Header Ads

Ayasofya Kilisesinin Politik Yönü

 

 Ayasofya Kilisesi 916 yıl boyunca Bizans imparatorluğunun ve Ortodoks dünyasının merkezi olmuş, ancak Fatih Sultan Mehmet Konstantinopolis’in fethinden sonra Ayasofya kilisesi camiye dönüştürülerek Osmanlı imparatorluğunun Sultanları 418 yıl boyunca İslam’ın bir simgesi haline getirme çabası içine girmişlerdir. Özünde aynı Tanrı inancı taşıyan farklı felsefesi ve iki farklı din anlayışı olan Hristiyanlık ve İslam efsanelerin birleştiği tarihi yarımada İstanbul Sultan Ahmet meydanında bulunan Ayasofya kilisesinin muhteşem mimarisinin ve görkemi karşısında antik çağın tanıklarından olan Filistin kökenli Bizanslı tarihçi Prokopius, Ayasofya’yı şöyle anlattığı söylenir. Kilise görkemli bir görünüşle ortaya çıkar. Yapı yükseklerde gökte asılıymış gibidir. Görenler için dayanılmaz, işitenler için inanılmaz bir güzelliktedir. Ne fazla uzun ne de alışılmamış biçimde geniştir. Bu yüzden uyumu ve oranıyla göze çarpar. Güzelliği ile övünür ve bu güzellik sözde anlatılamaz. Aynı zamanda çok soylu bir görünüştedir. İnsanlık tarihinde en önemli anıtlarından biri olan Ayasofya kültürel ve sanatsal değeri ile göz kamaştırıcı bir yapı olarak görkemli duruşunu günümüze kadar korumayı başarmıştır. Gerçekten de insan Ayasofya’ya baktığı zaman farklı duygular yaşarken düşüncelerin içinde kaybolduğunu fark eder. Çünkü Ayasofya’ya dışarıdan bakıldığında cami görünümlü tarihi bir yapı olarak görülür, içeriden bakıldığında ise bir kilise olmasının yanı sıra bir hafta öncesine kadar da müze olmasının dışında Ayasofya kilisenin sıra dışı bir mabet olduğu görülür. Eğer mabetlerin bir ruhu varsa Ayasofya’nın özünde bir kilise olduğu gerçeğini asla değiştirmiyor olmasıdır.

Ayasofya Kilisesinin Sıra Dışı Tarihi
    Bir efsaneye göre, Justinianus rüyasında yaşlı bir adam görür. Bu yaşlı bilge İmparatora gümüş bir levhaya sarılmış bir kilise resmi uzatır. Justinianus bunun uzun zaman önce yıkılan büyük kilise yani ‘Megale Ekklesia’nın yerine yapmayı tasarladığı kilise olduğunu anlayarak yaşlı adama sorar. Kilisenin adını ne kayalım? Yaşlı adamın cevabı ise Ayasofya’dır. Justinianus, Ayasofya’nın açılışında kilisenin görkemi karşısında kendini kaybederek ellerini kubbeye kaldırarak koşar ve ‘’Hey Süleyman! Seni geçtim’’ der.
    Ayasofya adındaki ‘Aya’ sözcüğü ‘kutsal, azize’ anlamına gelir. ‘Sofya’ sözcüğü ise Eski Yunancada ‘bilgelik’ anlamındaki Sophos sözcüğünden gelmektedir. Ayasofya’nın adı ‘ Kutsal bilgelik’ anlamına gelmesi ile birlikte Ayasofya günümüze kadar doğal yapısını koruyarak ayakta kalan en önemli mabetlerden bir tanesi olmasının yanı sıra estetik bir isme de sahip olduğu gözden kaçmamaktadır Ancak Ayasofya birçok yönden değişime uğramasına rağmen inşa edildiği tarihten beri politik yönü hiçbir zaman değişmediği görülmektedir. Doğu Roma İmparatorluğun Hristiyanlara karşı 300 yıllık zulmün ardından birinci Constatius, 360 yılında Hristiyanlığı resmi bir din olarak kabul ettikten sonra Hristiyanların simgesi ve yüzyıllar boyunca mabetti olan Ayasofya çeşitli dönemlerde halk ayaklanmalarına ve isyanlar nedeniyle yakılarak tahrip olmuştur. Ancak Ayasofya kilisesi aynı yere üç kez inşa edilmiştir. Ayasofya’nın yaklaşık 1500 yıllık geçmişinde umutları, üzüntüleri ve utancın izlerini günümüze kadar taşımıştır. 

