bir şey de bulunamamıştı. Burcu, eğer bu sorunun cevabını bulabilirse çıkış yolunun kapısı aralanabileceğini düşünüyordu. Zeynep adlı kız, 19 Ocak 1960 yılında Amasya’da trafik kazası sonucunda hayatını kaybettikten yıllar sonra büyükbabasıyla aynı fotoğraf karesinin içine nasıl yer alabiliyordu? Üstelik aynı kız nasıl olur da Arda’nın sevgilisi olabilirdi ki? Farklı zamanlarda çekilmiş üç ayrı fotoğrafta görülen Zeynep adındaki kızın aynı kişi olmadığını düşünmek akıl sağlığı açısından insanı rahatlatsa da, fotoğraflardaki iki yılan başlı figürlü kolyeyi düşününce Burcu’nun yüreğine korku sarıyordu. Herkesin aksine Burcu her zaman o kızın aynı kişi olduğunu sert bir dille söyleyerek savunmuştu. Ama yıllar geçtikçe fotoğraflardaki kızın ayrı kişiler olduklarını ve sadece çarpıcı bir benzerlik olduğunu kendisine inandırmaya çalıştırmıştı. Böylece kafasını rahatlatarak normal hayatını sürdürebiliyordu. Ama korkutucu Ocak ayları hariç! Gözünden kaçırdığı iki yılan başlı figürlü kolye artık zihnini darmadağın etmişti. Yıllar içinde çevresindeki herkes Ocak ayının herhangi bir gününde hayatlarını kaybettiler. Korkutucu Ocak ayı döngüsünün içinde bazıları açıklanamayan nedenlerle ölürken, bazıları da hayatın genel akışına göre yaşanan olaylar zincirinde ölmüşlerdi. Tüm yaşanan bu korkunç olayların tam ortasındaki kişi Zeynep adındaki esrarengiz kız vardı. Burcu, 1960 yılında trafik kazasında ölen kızın geçmişini araştırmış olsa da pek fazla bilgiye ulaşmamıştı. Zaten kızın geçmişine dair olağandışı bir şey yokmuş gibi görünüyordu. Kız, gerçekten de ölümüne kadar oldukça sıradan bir hayat yaşamış gibiydi.

Burcu, aklını meşgul eden korkunç düşüncelerle evine gelir gelmez hemen duş aldı ve akşam yemeği için bir şeyler hazırladıktan sonra iştahsız bir şekilde yemeğini yemeye çalıştı. Biraz dikkatini dağıtmak için televizyonun karşısına oturdu ve televizyon kanallarını kurcalarken bir yandan da kahvesini yudumluyordu. Saat akşam 21:30 sularıydı ve dışarıda da yoğun bir kar yağışı vardı. Kardan adam yapılabilecek kadar sokaklarda yoğun kar olmasa da evlerin çatıları ve yol kenarları beyaza bürünmüştü. Belki de Ankara halkı sabahın ilk ışıklarında beyaz çileyle uyanacaklardı. Çocuklar beyazlara bürünmüş sokak ve parklarda eğlenceli bir tatil beklerken, yetişkinler için yoğun ve kaotik bir gün olacak gibi görünüyordu. Burcu, kanepesine uzanmış boş gözlerle televizyonun içindeki şeye bakıyordu. Gözleri kara kutunun içindeki sahnede oynanan tiyatroyu takip etse de aklı başka yerdeydi. Birden uzandığı kanepe ve avizenin sallandığını hissederek hemen uzandığı yerden doğruldu. Etrafa kuşkulu gözlerle bakınırken az önce ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Evin içi aniden soğudu ve tüm vücudu açıklanamaz bir şekilde titremeye başladı. Mutfaktan gelen çatırtı seslerinin ardından ürkütücü ıslık sesleri duymaya başlayan Burcu, ‘’Tanrım! Neler oluyor böyle?’’ diyerek kendi kendine mırıldandı.

Burcu hızla mutfağa gitti ve orada olup bitenlere baktı ama olağandışı bir şey yok gibi görünüyordu. Yeniden oturma odasına geçti ve oradan da oturma odasından küçük bir balkona açılan kapıya doğru yöneldi. Balkon kapısının perdesini açıp sokağa baktığında, apartman dairesinde şapkalı, gri-siyah paltolu birkaç adamın dolaştığını görünce yüreğinde anlaşılmaz bir korku hissetti.

‘’Gecenin bu saatinde bu adamlar da kim böyle?’’ dedi. Burcu. Kendi kendine!