Birinci Ayasofya Kilisesinin İnşası

    Ayasofya’nın ilk adı Büyük Kilise olarak adlandırılırken kilisesin ilk inşasına Doğu Roma İmparatoru birinci Constatius başlamış ancak 15 Şubat 360 yılında oğlu ikinci Constatius tarafından tamamlamıştır. Birinci kilise latin mimarisi tarzında tek sütunlu bazilika olduğu çatısı ise ahşaptan yapılmıştı. Önünde ise avlu yer almaktaydı. Konstantinopolis Patriği Aziz Loannes Hrisostomos’un İmparator Arcadius’un eşi Aelia Eudoksia ile çekişmeleri nedeniyle Patriğin 404’te sürgüne gönderilmesi sonrası çıkan isyanlardan dolayı kilise yakılarak yıkılmıştır. Günümüze kalan birinci Ayasofya’ya ait bir kalıntı maalesef yoktur.

 

İkinci Ayasofya gitişi ve 404 yılında yaptırılan ilk Ayasofya bazilikası

İkinci Ayasofya Kilisesinin İnşası
    İlk kilisenin yıkılmasından sonra İmparator İkinci Theudosius tarafından İkinci Ayasofya’nın açılışı 10 Ekim 415’te yapılmıştır. İkinci Ayasofya‘nın inşası mimar Rufinos tarafından tamamlanmıştır. Kilise de yine bozilika planlı olup, ahşap çatılı olmasının yanında beş nefliydi. 532’de Konstantinopolis şehrinin gördüğü en şiddetli ayaklanma olan Nika ayaklanmasının sonucunda büyük bir yıkım yaşanmıştır. Yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine ve şehrin büyük bir bölümü yanmış, İkinci Ayasofya’nın kaderi ise tekrar yakılarak sonuçlanmıştır. 1935 tarihinde Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen kazılarda ikinci Ayasofya ait birçok önemli kalıntılar bulunmuştu. Günümüz Ayasofya’nın ana girişinin yanındaki bahçesinde portik kalıntıları, sütunlar başlıklar, bazıları ise kabartmalarla işlenmiş mermer bloklar görülmektedir. Aynı zamanda binanın cephe kısmını süsleyen üçgen alınlığım parçaları olduğu anlaşılmıştır. Yapının cephesini süsleyen bir bloktaki kuzu kabartmaları 12 Havariyi sembolize edilerek yapılmıştır. Öte yandan kazılar sonucunda tespit edilen ikinci Ayasofya’nın zemininin üçüncü Ayasofya’nın zemininden iki metre daha aşağıda olduğu saptanmıştır. Ayrıca ikinci Ayasofya’nın uzunluğu bilinmiyor olsa da genişliğinin 60 metre olduğu düşünülmektedir. Kazılar sayesinde ortaya çıkarılan üçüncü Ayasofya’nın ana girişinin yanında olan ikinci Ayasofya’ya ait cephe merdiven basamaklarının yaslandığı zemini günümüz Ayasofya’sında görülür.
 Bloktaki kuzu kabartmaları 12 Havariyi temsil edilmiş

Üçüncü Ayasofya Kilisesinin İnşası


  Bizans dönemindeki Ayasofya kilisesinin kesiti

    Justinianus, 532’de ikinci Ayasofya’nın yıkılmasının ardından kendinden önce gelen İmparatorların yaptırdığı kiliselerden daha farklı ve hepsinden çok daha sıra dışı bir kilise inşa ettirmeye karar verdikten sonra Kilisenin inşası için görevlendirdiği mimarlar Mileli İsidoros ve Traliesli Anthemius tarihe iz bırakacak olan binanın inşasına başlanır. Ayasofya’nın yapımında 10,000 kişi çalışmış ve kilisenin inşası için kullanılan malzemeler Bizans topraklarında yer alan yapı ve tapınaklardaki yontulmuş hazır malzemeler kullanılmıştır. Bu da Ayasofya’nın 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmasına etkili olmuştur. Aynı zamanda Ayasofya kilisesinde pembe ve yeşil mermerlerden oluşan 107 sütun bulunur. Bu gösterişli sütunlar Efes’teki Artemis tapınağından, Mısır’daki Güneş tapınağından Lübnan’daki Baabek tapınağı gibi İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden olan antik kentlerden getirilen sütunlar kullanılmıştır. Ancak günümüzde bu sütunların altıncı yüzyılda nasıl getirildiği merak konusu olmuştur. Öte yandan süslü renkli taşlar kaplama ve sütunlarda kullanılmıştır. Ayasofya’nın güzelliğini yansıdan bu renkli taşlar kırmızı porfir Mısır’dan, yeşil porfir Yunanistan’dan, beyaz mermer Marmara adasından, sarı taş Suriye’den ve kara taş ise İstanbul kökenlerine dayanır. Aynı zamanda Anadolu’nun birçok farklı bölgesinden gelen taşlarda kullanıldığı bilinmektedir. Binanın inşasından sonra Ayasofya kilisesi ihtişamlı görünümünü günümüzdeki halini almıştır.

Ayasofya Kilisesinin Kubbesi


    Ayasofya’nın inşası tamamlandıktan 21 yıl sonra kilisenin kubbesi çöker. Justinianus o kadar çok üzülür ki yasa girerek İmparatorluk tacını 30 gün boyunca takmaz. Kubbenin tekrar onarımı için mimar İsidoros’un yeğeni genç İsidoros’u görevlendirir. Genç İsidoros 40 kaburga ile desteklediği ve 40 pencere ile hafiflettiği kubbeyi 7 metre yükselterek sorunu çözer. O döneme kadar mimaride bir yapı elemanı olarak pek tercih edilmeyen küresel üçgen biçimindeki dingi bu yeni kubbe ile birlikte kareden kubbe yuvarlağına geçişin en önemli unsuru olarak mimari tarihindeki yerini almıştır. Pençelerden gelen ışık seli kubbe içine olduğu kadar tüm yapıyı aydınlık bir mekâna dönüştürerek, güneş ışığının mermerler ve mozaikler üzerindeki atmosferi büyüleyicidir. Ayasofya’nın kubbesi iki yarım kubbe ile tamamlanmasına rağmen tek bir kubbenin tüm iç mekâna egemen olduğu görülmektedir. Ayasofya’nın ziyaretçilerinin üzerinde iz bırakan yönü gökyüzüne asılıymış gibi duran kubbedir. Depremlerde zarar gören yapı çeşitli tarihlerde dıştan yapılan payandalarla desteklenir. Payandalar kubbenin yükünü azaltırken öte yandan içlerine yapılan rampa ve basamaklarla galerilere giden çıkışı sağlar

Leon mozaiği

     
İmparator kapısı üzerindeki mozaikte altıncı Leon tahtında oturmakta olan Hz. İsa’nın huzurunda secdeye varıyor ve Hz İsa’nın elindeki açık kitapta ise barış sizinle olsun ben dünyanın ışığıyım sözleri yazılıdır. Bu mozaiğin üst tarafında iki madalyon göze çarpar. Sağ tarafta Hz. Meryem sol tarafta ise Baş melek Gabriel’dir.

Sunu Mozaiği

     
İmparatorluk Ayinlerinin mekânı olarak hazırlanmış olan giriş bölümünün iç nartekte bağlayan kapı üzerindeki Hz. Meryem ve çocuk İsa’yı gösteren mozaik Bizans sanatının en iyi eserlerinden biri olarak gösterilir. Mozaiğin sol tarafında birinci Justinianus Ayasofya’nın maketini sunarken sağ tarafta ise Büyük Konstantin Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti olan Konstantinopolis şehrinin maketini sunuyor. Mozaikte yeni Romanın kurucusuyla Ayasofya’nın ayrılmaz bağlılığı İmparatorluğun gücü ve sürekliliği vurgulanmıştır.

Apsis Mozaiği

     
Kilisenin doğu ucunda apsisin üzerindeki yarım kubbe içinde bulunan Hz. Meryem ve çocuk İsa mozaiği oldukça etkileyici görülmektedir. Ana mekâna hâkim olan bu mozaikte tahtında oturan Hz. Meryem koyu lacivert kıyafeti ile altın rengi bir zemin üzerinde bulunuyor. Yüzlerdeki incelik çocuk ile annesi arasındaki ilişkinin zarifliği Hristiyan orta çağ sanatıyla Bizans sanatının büyük başarısını yansıtmaktadır.

Kubbedeki Melek Figürleri Ve Nur Suresi


    Kubbenin oturduğu küresel üçgen dingilerde Serafin olarak adlandırılan dört melek figürü bulunmaktadır. İncil’de Hz. İsa tarafından görüldüğü yazılan meleklerin ikisi uçmak diğer iki melek ise ayaklarını ve yüzlerini kapatmak için kullandıkları altı kanatlı var. Hristiyan teolojisine göre cennetin bekçileri olarak Hz. İsa’nın tahtını koruyorlar. Aynı zamanda kubbe göbeğindeki Allah, göklerin ve yerin nurudur diye başlayan yazı kuşağını Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır. Kubbenin göbeğinde yer alan yazı Kuranı Kerimde Nur suresinin 35. Ayetidir.

Kutsal Amaç Kudüs Ve Dördüncü Haçlı Seferi Felaketi
    Ayasofya’nın kaderi 1202’de üçüncü Papa Innocentius tüm Avrupa’ya kutsal bir çağrıda bulunarak Kudüs’ü kurtarmak amacıyla dördüncü Haçlı seferini Venedik’te başlamasıyla değişti. Haçlıların planladığı hedef önce Mısır’ı ele geçirdikten sonra Kudüs’ü kontrol altında tutmaktı. Ancak Venedik Dükü Enrico Dandolo ve Venedikliler dördüncü Haçlı seferinin dışına çıkarak Konstantinopolis’i işgal edip, Klasik ve Orta Çağ’ın kültür hazinelerle dolu kenti yakarak yağmaladılar. Tüm Doğu Ortodoks kiliseleri, Katolik kiliselerine dönüştürüldü. 1204’te Orta Çağ ve Katolik inançları doğrultusunda Latin İmparatorluğu’nu kurmuş oldular.