Daha sonra balkon kapısının perdesini örttü ve kanepeye oturarak bir sigara yaktı. Derinden birkaç nefes çekti. O anda inanılmaz derecede kalbi hızlı atıyordu ve her ne kadar korkutucu düşünceler aklından geçiyor olsa da, açıkça korkutucu bir şey yok gibi görünüyordu. Belki de korkularına teslim olmamak için kendini böyle kandırıyordu. Sigarasını bitirdikten sonra televizyonun sesini biraz daha açarak tedirginlikle beklemeye koyuldu. Burcu’nun endişeli gözlerini televizyona dikmiş boş boş ona bakarken, yüreği de adeta annesinden ayrı düşmüş tetikte bekleyen ürkek ceylan yavrusu gibiydi. Birdenbire evinin pencere ve balkonuna atılan kartoplarının sesiyle irkildi ve pencereye sert bir şekilde çarpan her kartopunun sesiyle kalbi yerinden fırlayacaktı. Bir süre sonra evine atılan kartoplarının sesi kesilince kulağında belli belirsiz fısıltılar duymaya başladı. Burcu, ne kadar korkmuş olsa da dışarıya bakmaya kendini alıkoyamadı. Artık oyun alanının içinde olduklarını biliyordu. Kaçınılmaz olan oyuna direnmek anlamsızdı. Çünkü oyunun kurallarını kimin koyduğu belliydi. Her zamanki gibi zihnine saldırıp kendisini çıldırmak istediklerini biliyordu. Ama Burcu her defasında bu oyunu bozmayı başardı. Zaten birkaç gün sonra Ocak ayının bitmesiyle birlikte tüm kâbusun bir sonraki yılın Ocak ayına erteleneceğini ve belki de bir çözüm bulup bunlardan tamamen kurtulacağını düşünüyordu.

‘’Tanrım, lütfen! Bana birkaç gün daha dayanabilme gücü ver.’’ diye mırıldandı. Kendi kendine! Burcu.

Hemen balkona doğru yönelerek endişeli gözleriyle dışarıya tekrar baktı ve ortalıkta kimsecikler yoktu. Etraf sessiz ve sakin görünüyordu. Ama balkonunda irili ufaklı birçok kartopuyla dolmuştu. Üstelik sokak tamamen karla kaplanmasına rağmen az önce orada gezinen şapkalı, gri-siyah paltolu adamların ayak izleri yoktu. Sanki daha önce oraya hiç gitmemişlerdi. Sokağı kaplayan kar yığınının üzerinde hiç gezinilmemişti ve yere düşen kar taneleri en doğal haliyle sokağın üzerini örtüyordu.

Burcu, kendinden emin bir tavırla kendi kendine şöyle dedi:

‘’Tanrım! Onlar burada!’’

Burcu, avazı çıktığı kadar bağırmak istese de bunu yapamadı. Altı yıl önce onlarla ilk kez karşılaştıkları günkü gibi sessiz çığlıklarının içinde boğulmuştu. Kanepeye yeniden oturup bir sigara daha yaktı. Sonra bir tane daha yaktı. Bütün vücudu istemsizce titriyordu. Sigarasını titreyen solgun dudaklarına her kaldırışında yüreğinde hissettiği korku duygusu tüm varlığını sarıyordu. Hemen sehpanın üzerindeki cep telefonuna uzandı ama telefonunda şebeke olmadığını gördü. Daha sonra komşularının yanına sığınmayı düşündü ama bu fikrinden vazgeçmesi uzun sürmedi. Çünkü o şapşallarla konuşacak ne sabrı ne de mecali vardı. Birdenbire gözlerinin önünde televizyon kanalları hızla değişiyordu ama yine de bağıramıyordu. Adeta bütün vücudu kas katı kesilmişti ve televizyon kanalları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Televizyon kanalları kendiliğinden değişiyor, bazen çizgi film kanalında dururken, bazen de müzik kanallarında durup tekrar değişiyordu. Burcu kanepede kaskatı bedeni ve korku dolu gözleriyle çaresizce televizyona bakıyordu. Ne bağırabiliyor ne de hareket edebiliyordu. Hatta ağlayamıyordu bile! Yapabildiği tek şey çaresizce televizyona bakmaktı. Bir süre sonra televizyon aniden kendiliğinden kapanınca Burcu tüm vücudunun rahatladığını hissetti. Sanki üzerindeki tüm ağırlık kalkmış, aklı başı yerine gelmiş ve şoktan çıkmış gibi görünüyordu. Ama çok geçmeden bu seferde sokak kapısı sert bir şekilde çalmaya başladı. Sokak kapısı sadece üç kez çaldıktan sonra durdu ve bir süre sonra sokak kapısı tekrar üç kez daha çaldı. Daha sonra sokak kapısı tekrar çalmaya başlayınca Burcu, anlaşılmaz bir şekilde sakin bir şekilde kapıya doğru yöneldi. Sokak kapısı açtığında etrafı kolaçan etti ama apartman koridoru merdivenlerinden hızla aşağı doğru koşan kedinden başka bir şey yoktu. Burcu kapıyı kapatıp arkasını döndüğünde şok edici bir manzarayla karşılaştı. Zeynep’in tam karşısında durduğunu gördü. Üzerinde en son altı yıl önce gördüğü kıyafetleri giymiş halde karşısında hareketsiz öylece duruyordu. Kıyafetleri yırtık çamurlu ve kirliydi. Boynundaki gümüş kolyesi beyaz hırkasından aşağı doğru sarkıyordu. Göz kirpiklerini kıpırdatmadan kömür karası gözlerini Burcu’ya dikerek dehşet verici bir ifadeyle bakıyordu. Karşısında duran şey, dehşet verici iri, kömür karası gözleri dışında her şeyiyle Zeynep’e beziyordu. Bu, farklı zamanlarda çekilen fotoğraflarda görülen kızdı. Burcu’nun kafasında artık şüpheye yer kalmamıştı ama düşünülmesi gereken konu da bu değildi. Burcu’nun aklından neler geçtiğini tahmin etmek güçtü çünkü bedeni kıpırdayamadığı gibi zihnindeki düşünceleri zaman algısının dışına çıkarak tamamen kaybolmuştu. Belki de doğru düzgün çalışan tek organı deli gibi atan kalbiydi. Burcu, kıza doğru bakarken o da iri kömür karası gözleriyle ona bakıyordu. Her ikisi de birbirine bakarlarken Burcu güçlükle ve kısık, endişeli bir sesle konuştu:

‘’Zeynep!’’

‘’Tanrım, bu Zeynep!’’

Kızın yüzündeki korkutucu ifade, anlaşılmaz bir ifadeye dönüştü ve yüzünde alaycı, sinsi bir gülümseme belirdi. Bu alaycı, uğursuz gülümsemenin ardından kız, açıklanamaz bir şekilde aniden ortadan kayboldu. Ama kızın iğrenç, rahatsız edici gülümsemesi hâlâ Burcu’nun karşısında duruyormuş gibi görünüyordu. Zeynep tuhaf şekilde ortadan kaybolmasına kaybolmuştu ama Burcu hala kızın varlığını tamamen hissedebiliyordu.

‘’Tanrım, bu bir halüsinasyon muydu, yoksa gerçek miydi?" dedi. Kendi kendine!

O sırada sokak kapısının arkasından korkunç vahşi hayvanların sesine benzer hırıltılar duyunca bilinçsizce mutfağa koştu ve Burcu, mutfak penceresinde buğuyla yazılmış kısa bir yazı gördü.

‘’Burcu, Burcu…’’

‘’Burcu artık oyunun sonuna geldin. Çırpınışların boşuna! Seni görebiliyoruz. Biz her yerdeyiz.’’ ‘’Ha! Ha! Ha!''

Tüyler ürperten mesaj bu kez Burcu’nun rahatlıkla anlayabileceği bir dille yazılmıştı. Aslında mesaj son derece anlaşılır, açık ve özlüydü.

Burcu korkuyla mutfaktan oturma odasına gitti ve odanın ortasında durarak aklını toparlayıp kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama onu üç taraftan çevreleyen şapkalı insan figürlerinin olduğu gölgeler yavaş yavaş ona yaklaşıyor ve çember daralıyordu. Geliyorlardı. Her taraftan geliyorlardı. Tavanın ve duvarların üzerinden süzülerek ona doğru geliyorlardı. Oda da inanılmaz derecede o kadar kaotik bir ortam vardı ki, sandalyeler etrafta sağ sola uçuşuyordu, kanepe ve koltuklar ileri geri hareket ediyordu, odaların kapıları hızla açılıp kapanıyordu, yemek masasının üzerindeki bardaklar ve bazı eşyalar tavana kadar yükselip orada asılı kalıyordu. Aynı zamanda fısıltılar ve kahkahalar da yükseldikçe yükseliyordu. O dehşet dolu anlarda Burcu’nun cep telefonu bir anda çalmaya başladı. Arayan kişi Cem'di. Telefon uzun süre çalmasına rağmen Burcu telefonun sesini duymuş gibi görünmüyordu. Sanki bilincini tamamen kaybetmiş gibi oturma odasının ortasında öylece hareketsiz duruyordu. Rahatsız edici kahkaha sesleri yükseldikçe gölgeler ona her zamankinden daha da çok yaklaşmışlardı. Ama Burcu ne çığlık atabiliyordu? Ne de başka bir şey yapabiliyordu? Orada sadece hareketsiz duruyordu. O sırada Burcu beklenmedik şekilde birden var gücüyle balkona doğru koşmaya başladı. Hızla balkon kapısını açarak bir an bile düşünmeden kendini apartmanın dördüncü katından aşağıya bıraktı. Bedeni hızla karla kaplı sokağa çaparken ruhu sanki gökyüzünde bir yerlere süzülüyordu. Cansız bedeni yerde boylu boyunca öylece uzanmış dururken karın muazzam rengi de değişmişti. Bu sırada odadaki korkunç hareketliliğin bir anda durmasının ardından fotoğraflardaki uğursuz kız birden balkonun kenarında belirdi. Balkonun kenarından dehşet verici derecede iri, kömür karası gözleriyle Burcu’nun yerde yatan cansız bedenine bakarken Zeynep’in yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.

 

 

 

-SON-


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.