Haçlı Ordusunun Konstantinopolis’i işgal edip şehri yağmalaması, Ressam: F.V. Delacroix (1840)

Tarihi Utancın İzlerini Taşıyan Kutsal Mabet Ayasofya
    Tarihi kaynaklara göre, Kutsal bir dava adına Dördüncü Haçlı Seferine çıkan Latin kökenli Haçlı askerleri yönünü şaşırılarak Kudüs yerine Konstantinopolis’e yönelmişlerdir. Avrupa’nın en büyük şehri olan Konstantinopolis’i tarif edilemeyecek derecede üç gün boyunca tecavüz ve yağmalarla şehri yıkarak tam anlamıyla bir katliam yaptıklarını, Batılı tarihçiler tarafından belirtirmiştir. Haçlılar, antik dönemlerden kalma Bizans’ın eserlerini bir açık hava müzesine getirilerek Venediklerle ele geçirdikleri servetin çoğunu saklamayı başarmışlardır. Aynı zamanda Haçlılar ayrım yapmaksızın ele geçirilen serveti imha ettikleri söylenmektedir. Vicdanını yitirmiş Haçlı askerleri 200 yıl önce Ortodoks kilisesinin Katolik kilisesinden ayrılmasının verdiği nefretle şaraplar içerek sarhoş olup, Ortodoks rahibelere tecavüz ediyor ve Ortodoks papazlarını öldürmüşlerdir. Ancak insanlık adına yapılan utanç bununla sınırlı kalmamıştı. Aynı zamanda Ortodoks dünyasının en önemli kilisesi olan Ayasofya’nın kutsallığı da kirletilerek, Katedralde bulunan birçok değerli eşyalar imha edilmiştir. Bu değerli eşyalar kutsal kitaplar, gümüşten ikonlar ve tablolardır. Bununla birlikte Haçlı askerleri Ayasofya kilisesinin gümüş vaftiz ve ayin kapları şarap kadehi yapıp, katedraldeki patrik tahtında hayat kadınına zorla şarkı söylettirirken bir konser atmosferi oluşturulup söylenen şarkıları dinledikleri bilinmektedir.
    Batılı tarihçiler Haçlıların yaptıkları rezilliği makul seviyeye indirmek adına Roma’da bulunan üçüncü Papa Innocentius’un tüm bu olay için utanç duyduğu ve Haçlı komutanlarına ve askerlerine sert bir azarlama şeklinde bir bildiri yayınlandığını açıklamışlardır. Ancak Papa’nın daha önceden söylediği aforoz tehditlerine rağmen hiç zaman Haçlı komutanı ya da askeri aforoz edilmediği tarihi kaynaklardan bilinmektedir.


  Venedik Doçu Enrico Dandolo anısına konulan sembolik yazıt

Osmanlı Döneminde Ayasofya
    İnsanlık tarihinde savaşlar ve çatışmalar daima olmuş ve insanlık nesli devam ettikçe her zaman savaşlar, çatışmalar olacaktır. Ancak O çağlarda kurulan güçlü krallıklar ve imparatorluklar gözüne kestirdiği ve zayıf gördüğü ülkeleri işgal edip kendi topraklarına dâhil etmişlerdir. Bunlardan biride Osmanlı İmparatorluğuydu. 29 Mayıs 1453’te Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in müthiş askeri zekâsıyla Bizans İmparatorluğunun Başkenti Konstantinopolis’i 54 gün süren kuşatmanın ardından Konstantinopolis ele geçirildikten kısa bir süre içinde Ayasofya kilisesini camiye çevirerek Padişah Fatih Sultan Mehmet diğer krallıklara karşı yapılmış bir güç gösterisinde bulundu. Ancak zamanla Ayasofya Fatih Sultan Mehmet ve diğer Osmanlı Sultanları Ayasofya’yı bir takıntı haline getirilerek İslami unsurlarla allayıp pullayarak birçok İslami eklemeler yapılmıştır. Oysaki İslam’da bir kiliseyi camiye çevirmek gibi bir şey yoktur. Aynı zamanda İslam barışçıl ve hoş görülü bir dindir. Hz. Muhammed dönemimdeki tüm savaşlar kendini savunmak amacıyla yapılmıştır. Eğer savaşların bir değeri varsa oda kendini savunmaktır. Bu cümlenin vurgusunu üstüne basarak söyleyen Kuranı Kerim’dir. Kuranı Kerim’in bir ayetinde şöyle der. Eğer onlar sizinle savaşmaktan vazgeçerlerse, sizde savaşmaktan vazgeçin! Aynı zamanda 637’de Kudüs’ün fatihinden sonra Halife Hz. Ömer ‘Patrik Kamame kilisesindeyken’ namaz vakti gelir Patriğin ricasına rağmen namazı kilisenin dışında bir yerde kılar. Hristiyan din adamları Hz. Ömer’e bunun nedeni sorar. Hz. Ömer ise ‘’ Eğer ben Patrik Kamame kilisesinde namaz kılsaydım, belki gelecekte Müslümanlar Ömer burada namaz kılmıştı diyerek kiliseyi camiye çevirmeyi düşünebilirlerdi. Böyle bir durumda ise size verdiğimiz mabetlerinize dokunmamak, söz ve ahdimize uygun düşmeyeceğini söylemiştir.’’


  Doğu Roma İmparatorluğun’un Başkenti Konstantinopolis Resmi

Ayasofya Camisinin Simgesi, Dört Farklı Padişah Dört Minare
    Ayasofya Kilisesi camiye çevrildikten sonrası kırmızı tuğladan ilk minare yapılmış oldu. Bu kırmızı minare Fatih minaresi olarak da adlandırılır. Daha sonraki dönemlerde üç farklı minare daha yapılır. İkinci Beyazıd döneminde ince yapılı beyaz minare mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Sultan üçüncü Murad döneminde ise Mimar Sinan tarafından güneybatı ve kuzey batı yönündeki yüksekliği 60 metre olan kalın gövdeli ve masif çizgileriyle iki eş minare yapılmıştır.

Ayasofya Kilisesine Eklenen İslami Unsurlar
    Ayasofya kilisesi, cami olduktan sonra İslam’ı unsurlar çeşitli dönemlerde değişikliğe uğradığı için üslup farklıları göstermektedir. Aynı zamanda Ayasofya’da birçok İslam’ı unsur eklenmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır. Mihrap 19. Yüzyılın estetik bir mimari yapıya sahiptir. Mihrap üzerindeki alçı pencereler ise Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı büyük onarım sırasında yenilenmiştir. Minber ise 16. Yüzyılın Türk mermer işçiliğinin en iyi örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Minberin her iki yüzünün ortasında rozetler olan sekiz köşeli yıldızlar işlenmiştir. Osmanlı Sultanlarının yazdığı hatlar Mihrabın yan duvarına süslenmiştir. Aynı zamanda Mihrabın yanındaki duvarda ise Hz. Muhammed’in türbesinin tasvir edildiği çini bir pano bulunmaktadır.     Sultan üçüncü Murat tarafından yaptırılan mermer mahsirler ve zarif vaaz kürsüsü ile birlikte çeşitli kültürlerin Ayasofya’da sanat eserine dönüştüğünü göstermektedir. Ayasofya’nın payelerinde asılı olan her biri 7,5 metre çapındaki dev hat levhalarını Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yapılmıştır. Bu levhaların her birinde Arapça olarak yazılan Allah, HZ. Muhammed, dört halife olarak bilinen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman ve Hz. Muhammed’in şehit edilen torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adları yer almaktadır. Ayasofya’nın iç mekân ölçeği olarak oldukça uyumlu ve zarif görünmekte birlikte bu levhalar, aynı zamanda bu güne kadar yapılan en büyük hat levhalardır.
    Ayasofya’ya karşı oldukça ilgili olan Sultan Birinci Mahmut yapıyı ciddi bir onarımdan geçirdikten sonra güney cephesindeki iki payende arasına bir kütüphane yaptırmıştır. Sultan Birinci Mahmut imarethanesi sıbyan mektebi, şadırvanı ve sebilleri ile birlikte Ayasofya’nın etrafında bir külliye oluşturmuştur. Bununla birlikte Ayasofya bahçesinde Osmanlı hanedan mezarlığı bulunmaktadır. Bu şahıslar ‘Sultan İkinci Selim, Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet, Birinci Mustafa ve Birinci İbrahim’in eşleri, torunları çok sayıda şehzade ve prenses’ Ayasofya’ya deft edilmiştir. Aynı zamanda Doğu Roma İmparatorluğu zamanında Ayasofya kilisesinde görev yapmış papazların yani din adamlarının mezarları Ayasofya’nın içindeki zeminin altına gömülmüşlerdir. Bu mezarları belirtmek için de haç işareti konulmuştur. Hristiyanların inanışlarına göre kilise içine gömülmek çok önemlidir. Muhtemelen Osmanlı hanedanlığı içinde Ayasofya’nın bahçesine gömülmek önemli olabileceğini düşünmüşler.


Hz. Muhammed’in türbesinin tasvir edildiği çini bir pano


  7,5 metre çapında olan dev hat levhalar


 Sultan Birinci Mahmut Kütüphanesi

Efsanelere Konu Olan Ayasofya 
    Ayasofya hakkında söylenen birçok efsanevi hikâyeler bulunmaktır. Bunlardan en ilginç olanı ise Ayasofya’da ağlayan ya da terleyen sütun olarak bilinen bir deliktir. Bir gün İmparator Justinianus’un şiddetli bir şekilde başı ağrısı çeker. Justiniaus, başını bu soğuk sütuna dayadığı zaman baş ağrısı geçer. O günden sonra bu sütunun popülerliği oldukça artarak ziyaretçisi hiç eksik kalmaz. Başka bir hikâye de ise, Bu sütun Hz. Meryem’in evinin bir bölümünde olduğu söylenir. Bir gün Hz. İsa Romalı askerlerine yakalanıp işkence gördüğünü duyan Hz. Meryem çok üzülür ve sütuna dayanarak ağlamaya başlar Hz. Meryem’in gözyaşları bu sütunda bir delik açılır. Yıllar sonra İmparatorun emriyle sütun Hz. Meryem’in evinden alınarak Ayasofya kilisesine konulur. Müslümanların bu sütun ile ilgili efsanesi ise Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılarken tekbir getirdiği sırada gözünün önüne Kâbe gelir ve Hz Hızır veya Hz Muhammed parmağını sütunda bulunan deliğe sokarak Ayasofya’nın yönünü Kâbe’ye çevirir. Günümüzde ise insanlar sütunda bulunan deliğe başparmağı sokar ve parmağını çevirerek dilekte bulunulur ve dileğinin gerçekleşeceğine inanılır.


  Ayasofya bulunan ağlayan sütun

Cumhuriyet Döneminde Ayasofya 
    Birinci Dünya Savaşının ardından 1918’te İtilaf devletleri ile yapılan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla Osmanlı devleti fiilen işgal edilir ve 16 Mart 1920’de İstanbul, İzmir ve Anadolu topraklarının birçok belgesi itilaf devletleri tarafından işgal edildikten sonra İngiltere’nin desteklediği Yunanlıların düşüncelerinde ve planlarında ise elbette Ayasofya’nın tekrar kiliseye dönüştürülmesinin heyecanı yaşıyorlardı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı Bu Osmanlıların içinden doğan kararlı bir iradeydi. O Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü! Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile birlikte Anadolu’nun yüreğinde direnişi başlatılarak Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanır. 1923^te Mustafa Kemal’in söylemiyle, İstanbul’dan geldikleri gibi giderler demişti. Böylece kaybedilen İstanbul ve Ayasofya tekrar geri alınmış oldu. Ancak Kurtuluş Savaşının sonunda ödenen bedel çok ağır olmuştu! 
Ayasofya Camisinin Müzeye Dönüştürülmesi
    Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Ayasofya bir süre daha cami statüsünde kaldıktan sonra 1930 yılında başlayan restorasyon çalışmaları sebebiyle Ayasofya halka kapatılmıştır. 1931’de Ayasofya’nın temizlenmesine yönelik çalışmalar ve restorasyonu sistemli olarak incelenmesi için ABD’de bulunan Bizans Enstitüsü adlı kurumun ve Dumbarton Oaks Alan komitesinin girişimleriyle yapılmıştır. Yürütülen arkeolojik çalışmalarını K. J. Conant, W. Emerson, R. L. van Nice, P. A. Underwood, T. Whittemore, E. Hawkins, R. J. Mainstone ve C. Mango gibi bilim insanları tarafından yapılırken Ayasofya’nın tarihi yapısına ve dekorasyonuna ilişkin çalışmalar başarıl sonuçlar elde edilmiştir. Aynı zamanda A. M. Schneider, F. Dirimtekin ve Prof. Ahmet Çakmak’la birlikte Ayasofya’da çalışmalarda bulunmuşlardır. Bizans Enstitüsü çalışanları da Mozaik arama ve temizleme işleriyle uğraşan R. van Nice yönetimindeki ekip de binanın taş taş ölçülerek rölövelerini çıkarma çalışması başarılı bir şekilde yapılmıştır.     Ayasofya’da yapılan restorasyon çalışması sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini göze alınarak, Ayasofya’nın yapılış nedeni kilise olduğundan dolayı Ayasofya’nın tekrar kiliseye dönüştürülmesi gibi bazı fikirler söylenmiştir. Ancak bölgede yaşayan Hristiyan sayısını çok az olması ve yeterli derecede talep edilmediğinden dolayı, aynı zamanda Ayasofya’nın tarihi yapısı ve kiliseye yapılacak provokasyonlardan dolayı Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 24 Kasım 1934’de Atatürk’ün ve İsmet İnönü’mün de imzasının bulunduğu ve 11 Bakanın kararı ile birlikte Bakanlar Kurulunun kararnamesi, Ayasofya’nın müze olarak açılması karar verilir. Bu kararnamede eşsiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan Ayasofya camisinin tarihi yapısı ile müzeye çevrilmesinin uygunluğu yazmaktadır. 1935’te Ayasofya müzesinin açılışından beş gün sonra Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya müzesine ziyarete bulunmuştur. Ayasofya müzesi bir kültür mirasıdır ve Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe, kültür ve sanata ne kadar çok değer verdiği bilinmektedir. Atatürk’ün ‘’ Yurtta barış, Dünyada barış’’ sözünden de anlaşılıyor ki, Atatürk’ün bakış açısı günümüz siyasetçilerinden ne kadar çok uzak olduğu görülüyor. Mustafa kemal Atatürk, Ayasofya için en doğru kararın verilmesinde öncülük yapmıştır. Ancak Atatürk’ün vefatından yıllar sonra Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini sağlayan Bakanlar Kurulu Kararnamesinde Atatürk’ün imzasının gerçek olmadığı ibdaa edilerek, siyasetçiler anlamsız bir tartışma içine girdiler. Muhafazakâr siyasetçilerin gerekçileri ise Atatürk klasik imzasından biraz farklı olmasıdır. Ancak bu Atatürk’ün ilk resmi imzasını attığı gün aynı zamanda Atatürk soyadını aldığı gündü. Atatürk beş farklı kararnamede aynı imzayı kullandığını tarihçi Sinan Meydan bunu belgeleri ile bulmuştur.
    24 Temmuz 1965’te Katoliklerin lideri Altıncı Papa Paul Ayasofya’yı ziyaret ederek dua eder. Ancak ertesi gün Milli Türk Talebe Birliği üyeleri Ayasofya müzesinde 150 kişilik bir grup topluca namaz kılarlar. Böylece Ayasofya’nın statüsü ile ilgili tartışmalar başlamıştır. Osmanlı döneminde bazı camilerde Padişahlar için ayrılan özel bir bölüm vardır. Padişahlar bu özel bölümlerde dinlenirlerdi. Bu özel bölün Ayasofya müzesinde bulunmaktadır. 8 Ağustos 1980’de Türk Hükümeti liderleri ve İslam ülkelerinin Devlet başkanlarının namaz kılmaları için Ayasofya’da bulunan bu özel bölüm ibadete açılır. Ancak onarım çalışmaları nedeniyle iki ay gibi kısa bir sürede kapatılır. Aradan 11 yıl geçer. Dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal 10 Şubat 1991’de bu bölümünü halka ibadete açılması sağlar. Kapısına da ‘Ayasofya camisinin ibadete açılan bölümü’ diye yazılı bir levha konulur. Ancak Ayasofya’da eserlerinin bulunduğu müze bölümü şimdilik ibadete kapalıdır. Böylece Ayasofya’nın minarelerinden beş vakit ezan sesleri yükselmeye başlar. 1995’de Kültür Bakanlığı tarafından Mimar Sinan Üniversitesi tiyatro grubu Ayasofya’nın bahçesinde müzikli ve danslı bir gösteri düzenlenir. Amaç ise müzeler haftasında turistlerin ilgisini çekmektir. Ancak bazı tarikatçı dindar gruplar ve muhafazakâr Refah partiler ahlaksızlar dışarı sloganları atarak Ayasofya’nın kapısına kadar gelirler. Bakanlık ise gösteriyi iptal eder.
    Ayasofya Müzesi 1996’da Dünya izleme listesine alınarak Ayasofya’nın kubbesi ve minareleri Dünya anıtlarının fonuyla beş yıl boyunca restore edilir. Ayasofya müzesi aynı zamanda UNESCO Dünya mirası listesinde yer almaktadır.

 
Atatürk ve İsmet İnönü’nün imzası bulunduğu Bakanlar Kurulu Kararnamesi

Recep Tayyip Erdoğan Döneminde Ayasofya Müzesi
    Yüzyıllardır tartışılan ve paylaşılamayan aynı zamanda siyasetçilerin oyuncağı haline gelen Ayasofya Müzesinin kaderi tekrar değişmek üzere olduğunun sinyali verilir. 2005 yılında Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya caminin müzeye çeviren 1934 tarihli Bakanlar Kurulunun kararını iptal edilerek Ayasofya’nın tamamının ibadete açılmasına yönelik Danıştay’a dava açar. Ancak Danıştay’ın onunca dairesi ise derneğin iptal talebini ret eder. 2013’te dönemin MHP Milletvekili Yusuf Halaçoğlu mecliste Ayasofya’nın cami olarak tekrar ibadete açılması ile ilgili bir kanun teklifi sunarak 1934’te Ayasofya’yı müzeye çeviren kararnamenin resmi gazetede yayınlanmadığı söyler. Ancak bazı vakıf eserlerini kuruluş amacı dışında sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılmasına izin veren kararnameler resmi gazete yayınlanmasına gerek olmadığı bilinmektedir.
    2016’da Ayasofya’daki Hünkâr kasrına Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bir imam atanır. Böylece Ayasofya’da ilk bayram namazı kılınmış olur. 2017’de Diyanet İşleri Başkanlığı Ayasofya’da Kadir gecesi programı düzenler. Programda Kuranı Kerim ve sabah ezanı okunur. Kadir gecesi programı devlet kanalı TRT’de canlı olarak yayınlanır. Yunanistan da hiç gecikmeden bir tepki gelir. Bunun kabul edilemez bir provokasyonu olduğunu Ayasofya’nın UNESCO’nun kültür mirası listesinde yer alan kültür varlığı olduğunu, bu mekânı camiye çevirme girişimlerini uluslararası toplumu rencide ettiğini söylerler. AKP Hükümeti ise karşı bir kınama metniyle cevap verilir. Tarihler 2018’i gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya müzesinde düzenlenen Yeditepe Bienali’nin açılış töreninde bir konuşma yapacaktır. Ama önce Kuranı Kerim okunur. Erdoğan’ın Ayasofya müzesinin içinde Rabia selamı vermesi Yunanistan’ın tepkisini çeker. Yunan basını bu durumun Hristiyanlığa meydan okumak diye yorumlar.


Ayasofya’da Erdoğan’ın Rabia selamı 

Ayasofya Müzesinin Tekrar Camiye Dönüştürülmesi


Ayasofya’da Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okuyan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş (2020) 

    Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman tutarsız konuşmaları yüzünden tartışmalara neden olan konuşmalarından biride 16 Mart 2019’da Tekirdağ mitinginde bir Türk vatandaşın Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi çağrısında bulunur. Erdoğan ise şöyle cevap verir. ‘’Bu işin bir siyasi boyutu var. Yan tarafta Sultan Ahmet Camisi var. İlk önce Sultan Ahmet’i doldurun, sonrasına bakarız. Ayasofya’yı dolduralım diyeceksiniz. Zaten biz Büyük Çamlıca Camisini yaptık. 4-5 tane Ayasofya eder.’’ Erdoğan konuşmasına şöyle devam eder. ‘’Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh! Biz ne yapacağımızı çok iyi biliriz. Aynı zamanda Bu namussuzlar böyle istedi diye biz adım atacak değiliz.‘’ demişti. Ancak 31 Mart yerel seçimlerinin ardından Erdoğan’ın söylemleri garip bir şekilde değişerek şunları söyler. ‘’Ayasofya’nın müze ifadesi ile değil, Ayasofya’yı tekrar camiye çevireceğiz. Zaten müze statüsü sonradan verildi. Bunun CHP zihniyetinin bir adımı olduğunu söyler.’’ Yunanistan Dış İşleri Bakanı ise Erdoğan’ın bu açıklamasının seçim kampanyası sırasında yapıldığını Türk Hükümetinin uluslararası hukuka ve Ayasofya’ya saygı duymasını umduklarını söyler.
    İstanbul’un fethinin 567. Yıl dönümünde düzenlenen etkinliklerde Ayasofya’da fetih suresi okunurken Erdoğan, telekonferansı yoluyla bağlanır. Yunanistan ise Ayasofya’nın tüm insanlığa ait olduğunu söyleyerek bu durumu eleştirir. Ancak eleştiriyi pek sevmeyen Erdoğan, Türkiye Dış işleri Bakanlığı ise Yunanistan’a tarihi komplekslerinden arınmasını önerir. Yunanistan karşı yanıt olarak söyle söyler. Türkiye Ayasofya üzerinden megalomanlık yapmasına son vermesini önerir. Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Ayasofya ibadete açılabilirdi. Ancak bu tartışmanın amacı ne? Türkiye’nin dibe vuran ekonomisi mi? Yoksa bütün dünyayı ve Türkiye’yi etkisi altına alan Covıd-19 virüsü mü?
    Ayasofya müzesinin camiye dönüştürülmesi için İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener meclise önerge verir. Ancak Ak Partinin oylarıyla ile önerge ret edilir. Meral Akşener İyi Partisinin önergesinin bir siyasi samimiyet testi olduğunu söyleyerek İktidarın veto oylarıyla görüldü ki, Ayasofya siyaset için gündeme getirdiğini söyler. Erdoğan ise Ayasofya kararını ben değil Danıştay’ın vereceğini söyler. Yani kararı hukukun vereceğini söyler. Ancak Türkiye’deki tüm hukukçular, gazeteciler ve sağlıklı düşünen herkes Danıştay’ın üçüncü kez ret oyu vermeyeceğini biliyordu. Nitekim öyle de oldu. Ancak Danıştay’ın ilginç gerekçeli kararı şöyle, fetih yoluyla padişahın mülkü haline gelen Ayasofya’nın kendi mülkünün cami olarak kullanılmak kaydıyla vaat etmiştir. Bu nedenle 1934’de Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının bulunduğu Bakanlar Kurulu Kararnamesi için böyle bir kararname Vakıf hukukuna göre çıkartılamaz demiştir. Bu durumda Danıştay Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hukuku yerine 500 yıl önceki Osmanlı hukukuna göre karar verildiği görülmektedir. Ayrıca Danıştay’ın bu kararı son derece kusurludur. Çünkü düşünüldüğünde, ülkenin tüm toprakları padişahındı. Dolayısıyla Danıştay, Cumhuriyeti de iptal etmesi gerekiyordu.
    Ayasofya’nın açılışı tam anlamıyla skandal olmasının yanı sıra Erdoğan ve AKP’lilerin gösterisine dönüştü. Ayasofya’da Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’e lanet okurken Ayasofya’nın bahçesinde ise Atatürk’e hakaretler ve hilafet sloganları atılıyordu. Bu ülkenin savcıları nerede olduğu sorusu ise merak konusu;

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.